Deneme
Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Akp iktidarı ‘yoksulu ezme’ temelinde yükseldiğinden bu partiye yakın kişi ve kurumlar yoksulu dövmekten hiç çekinmemişlerdir. Cep telefonu kamerası, güvenlik kamerası dinlemez hatta ortamda basın varsa daha da gaza gelirler. Yusuf Yerkel’in 301 maden işçisinin katledildiği Soma iş cinayeti sonrası yakınını kaybeden bir işçiye attığı tekme hafızamızda tazedir. Ya da bir karakol dolusu polisin hizaya çekilip vekilden azar ve sorguya dizildiği o görüntüler... Akp’liler nüfuzlunun nüfuzsuzu ezmesi noktasında şu şartlarda alacağımız en isabetli örnektir. Hangi taşı kaldırsak altından çıkarlar ve o taşı suçlunun üste çıkması psikolojisiyle üstümüze fırlatırlar. Cambaz’a bak oynarlar, ‘Zeytinyağı Ödülleri’ni kimseye kaptırmazlar!
Erdoğan Bayraktar, hani şu adı dava dosyalarında geçen yolsuzluk abidelerinden biri... Bildiniz! İşte o özel güvenlik personelini yumruklarken “sen benim kim olduğumu biliyor musun” demediyse ben de hiçbir şey bilmiyorum!
Peki sonra ne oldu? Ne olacak! Dayak yiyen, dayak sırasında copunu bile kaptıran güvenlik elemanı Bayraktar’ı ziyaret etmiş! Sarılıp helalleşmişler falan. Helal olsun!
İnsanlar aklı cebinde geziyor
“...
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.”
Orhan Veli “Anlatamıyorum” şiirinde böyle seslenir insanlara. İnsanlara yüce bir ülküden söz etmez, derdini açık eder, derdini açamayışını. Şiirin adı Anlatamıyorum’dur ve bu şiir yıllarca aşk acısı çekenlerin hislerine tercüman olur. Orhan Veli sağlam aşk şairidir, lakin aşklarını uluorta yaşamayı sever, bencilliğe kaçmaz, anlatır herkese. ‘Şairin işi zaten bu değil midir’ demeyin. Veli kaçamaklarını hınzır bir mizahın ardından toplumsal bir eleştiriye yerleştirebilir.
Şairler iyi soru sorarlar. Şiir salt cevap verme uğraşı sayılmaz. Soruyu iyi soran şair cevabını da aynı olgunlukta alır. Bazen sorusunu doğrudan biz okurla paylaşır, bazen ise aklından yanıtlar ve dizelerine döker. Örneğin Nâzım ressam dostu Abidin Dino’ya “Bana mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” diye sorduğunda bu soru da kültürel damarımıza işlenmiştir.
Yazının başlığında bir soru sordum. Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Yazının şiirle pek ilgisi yok. Anlatamıyorum şiirini seçişim ve şairlerin soru cevap ile iç dünyalarını aydınlatma çabalarına değinişim yine yazıyla bire bir bağıntı kurmayacak.
Fakat kim olduğumu anlatıyorum dostlar! Oysa kim olduğunu anlatmak isteyen de ben değilim! Popüler bir söyleyişle geçiştirelim durumu: tam kafkaesk bir yazı oluyor!
Artık herkesin akıllı telefonu var. İnsanlar aklı cebinde geziyor! Zira ‘cep telefonu’ kavramı literatürü terk etmek üzere, yerine ‘akıllı telefon’ söz öbeği kullanımı yaygınlaştı. Teknolojinin gelişimi ve tabana yayılımı birçok yan etkilerine rağmen haberleşme alanında kimi kolaylıklar sağlıyor, inkâr edemeyiz. Bu devirde yalan söylemek, inkâr etmek zor!
Orhan Veli bize kıyasla temiz bir İstanbul’un yerlisi olarak aşk şiirleri yazarken, kenti duyumsarken, biz bugün bırakın kenti, ülkeyi, yaşadığımız evreni dahi duyumsayamıyoruz.
Köprünün altından çok sular aktı. Veli bu şiiri yazdığında İstanbul Boğazı, tanık olabileceği bir buzul istilasına uğramamıştı. Boğaz yürüyerek geçilemezdi. Karşıdan karşıya geçmek için kulaçlarına güvenenler akıntıya karşı koyabilirdi ki bu fanteziydi tabii! Gemiler ile geçiliyordu Boğaz. Bugün artık üçüncü köprümüz bile var! Köprünün altından tuzlu sular da geçiyor tatlı sular da... Tatlı sular rant yataklarından besleniyor. Bu değişime şaşırmamalı.
Günümüzde yalan söylemek güç, öte yandan anlatmak daha da güç. Yalanlar çoğaldığında gerçekler de çoğalıyor. Bu enflasyonda telefon kameralarına dikkat etmek gerekiyor!
“Yazar bunca şeyi niye yazdı” diye düşünenleriniz muhtemelen çoğunluktadır. “Nereye bağlayacak” merakına kapılanlarınsa pek fazla olduğunu sanmıyorum. Şiirle girip konuyu hayli romantize ettim. Bugün, bu şartlarda hangi romantizm? Hangi Veli yahut hangi dikkat?
17-25 bakanının sessiz filmi
Bir görüntü düştü haber ajanslarına. 17-25 bakanlarından Erdoğan Bayraktar bir sitenin özel güvenliğini tartaklıyordu. * Görüntü telefon kamerası ile çekilmemişti, bildiğimiz güvenlik kamerası kaydı izledik o yüzden diyalogları işitme şansımız olmadı. Sessiz film güçlü bir anlatım dilidir. Bir dilden yalnız o dili bilenler anlar ama görüntü kamusaldır ve evrenseldir. Sessiz güvenlik kayıtları da sessiz film tadında izlenebilir.
Doğrusu aklıma şu takıldı: çok değil bir yıl önce parti üyelerince yüce divana gitmekten son anda kurtarılan bir bakan özel güvenlik döverken acaba neler diyordu?
Çok klişe olacak belki ama insan hali hazırda klişe bir varlık olduğundan türümün izinden gitmekte beis görmeyeceğim. Nüfuzlu insanlar nüfuzsuzlara karşı bazı evrensel ifadeler kullanırlar.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” bu ifadeler arasında en kaba sabası aynı zamanda en açıklayıcısıdır. Dolayısıyla Bayraktar bu cümleyi kurmuş mudur bilemeyiz ama cümlenin orada kurulmuş olma ihtimali Şrödinger’in kedisinin ölüm kalım savaşı kadar karmaşık görülemez.
Kuvvetle muhtemel bu cümleyi kurmuştur.
AKP fıtratı: yoksula tekme ve yumruk, ele geçerse cop!
Bu davranışı yadırgamıyor, altında ahlakî dersler falan aramıyorum. O iş ile sosyologlar ilgilenir. Bu iktidar iki şeye çalıştı. Bir: inşaat sektörü, iki: sosyologlar! Toplum öylesine çürüdü ki kim bilir takip eden yıllarda kaç sosyolog kaç tez atacak ortaya!
Dönelim bizim soruya. Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Bu soruyu bugüne dek sormadıysanız ülkenin bu halinden sorumlu tutulamazsınız. Verdiğiniz oylar sizinle vicdanınız veya cüzdanınız, kömür sobanız arasındadır. Ancak bu soruyu soranlara iki çift kelam etmek lazım gelir.
Lazım gelir gelmesine de edebilecek miyiz? “Biz sizin kim olduğunuzu biliyoruz, çok çok iyi biliyoruz” diyebilecek miyiz?
Ah ah! Klavyenin dili olsa da konuşsa! Biz ne şairiz ne ressam! Ne mutsuzluğun resmini çizebilir ne nüfuzlu kimseler gibi kendinden emin sorular sorabiliriz. Üstelik ustaca bir yanıt veremezsek hakaret davasını yeriz anında!
Uzun lafın kısası
Biz sizin kim olduğunuzu biliyoruz! Bakmayın, siz de kendinizin kim olduğunu gayet iyi biliyorsunuz! Mesela iki yıl önce Selimiye Camii’ne ziyaretiniz sırasında yolunuzu kesip yardım talep eden lösemi hastası üniversiteli genç kadına ‘birkaç yüz lira’ sadaka verdiğiniz dün gibi aklınızdadır!** Sevaplarınızı günahlarınızı tartmışsınızdır. Yolsuzluk yaparken de yumruk atarken de kim olduğunuzu çok çok iyi biliyorsunuzdur! Biz cevap vermeyelim. Hem kelimeler kifayetsiz kalıyor sizin yanınızda, sizin iktidarınızda. Ne güzel söylemiş şair! “Her şeyi söylemek mümkün”
Haydar Ali Albayrak