SÜMERLERDEN KEYKUBAT SARAYINA SINIRLARIN KUTSALLIĞI

SÜMERLERDEN KEYKUBAT SARAYINA SINIRLARIN KUTSALLIĞI

(masum bir düşünme eylemi…)

Dünya siyasal tarihinde bugüne kadar bilinen en büyük imparatorluk 33.000.000 km. karelik yüzölçümüyle Moğol İmparatorluğu’dur. Herhalde hiç kimse bu sınırlara ulaşamamıştır. İşte tam da bu noktadan sonra benim çıkış bulamayan düşüncelerim başlıyor. Bu sefer yazımı bilgi vermek için değil tüm dimağları zorlayarak bir şeyler öğrenmek için yazıyorum. Bu sınırların kutsallığı meselesi nedir?

Hiçbir millet tarih boyunca bedeller ödemeden özgür yaşayacağı sınırlara kavuşamamış; bu elimizdeki en önemli kanıt  sanırım. Afrika’nın cetvelle çizilmiş sınırları için dahi ortalığın kan gölüne döndüğü düşünülürse bu sınır meselesi sanırım 21. yüzyılın asıl sorunu olarak göze çarpmaktadır.

Sınırlar tarihine baktığımda aklım biraz daha karıştı. 18. yüzyıla kadar ülke sınırlarının olmadığını fark ettim. Bunun yerine şehirler, kasabalar, köyler belirlenmiş ve buralar bu devletin denmiş. Bir düşünsenize ne kadar güzel olduğunu: O şehirden çıkarsanız o ülkeden de çıkmış oluyorsunuz. Gümrük yok, sınır yok…

Bu noktadan sonra o tüm heybetiyle “Sanayi Devrimi” başlar ki benim tüylerim bir kez daha diken diken olur. Artık inanamıyordum! Bir karışı bile kutsal olan, bir metresi bile düşmana verilemeyecek olan sınırları, gelişmiş milletlerin sömürgecilikle taçlandırdıkları Sanayi Devrimi belirlemişti. Oysaki insanoğlu ne kadar mutluydu: Osmanlı İmparatorluğu’ndan çıkıyordu, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu'na giriyordu, şimdi nereden çıktı bu sınır meselesi, gümrük meselesi…

Nereden çıkacaktı ki, tabii ki insanoğlunun kendini dizginleyemediği zenginleşme hırsından çıkmıştı. Geçmişin kendi sınırlarını bilmeyen özgür imparatorlukları, artık tarih sahnesinden çekilecekti ve insanlara büyük bir argüman verilecekti, o da şuydu: “Vatanınızın bir karış toprağı için bile kanınızın son damlasına kadar savaşın”… Eeee tarih böyle deyince ademoğlu sınır tanımadı tabii ki… Kimi zaman aldı eline kazmayı, tüfeği, süngüyü kimi zaman da abarttı atıverdi atom bombasını Hiroşimalı küçük kızın başına… Düşünmedi yahu ben bu kutsallık meselesini abartıyor muyum biraz diye. Mesele sınırlarını korumaksa hepimiz askerdik ve haklı olarak kanımızın son damlasına kadar kan dökebilirdik. (Neyse haklı da olabiliriz bilmiyorum, aslında biliyorum da neyse…)  Sonra bu sınır işi hiç yavaşlamadı, Uluslararası Sınır Güvenliği Antlaşması imzalandı. Artık korumak da yetmiyordu, diğerleri sizi tanımalıydı. İşte yeni bir argüman ortaya çıktı: Milletlerin birbirini tanıması… Allahaşkına bir düşünsenize bundan daha komik bir şey olabilir mi? “Seni tanımıyorum ulan!” derse Sevgili ABD Temsilciler Meclisi (Cümlede ABD geçince nasıl nazikleştim gördünüz) siz dünyada tanınmıyorsunuz artık… :)

-Ben buradayım.

-Ben ülkeyim,

-Duyun beni,

-Benim de toprağım kutsal…

Ve birçok şey diyebilirsiniz ama bilin ki sizin sınırlarınızın yani kutsal vatan topraklarınızın hiçbir değeri yoktur. (KKTC gibi.) Çünkü siz o yazımın başında dediğim Sanayi Devrimi'ni kaçırmışınızdır ve sizin kutsal topraklarınız aslında o kadar da kutsal değildir.

Bakın ben başlığımı seçerken havalı olsun diye falan seçmedim.  Sümer Devleti, Sami olmayan izole bir topluluk tarafından kurulmuştur.

Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik, gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a, ''Emeş ve Enten''e ilk kez Sümerlerde rastlanır. Yılbaşı ağacı süsleme, evlilik yüzüğü, nazar boncuğu da Sümerlerde görülmüştür. Sümer döneminde 21'i büyük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı ve bunların hiçbiri antik şehirleri dışında bir sınıra sahip değildi. Bize bıraktıkları miras hiç de sınırları olmadı. Onlar bize tıp bıraktı, astronomi bıraktı, yazıyla dili bıraktı ve bu bıraktıkları üzerinden dünya medeniyeti kuruldu. Siz hiç duydunuz mu; "bu Mezopotamya toprakları Sümerlerindir, burası onların hakkıdır, kimse bu Sümerler çıksın ortaya alsın topraklarını" diyen biri? Ama sanata gelince bak bu Sümerlerin  yani bizim kutsal topraklarımızın yaniiii dolayısıyla bizimmm. Hemen medeniyetin üstüne otur. Size dilim döndüğünce şunu anlatmaya çalışıyorum dostlar: Hiçbir sınır medeniyet yaratmaz, yaratsaydı dünyamız Sümer medeniyeti değil Moğol medeniyeti üzerine kurulu olurdu. 33 milyon kilometrekare Moğol toprakları herhangi bir medeniyet ortaya koyamadığı gibi tarih kitaplarında hiç de iç açıcı olmayan sözlerle anılmaktadır. I. Alâeddin Keykubad 1220'de Anadolu’ya hükümdar olduğunda -bu topraklarda medeniyet yaratmanın yolunun askeri başarıdan çok medeniyet kurmak olduğunu bildiği için- Anadolu’yu baştan aşağıya imarethaneler, saraylar, ibadethaneler, kaleler ve adını hatırlayamadığım kadar eserle bezemiştir. Bu da onu Anadolu’nun sultanı yapmıştır. Günümüzde Selçuklu mimarisi oluşmuş ve bir Anadolu medeniyeti kurulmuştur. Sakın konumdan uzaklaştım sanılmasın.  Benim ki medeniyetin o sınır denilen acımasız kelimeden çok daha ileri bir kavram olduğunu kanıtlama çabamdan başka bir şey değildi aslında. Tarih bu ikileme sıkışmış durumda. Sınırlarımız mı medeniyet kuruyor, yoksa o milletin yetiştirdiği değerler mi bir medeniyet olarak ortaya çıkıyor.

Son olarak değinmek istediğim konu bugünün dünyasında aslında sınırların ne kadar sübjektif kavramlar olduğu. Düşünsenize üç yüz küsur ülke var ve sizce bunlardan kaçı gerçekten emperyal güçlere karşı sınırlarını koruyacak düzeyde. Bugün çoğu think tank kuruluşuna göre Afrika kıtasının üzerinde İngiltere, Amerika ya da Almanya yazmamasının sebebi bu ülkelerin özgürlüğünün kazanmış olması falan değil; emperyal güçlerin bu toprakların insanlarına kendi vatandaşlığını vermek istememesidir. Bundan dolayıdır ki Sanayi Devrimi'nin başlattığı sömürgecilik anlayışını yürütmenin daha milli ve bölünmüş şekillerini bulmuşlardır. Yoksa Güney Afrikalıyla sınır komşusu Namibyalı arasında bir milli duygu farkı ya da tarihsel kökenlerinde herhangi bir farklılık falan yoktur. Milyarlarca dolar harcayarak sınırları birbirinden ayrılmış ve ne olursa olsun bu sınırları korumaları emredilmiştir.  Şimdi büyük efendilerin emri üzerine kara kıta sınırları korumak adına kendi arasında bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar vermektedir. Yüzlerce yardım kuruluşu, barış elçileri Afrika’ya sözde barışı getirmeye çalışmaktadır.  Belki de getirirler bilmiyorum, ama benim konum bu sınırlar meselesi ve bunun ortaya çıkardığı kaotik dünyamız. Bir gün ülkeler coğrafyası dersi hocamız Prof. Dr. İbrahim Atalay ile  söyleşirken: “Bu memleketin sınırları sizce doğru mu çizilmiş hocam” diye sormuştum. Değerli hocamın şu cümlesi sizle paylaştığım bu konuyu bana özetlemişti.

“Ne sınırı Hazoğlu! Bizim gibi kadim milletlerin sınırı yoktur. Bizim sınırımız Horasan erenlerinden Orta Asya’daki bir Türk otağına  adı duyulmamış uç beylerine ve daha önemlisi önümüzdeki bin yıl nerede olacağımızla ilgilidir. Sınırlar değişir, değişmeyen milletlerin kurduğu kadim değerlerdir” demişti.

İşte bunun içindir ki ben sınırların kutsallığından çok medeniyetlerin kutsal ve ileri olması gerektiğini düşünürüm. Sizin medeniyetiniz kadim ve güçlüyse kendi vatanımızda da gördüğümüz gibi o emperyal güçler size nasıl saldırırsa saldırsın siz yerinizde  efsaneye göre ortaya çıktığınız “ERGENEKON DAĞI” gibi dimdik ve sonsuz ihtişamla durursunuz. Kalemin beni iteklediği başka bir yazıda görüşmek üzere… Teşekkürler…      

Tuna Hazoğlu                                                                                                                                             


  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 12.02.2017

    Benim de değerli Fahri Kumbul'un itirazı doğrultusunda bir çekincem oluşmuştu bu yazı için. Yazı genelde doğru şeyler söylüyor; fakat özele gelince, çağımıza ve yaşadığımız gerçeğe gelince, başta ABD olmak üzere emperyalizmin sınırları küçültmek, küçük küçük eyalet devletleri kurmak gibi bir stratejisi de gözler önünde. Saygılar.

  • Fahri Kumbul

    Fahri Kumbul 11.02.2017

    "Hepimiz Sümerleriz, hepimiz Anu, Enkil, Eni, Annu'yuz" mu demeliyiz. Şehir devletlere ayrılalım, sonra birbirimize düşelim, zayıflayıp yok olalım, önemli olan insanlığa uygarlık mirası bırakalım. Hem uygar, hem ulus olamaz mıyız? Teşekkürler Sümerler.

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 09.02.2017

    Sayın dizel borsa, ben Sümerler devlet değildi demedim. İmparatorluk değildi dedim. Sümerler tarihteki bilinen ilk devlet organizasyonunu kurmuşlardır. Ona benim hiç şüphem yok. Ama bişeyin imparatorluk olması için başka özellikler gerekir. Karatani ya da Aktani öyle demişse de fışkı yemiştir. Hamdolsun, bizim de 50 gram mürekkep yalamışlığımız var. Ve neye imparatorluk dendiğini biz de az biraz biliriz. Ayrıcaaa, İncil çevirip ulus olunaydı Afrika'da da, Güneydoğu Asya'da da tonla "ulus" olurdu. Tam tersi sözkonusu idi. Yani? Ulus oldukları için İncil çevirmek zorundalardı. Bakınız bütün gavur illerinin "ulusal" kilisesi vardır (düvel-i muazzama'dan bahsediyoruz). Bence siz başka bişe kastediyosunuz. Ve ben onu henüz çakozlayamadım. Benim kifayetsiz algımdandır. Yoksa Alman Ulusu yoktu demek vallah terso olur. Ki olmasa daha evladır. Hayırlısı! a.y.a. çakozlayamasss

  • Ezel Parsa

    Ezel Parsa 09.02.2017

    Aslında Luther'in Kutsal Kitap'ıLatinceden yüksek Amancaya çeviri yaptığını yazacaktım. Daha önce gönderdiğim düzeltmeler ulaşmadı sanırım. Ulus kavramının Almanya'da ve diğer ulus-devletlerde nasıl oluştuğuyla ilgili detaylı bilgi için Benedict Anderson'un Hayali Cemaatler kitabını, dünya imparatorlukları ve Sümer İmparatorluğu için Karatani'nin Dünya Tarihinin Yapısı isimli kitabını tavsiye ederim.

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 09.02.2017

    saygıdeğer dizel borsa, sümer dünya imparatorluğu falan değildi (dünya imparatorluğu ne demekse). kalede ben varım. sümer gayet de erken dönem şehir devletleri konfederasyonunun iyi örneklerindendir. yazarın stilini çok sevemedim. ama bu yazdığı doğru. sizin kastettiğiniz şeyin ilk örneği mısır'dır. sümer ı-ıh yani. bi de alman ulusu hayali cemaattir demişsiniz. özel görüşürsek bu konudaki düşüncemi daha yalın bi dille anlatırım. ama şimdilik şunu demekle yetineyim: cıks, o da öyle değil; alman ulusu (bu da bülend ulusu ile akraba değil) diye bişe vardı. hayali, ya da küçük ali falan değildi. almanca'dan deel, almanca'ya o (incil-luther)! nokta! a.y.a. dizeli sevemesss, hep benzinli takılsss, a.y.a. gizli amarihansss

  • Ezel Parsa

    Ezel Parsa 09.02.2017

    Sümer gibi dünya imparatorluklarında otorite tek merkezden kaynaklanır, merkezden uzak sınıraltındaki kentler uygarlıktan dili ve teknolojiyi alırken merkezi yönetimin bürokratik hiyerarşisinin baskısından kurtulmuşlardır. Antik yunan mısır imparatorluğunun, Britanya ve Almanya roma imparatorluğunun ve kilisenin sınıraltlarında gelişmişlerdir. Sanayi devrimi ulus-devleti beraberinde getirmiş, kentlerde dinin etkisi azalırken, devrim ve kalkınma için gerekli görev ve birlik beraberlik duygusunu ulus kavramı sağlamıştır. Avrupa'da görece zayıf bürokrasilere sahip mutlak monarşilerin kilisenin etkisinden kurtulmak için dil birliğine dayalı ulus kavramını çıkarmaları burjuva dervimine geçişi kolaylaştıran bir etken olmuştur. Örneğin Alman ulusu Martin Luther'in incili Almanca'dan çevirmesiyle dil birliği temelinde kurulmuş hayali bir cemaattir. Sermaye-devlet-ulus üçlüsü meta ekonomisinin ayrılmaz üçlü halkasıdır. İnsan emeğinin sömürülmesi bu üçlünün ayrılmaz birlikteliğinden gücünü alır.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.