Facebook ahalisi ve malumatfuruşluk

Facebook ahalisi ve malumatfuruşluk

Bu coğrafyada bir metni okumadan anlamak, niyet okuyuculuğu yapmak, felsefesiz bilimsiz bilmek, her alanda ahkâm kesebilmek, her yere laf yetiştirmek, haddini bilmemek, duygularını düşünce zannetmek epey yaygın.
 

Kimi gazete yazarlarımıza bakın; maşallah cin gibiler, her olguyu en iyi onlar biliyorlar, hatta bir onlar biliyorlar, her konuda çarpıcı, benzersiz, akla zarar fikirleri var. Her satırda dünyalar kurup dünyalar yıkıyorlar. Türkçeye de pek gerek yok artık yazı yazarken; üslup hak getire, imge kullanımına ne hacet, koy çuvala kelimeleri dök köşeye. Nasılsa alıcısı da bol.
 

***
 

Televizyon ekranları farksız mı? Orası da her konudan şıp diye anlayan mümtaz şahsiyetlerle dolup taşıyor. Dış politika, iç politika, hukuk, strateji, askerlik, ekonomi, borsa, güvenlik, Ortadoğu, kültür, sanat, spor, moda, ekoloji, evrim sor anlatsın arkadaşlar; yayıl dinle feyz al.
Herkes her şeyi âlimi ulema düzeyinde bilince de üç beş kişilik monologlar kaplıyor ekranı. Diyalog denilen şey silindi gitti hayatımızdan. Kimse kimseyi dinlemiyor; biri konuşurken daha cümlenin ilk harfinde diğeri ne diyeceğini anlayıp cevap vermeye başlıyor.
 

İzleyicilerin kafası program sonunda çamaşır leğeni gibi doluyor. Malumatfuruşluğun bilgelik sayıldığı bir kültür ortamımız var. Şeyh uçmuyor mürit üfürüyor uçuruyor. Herkes ana karnına yazar, sanatçı, aydın, filozof, gazeteci, politika dehası, stratejist, psikolog, sosyolog olarak düşmüş.
Kibirden çatır çatır çatlanıyor, egodan hindi gibi kabarılıyor, ekranlar cart diye yırtılıyor. Anlamsızlıklar anaforunda pupa yelken sürükleniyoruz.


Yüzü Silinenler’’ romanından cümleler


Bugünlerde sevgili dostum Kaan Arslanoğlu’nun son romanı Yüzü Silinenleri satırların altını çize çize okuyorum. Romanın şu bölümü acı bir gerçekle yüzleştirdi beni:
“Hangi alanın gerçekliğine girsek, konu derinleştikçe ciddileştikçe, ilgilenen insan sayısı tahmin ötesi azalıyor. İnsanlarımız o güzel o aydın o çağdaş insanlarımız yarım saat bile olsa, on dakika bile olsa farklı bir kaynak okumak, emek vermek, düşünmek istemiyorlar. Yarım saat dayak mı yersin, yoksa aynı süre bir şeyi mi düşünürsün diye cehennemde seçenek verseler… Bizim aydınımız inanın ki dayağı tercih eder. Yüzde doksan dokuz böyle, sağcısı solcusu böyle. Bizde herkes her şeyi sanki doğuştan biliyor. Kapanmış, tamamlanmış insanlar…Merak duyguları kalmamış. Her şeyi bilen niye merak etsin! O yüzden yazı da yazsak, otuz kişiye konuşmak için 1500 fersah öteye de gitsek, beton kafalarla, taşlaşmış beyinlerle karşılaşıyoruz.’’
 

***
 

Anlaşılamamak, iletişim kuramamak, daha kötüsü yanlış anlaşılmak yaygın. Yazılı ve sözlü olarak iletişim kurdukça kelimelere, kavramlara farklı anlamlar yüklediğimiz için daha da uzaklaşıyoruz kopuyoruz birbirimizden.
 

Gerçeği aramak bilmek, gerçeğe sadakat yerine onu tekelimize almak içgüdüsü daha yaygın.
Sürekli yazı yazdığım için bu sorunu ben de yaşıyorum.
 

Bazen sevgili Yılmaz Akkılıç’la dertleşirdik: Yılmaz Abi…’’ derdim ironik bir tonda, “Biz kendi halimizde dünyaya soldan bakan yazarlarız ama yazdıkça, ki onca yıldır yazıyoruz, Bursa da, Türkiye de bizim düşüncelerimizin aksine sağa yöneldi. Bu işte bir terslik var. Yazmasak mı yoksa; kim bilir belki susarsak toplumu daha iyi aydınlatırız.’’
Yılmaz Abi, buruk biçimde gülümser onaylarcasına elini omzuma koyardı.

Facebook ahalisi
 

Yüzü Silinenler'de Facebook için güzel bir saptama var:
“Bu sanal iletişim çok garip bir şey. Çoğalalım, daha çok insanla iletişime girelim, tartışalım, fikirlerimiz böyle yayılsın diyoruz ama sanal ortamla sağladığımız çoğalma da sanal oluyor.’’
 

Facebook, fotoğrafların yazılardan daha çok ilgi gördüğü bir alan; hatta yazıları fotoğrafa çeviren bir makine yapılsa çok makbule geçer. Bakmak okumaktan daha çekici geliyor bize. Facebook görünür olma, göze batma, onaylanma ihtiyacımıza da karşılık veriyor sanki. Mesela, bugünlerde görün, ben ne çok çalışıyorum referandumda’ fotoları yaygın. Samimi, karşılıksız çalışanları ayrı tutayım, ama kimileri, “görün beni, bakın nasıl harıl harıl çalışıyorum, ön seçimde oy olarak geri dönsün bu fotolar’ dercesine habire paylaşım yapıyor.
Ayrıca, özel hayatların iki de bir önümüze serilmesi de mahremiyet duygusunun aşındığını göstermiyor mu?
Bu konulara da değiniliyor Yüzü Silinenler’’de.
 

***
 

Yazıya nokta ararken romandan bir çarpıcı cümle imdadıma yetişti: “Global olarak ruhsal depresyon salgını yayılıyor.’’ Mesela, nevrotik miyim yoksa ben de? Ne bileyim!.. Onca yılın psikiyatrı sevgili dostum Kaan, öyle olsam söylerdi herhalde.
 

Ne demeli, toplu terapiye ihtiyacımız artıyor sanki.
 

Can Ertan


  • can ertan

    can ertan 11.04.2017

    güzel bir katkı...teşekkürler...hayır moral olur yeni bir ivme yakalanabilir...son haftadayız gücüm yettiğince hayır için çalışıyorum ve umutluyum sanki bu kez olacak...sevgiler...

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 11.04.2017

    sabah gelirken radyoda bi haber duydum. balon düşmüş. fransız konsolos muavini ölmüş. ve bu olay galiba pazar günü olmuş. neyse. toprağı bol olsun fransızın. millete de geçmiş olsun. beni ilgilendiren kısım şu (haberde de zaten buna şaşırmıştım - ki şaşırmamalıyım): balonun sürücüsü "hava şartları kötü, o yüzden biraz erken inmemiz gerekiyo" deyince ordan bi karı (altını çizerek söylüyorum - KARI) "daha 30 dk oldu; bizden şu kadar para aldınız; 1 saat gezdireceksiniz" bizi diye dalmış. bu manyak KARI balonun şüferiyle kavgaya tutuşunca yüksek gerilim hattını şofor son anda farketmiş. ama iş işten geçmiş ve çarpmışlar. sonuç? fransız mort! balon düşmüş. yaralılar falan var. ben bunu bu yazının altına niye yazdım? yahu, hayatında belki ilk defa balona binip balon süvarisi ile kavga edecek gerizekalıyı nerde bulabilirsiniz? böyle memlekette plebisitin sonucu evet çıksa ne yazar, hayır çıksa ne yazar? Gönül yazar anca! ben bu model had bilmezlerle hergün karşılaşıyorum. a.y.a. vah banasss

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.