Deneme
TERAPİ ODASI (11) – Kısa Roman 6. Ve Son Bölüm
Geçti, yine karşıma oturdu. İlk geldiğinde de ruh durumu açısından kötü görünmüyordu, ama şimdi sanki daha iyi görünüyor. Yüzüne renk geldi, güzelleşti. Ya da bana öyle görünüyor. İlk oturumlarda özellikle içeri girerken muzip ve hatta alaycı bir gülümsemeyle selam verirdi. Şimdi sanki daha dostça gülümsüyor. Ya da bana öyle geliyor.
Hemen sordum: “Eşiniz de geldi mi?” Gelmiş. Neyse ki gelmiş. Sanırım bu oturum birçok şeyi çözeceğim, pek çok şey aydınlanacak.
Konuşmaya başladı. Ona verdiğim ödevler hakkında. Kısa kesmesi için kibarca uyardım, “Bugünkü vaktin çoğunu eşinize vermek istiyorum” dedim. “Bugün onun günü, sizinle şöyle bir yirmi dakika bazı şeyleri gözden geçirelim, sonra eşinizi alalım.”
Anlattıklarına ve anlatım şekline bakılırsa belirgin ilerleme kaydetmiş ve rahatlamıştı. Daha mutluydu. Tabii hastalığının yarıdan fazlasını bana geçirmek suretiyle. Öyle olsun bakalım. Acılar paylaşa paylaşa azalır, neşeler paylaşa paylaşa artar. Bizimki ikisi de değil.
Olayın akılsal veya teorik açımlamaları üstüne konuştuk, bazı fikirlerimi söyledim, o sordukça söyledim; o ilgili ilgisiz başka konularda da konuştu. Bazen anlattıklarımı doğruladı, kabul etti, bazen yan temalara saptı.
Çocukluk nostaljisi insana iyi gelirdi de fazlası, buna takılmak, zararlı mıydı? Takılamazsın zaten, bunlar uçucudur ve yaşayamazsın. O halde aksine, bunları artırmak gerekir. Bunu bugüne uyarlayıp, daha güçlü daha iyi insan olmak için güncel hayallere dönüştürmek gerekir. Hatta bunlar gerçekleşebilecek hayaller olmasa da olur. Belki öylesi daha bile faydalıdır. Yeter ki her gün kendimize azcık zaman ayıralım. Günlük hayhuydan kurtulup, gevşeyeceğimiz, düşlerimize dalabileceğimiz yirmi-otuz dakikalarımız rahatlatsın, gönendirsin bizi her gün. Her gün olamasa bile iki günde bir hiç değilse. Kimisi daha önce dediklerimin tekrarıydı, kimi yeni ulaştığım saptamalar. Kendim de hastalığı kaptığımı; bunun bana henüz iyi gelip gelmediğini, zarar verip vermediğini bilmediğimi söylemedim.
Bu nostaljik hisler konserve hava gibidir dedim. Kapağını açınca bir an koklarsınız, ama hemen kaçarlar. Boşalanı uzun süre koklamak veya odayı dolduracak kadar bollaştırmak mümkün değil. Cinsel haz gibi. Uzatmaya çalışmak boşuna. Yaşayacaksınız, geçecek, onun orada yine var olduğunu bileceksiniz, onunla yetineceksiniz. O da bir zevk. Güçlü vurduğu anları uzatmaya çalışmak boşuna.. Bunu görece başarsak bile aynı hazzı vermez.
Demek ki yine ne yapmak gerek?.. Onları bugün kurabileceğin hayallerin içine katmak…
Neden çocukluk anıları daha etkili ve güzel vurur da gençlik ve orta yaşlılık anıları değil? Onlar da vardır, ama çocukluğun etkisi bir başkadır. Çünkü çocukluk daha saf bir yaşam ve umut çağıdır. İlk heyecanların dönemidir. Belki aptalca ama kendinden, kendiliğinden coşkulu devrin. Neden buzaklar, kuzular, oğlaklar, enikler durduk yerde sebepsiz zıplarlar? Çünkü çocukluk beyaz sayfa, kirlenmemiş, dosya, boş kortex yıllarıdır. Neden demanstakiler, bunamışlar yakın dönemleri, orta yaş devrini değil, baskın biçimde çocuklukluklarını hatırlar, yaşarlar. Çünkü en alta en keskin harflerle işlenen o yaşantılardır.
Onları saf haliyle duyumsamak rüyada bile imkansız. Bunun için kafayı tümden boşaltmak lazım. Bu da ancak alzheimerde olur. Kim bunamak ister?
Ama yaşamı biraz yavaşlatmak fayda eder mi? Daha sakin, daha az hareketli, daha az meşgul bir hayat? Belki biraz, ama çoğu zaman hayır. Yaşamı hızlandırmak, aksine daha iyi sonuç verebilir. Darda kalmak daha iyi sonuç verebilir. Bilinenin aksine. Çünkü insan yaşamı hızlandığında veya dara düştüğünde, sakin ve güzel zamanlarına daha bir özlem duyar. O anıları uzun yaşayamaz, sizin ilk geldiğinizdeki gibi kısa süreli dokunuşlar hisseder. Ne ki, bu da kişiye çok bir şey katmaz. Coşkusunu artırma anlamında.
O halde, ne çok hızlı, ne de yavaş, denetimli, ortalama bir yaşam temposu en iyisi. Altın orta. Ve yine konuyla ilgisi egzersizlerimize biraz daha devam edeceğiz.
Ben bunları söylüyorum, ancak çoğunlukla yine o konuşuyor. Danışanın, danışılana göre fazla konuşması kurala uygun ve iyi bir şeydir. Ona diyeceğim yok. Ama bugün özel bir gün. Eşiyle görüşmem gerekiyor. Saate baktım. Adama sadece on beş – yirmi dakika kalmış. Kesmezsen susmayacak tiplerden biri benim nostaljilerimin hatunu. Sonunda usturuplu biçimde durdurdum da kocasını hatırladı.
O çıktı, eşini içeri aldım, ara vermeksizin.
Adam düzgün bir tipe benziyor. Bir bürokrattan çok eski bir sporcuyu andırıyor. Kafasında yün beresiyle. Konuşması efendi, ifadeleri yerinde.
Önce şu eşinin fazla para harcama, kendisinin de “cimriliği” konusundan girdim. Mealen, cimri falan değilim, dedi. Ama bizim hatunun saçma sapan bir yardımseverliği vardı ki, bir ara bayağı bir sorun yaşadık. Nereden buluyordu, niye nereye harcıyordu, akıl erdiremiyordum. Kötü bir iş yapacak, başı belaya girecek diye korkuyordum. Ama epey azaldı. Sizin terapiniz de çok iyi geldi, teşekkür ederim.
“Benim terapim sayesinde mi harcamaları azaldı?”
“Yok, son birkaç yıldır iyi. O yüzden artık dert etmiyorum. Zaten pis bir şeyler yapsa kokuyu alırdım. Şirkette el üstünde tutulan bir eleman. Patronlar tapıyor ona. Demek evham yapmışım diyorum kendime. Şimdi ben de rahatım.”
Ne garip benzerlikler…
Aile ilişkilerini, aralarını falan sordum. Oldukça ketum biriydi ya da ilk karşılaştığı insana bir doktor bile olsa her şeyi açık etmek istemiyordu. Normaldir. Ne sorsam, “çok iyi… çok iyi” dedi. Hiçbir sorun yokmuş.
Çocuklarını sordum. Evet, gerçekten iki çocukları var. Onlarda da bir “sıkıntı” yok. Eşinin çocuklara ilgisinden de memnun.
Vakit daralıyordu, ama içimdeki kuşkular henüz ortadan kalkmamıştı. Ya yakın bir arkadaşını “kocam” diye getirdiyse…
Bakanlıktaki işini sordum, biraz anlattı. “Hangi bakanlık?”. “O bende kalsın şimdilik” dedi. Biraz daha deşmek ihtiyacı duydum. Mesleği ile ilgili ayrıntılara girdim, esastan ve yandan üst üste sorular sordum. Bunca yıllık psikiyatristsem eğer, bu adam rol yapmıyor. Hakikaten bir bakanlıkta çalışıyor ve bizim hatunun kocası.
“Anladığım kadarıyla sizin işiniz bir tür denetmenlik, danışmanlık, müfettişlik gibi bir şey.”
“Müfettişlik hizmeti gören bir danışmanım” dedi.
“Eğitiminiz nedir?”
“Açık öğretim mezunuyum. İki dalda ayrı ayrı mezun oldum. Ama asıl mezuniyetim polis akademisinden.”
Polis akademisi ha! Durakaldım. Fakat çabuk toparladım.
“Polislik yaptınız mı mezun olduktan sonra?”
“Evet, dört yıl emniyette çalıştım burada.”
Gülümsedim. Artık hiçbir şey şaşırtmıyordu beni. Daha fazla soru soracak takadim kalmamıştı.
“Tamam o zaman, bugünkü görüşmemiz bu kadar. Gerekli olursa tekrar görüşürüz. Teşekkür ederim.”
“Asıl ben teşekkür ederim” dedi. “Ne zaman gerekli görürseniz, çağırın. Ben hemen gelirim başımın üstüne.”
+++++
İşi oluruna bıraktım. Fazla da takmadım. İki hafta sonra gelecek yine. Daha ilerisini öğrenmek istiyor muyum, istemiyor muyum, o da belli değil. Gelince konuşuruz, ne yaşanacaksa yaşanır.
İki hafta sonraki randevuya gelmedi. Bir mazeret telefonu da açmadı. Sekreterime birkaç kez sordum, tembihledim. Onu da aramıyor.
Gelir elbet, öteki haftaya randevu alır, diye düşündüm. Yine gelmedi, iki hafta daha geçti.. Yine gelmedi.
Telefonla aradım. Telefon numarası değişmiş. Ulaşılamıyor.
Ertesi gün çalıştığı şirketi aradım. Çalıştığı şirketten ayrılmış. İstifa etmiş. “Bir sorun mu var” diye sordum santraldaki kıza. “Hayır, bir sorun yok, kendi isteği ile ayrıldı, bilgim bu kadar.”
Şaşırdım. Bir gün telefon açar, randevu alır ve gelir diye düşündüm. Bir daha ne geldi, ne ondan bir haber aldım.
++++++
Üç ay kadar sonra…
İkinci eşimden de boşandım. Bu kez boşanmayı isteyen bendim. Fakat yine bunalımda olan benim.
Orta yaşta bir hanım girdi içeri. Oturmadan yanıma yaklaşıp fısıldayarak bir şeyler söyledi. Kızkardeşini getirmiş. Kızkardeşinin eşi, yani enişteleri geçen ay vefat etmiş.
“Nasıl söylesem, bizimkiler birbirlerine çok düşkündüler. Kardeşim bir hafta ruh gibi dolaştı eniştem ölünce, sonra da iki kutu hap içip intihar etmiş. Son anda yakaladık. Bir hafta yoğun bakımda kaldı. Doktorlar iki kere öldü dediler, güç bela kurtuldu. Şimdi çıkar çıkmaz biraz toparlandı da size getirdik. Doktorlar kesin bir psikiyatrist görmeli, dedi. Gerekiyorsa hastanede yatmalıymış. Kendi istemiyor, biz zoraki getirdik. Direnecek gücü yok zaten garip kardeşimin.”
“Tamam” dedim, “bir görelim.”
Kadını kolundan tutup getirdi ablası, koltuğa oturttu. O çıktı, biz yalnız kaldık.
Güzelce bir kadın. Fakat gözlerinin feri sönmüş. Bakıyor da bakmıyor gibi.
Yahu, bu kadın da birine benziyor. Hem de çok benziyor. Ama kime? Bu bende bir hastalık haline geldi artık. Kafayı yiyorum galiba. Paranoya böyle olmaz ki! Bu neyin semptomudur?
“Çok üzücü bir olay” diye söze başladım. Üzücüydü hakikaten. Ama doğrudan konuya girmemek daha uygundu. Az buçuk ağzından bir sözler dökülsün önce. Dolaylı yaklaşmalı.
“Çalışıyor musunuz?”
Pek uygun bir soru değildi ama, cevap verirse idare eder.
“Hayır. Emekliyim…”
Sesi de tanıdık gibi..
“Geçen yıl emekli oldum.”
“Bankadan mı?”
“Ağzımdan birden öyle çıkmıştı.”
“Evet, bankadan.”
Bankanın adını söyledim.
“… Bankası’ndan mı?”
“Evet.”
“Eşiniz polisti galiba?”
“Evet. Nereden biliyorsunuz bunları? Ablam mı söyledi. Gazeteden mi okudunuz?”
“Ablanız bazı bilgiler verdi” diye her anlama gelecek ve yanlış da olmayan bir cevap verdim.
İçimden gülmek gelmişti. Kendimi zor tuttum. Tutmasam, sonradan kendi kendime dert ettiğim küçük mesleki skandallar listeme bir yenisi eklenecekti. Yüzüm neyse ki ciddiydi, kadının hali ve durum son derece acıklıydı, ama içimde çok eski ve sevgili bir dostumla yeniden karşılaşmış gibi bir sevinç yükselmişti. Çocukluğumdan, ilk platonik aşklarımdan bir şeyler kıvılcımlandı. Ancak o anın duyguları çok güçlüydü ve hemen yine üste çıktı. Onu kucaklamak isterdim. Acıma ve içten bir sevgiyle. Nasıl bir sevgi? Nasıl olursa olsun canım!
Tabii kucaklayamadım.
++++++++++++
YAZARIN SON SÖZÜ
(Edebiyatta pek yeri olmayan, daha çok eski eserlerde ve nadir görülen bu deyişi isteyen okusun, isteyen okumasın. Editör Notu.)
Diyesim son söz babında odur ki: Yaşam durmadan yinelenen bir döngüdür. Tekrarlanan kaderler, karakterler, dramlar ve komplolar bütünüdür. Kimi bu döngüyü yoğun, kimi seyreltik yaşar. Kimi farkındadır, kimi az farkında. İnsan tıpkı hayvanlar gibi ortak hafızalı, ortak kimlikli bir bütündür. Kimi toplumsal bilinçaltının farkındadır, kimi değildir. Bu ortak hafızaya uygun düşünüp, davranan kişi kalabalıklara daha rahat karışır, daha kolay huzur bulur. Davranmayan, kuşkusuz ki daha üst insan olacak, ama daha çok acılar çekecektir. Hangisinin daha doğru olduğu hep bir sır olarak kalacak. Lakin herkes karakterinin kaderini yaşayacak.
NOSTALGİA PRAECOX – KISA ROMAN – SON
Yayına Hazırlayan: Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Kaan Arslanoğlu 22.03.2019
Teşekkürler değerli Serhat Cansız'a, İnan'a, Neo Paladyum'a... :)
Serhat Cansız 22.03.2019
Sistematik olarak ilk kez Kant tarafından ortaya konulmuş olsa da ilk çağlardan beri bilinen bir gerçektir ki insan “çıkarsız yargılama yetisini” ancak estetik yargısıyla geliştirebilir. Bu yargının “iyiyi isteme”, koşulsuz buyruk gibi etik bilgiye dolaysız katkısı olduğunu düşünüyorum. Estetik anlayışının etikle, iyi insanla doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyorum. Değerli Kaan Arslanoğlu gibi elinden gelen, yeteneği olan herkes sanat eseri üretebilirse siyasetten çok daha faydalı olurlar kanaatindeyim.
Neo Paladyum 21.03.2019
sn. İnan bey teşekkürler değerli yorumunuz için. ben de burda tabii ki sizin de hissettiğiniz gibi (yoksa bana daha ağır (: konuşurdunuz ) biraz ironi yapmaya çalıştım, biraz romanları okumayanlar için merak uyandırma amaçlı duygularımı ilettim. biraz da feysbuk ortamından gelen, oraya özel olması gereken üsluba bulaştım. yoksa edebiyat ve romanla ilgili bi kültürüm birikimim yoktur. kitap olarak; kuramsal, bilim kurgu ve en fazla da distopik roman okurum. Son diyeceğim.. kişinin ürettiği fikir, sanat, üretim gibi işler.. herhangi birinin olumsuzlamasıyla, belirli bir dönemde satılma- okunma sayısıyla dahi değerlendirilemez ! bunun çarpıcı örneklerini .. bizde ve yabancı yazarlarda / sizler de çok daha iyi görmüşsünüzdür. Ya da; popüler, çok satılan_okunan roman nedir ? {romanlardan birinde (galiba 'yoldaki işaretler'di).. bu konu da esprili bi şekilde inceleniyor} .. selamlar.
İNAN 21.03.2019
Merhaba, Neo Paladyum beye ithafen yazıyorum. Bence Kaan Arslanoğlu sadece romana ağırlık vermeli. Kitaplarındaki sertliğin nedenini ben anlayabiliyorum. Benim babam son nefesine kadar düşlerine sadık kaldı ve öyle öldü. Kaan Arslanoğlunun ölenle yitip gidenle, kendini bozmayan insanlarla sorunu yok, daralmayın, üzülmeyin, onun derdi böyle siyaset miyaset yapıp, elalemin kanına girenlerle. Tüm gün Toto’dan sallayıp akşam eve kafayı bir şeye takmadan uyuyup aslında hiç bir şeyi umursamayanlarla. O yüzden üzülmeyin üstünüze alınmayın. Reenkarnasyon kulübünü tekrar sakin kafa yazar size bağırmıyormuşçasına tekrar bir okuyun derim ben. Sizleri selamlar iyi günler dilerim.
Kaan Arslanoğlu 20.03.2019
Neo Pala'ya: Yog be hocam. İnsan bu tarihi neler görmüştür. Editöre "ben bilhassa öyle yazmıştım, niye düzeltiyon" diyenler mi istersiniz, " ben şaka yapmıştım, esprinin içine etmişsiniz" diyenler mi... ya da editörün düzelttiği bir şeyi rakibi olan yorumcu beğenmeyip "o öyle mi yazılır" demeğinen, ötekinin de "ben öyle dimemiştim. Kim bozdu ulan benim yorumumu" diye çemkirenler mi.. :) ben aslında "roman yazmasın.. ama son denemeler gibi kurgusal anlatı biçimleri yazsın" mı demek istiyor acaba diye tereddüt ettim. Ve bir şaka var falan sandım. Her neyse saygı sevgi bizden.
Neo Paladyum 20.03.2019
netekim .. ''kuramsal'' olarak yazmam icab ederdi ! fekât, bu kadarcık kusur .. kadı kızının ''insan bu sitesinin yorumcusunda da'' mümkündür ! filhâkika, yazıyı mukabelden geçirip .. görülmüştür- mümkündür, tecelli edebilir .. mertebesini değerlendirmekle mükellef olan administrator, moderator ve editor kadrolarımızın da (bkz. burda 'da' yı ayrı yazıyorum) bu tür fevri kusur ve âcziyetleri fark ederek, leb demeden kuru üzüm denilmek istendiğini idrâk ederek, doğru istikâmette müdahale ederek.. icâb eden müdâhaleden imtina etmesi de ! nâcizane yorumumdaki cüzi hatamın iş bu makalenizin altında tezâhür ve tenasül etmesinde kısmii bir iştiyâki olduğunu kâbul etmek de elzemdir. hörmetlerimle
Kaan Arslanoğlu 20.03.2019
Değerli Paladyum bey, ilk yorumun ikinci cümlesinde, klavyeniz mi sürçtü? Roman yazmasın ama kurgusal yazsın, demişsiniz. Acaba "kuramsal" mı demek istediniz. Bir de okuduğunuz romanların hiç mi eğlenceli, mizahi tarafı yoktu? Mamafih eğlence ve mizah son romanlara doğru giderek artmıştı. Bir okuyun bakalım yenileri. Haydi hayırlısı. Sağ kalırsanız konuşuruz. :)
Neo Paladyum 19.03.2019
(devam) mamafih.. bütün bu olanlara rağmen nedendir bilmem ? son kalan 5..6 romanını, sahhaf arkadaşıma bul getir diyerek sipariş ettim ! nedendir bilmem ! bekleyelim görelim ?
Neo Paladyum 19.03.2019
Kaan bey'in roman yazmasına karşıyım ! bence.. daha çok kurgusal kitap yazmalı ! son 3 ay içinde, 6 romanını okudum. önce ''sessizlik kuleleri''nden başladım, soona 'devrimciler- 'karşı devrimciler- 'yoldaki işaretler-'kişilikler.. son olarak da 'çağrısız hayalim'i okudum içim karardı ! dejavuu.. yaşadım, 35..40 yıl öncesine döndüm. geleceğe yönelik karamsarlık, 12 eylül öncesi ve sonrası o travmatik günler, bastırılan duygular, ertelenen ilişkiler, 18..20 yaş civarı gençliğe yüklenen dağ gibi yükler, kırılan hayaller, örselenen hayatlar, yanılsamalar, anlaşılmamalar, ihanetler, necasetler.. depresyona girdim, şekerim ve tansiyonum yükseldi. ayak tabanımda eski bir mevzuattan kalan semptom depreşti. bugünlerde kalpten veya veremden gidersem veyahutta psikonevrozun segonder semptomuma girersem ? bilin ki.. müsebbibi bu romanlardır. haa ! dersiniz ki hiç güzel hoş eğlenceli yanları yok mudur ? tabiiki zaman zaman vardır ! velâkin bunca travmatolojik etkinin içinde deryada bir balıktır.
fahri kumbul 16.03.2019
Canlandırmalar, tasarım, kurgu çok iyi. Kahramanın yorumlamaları üst düzey. Okurda maddi hata duygusu oluşturmuyor. Okudukça yazara güven artıyor. Öğretici bir roman. Romanın ana konusunun uzmanlık alanınız olması kaleminize güç katmış. Okudukça bu kadar iyi olmanıza şaşırdım diyebilirim. Yorumların az olmasına dair yorumunuza yüzde yüz katılıyorum. Kutlar, kitaplaştırmanızı ve devamını dilerim.
Serhat Cansız 15.03.2019
Çok beğendim hocam. Umarım kitaplaştırır daha çok insana ulaşmasını sağlarsınız. "Herkes karakterinin kaderini yaşayacak" sözü çok hoşuma gitti.
Kaan Arslanoğlu 15.03.2019
Özgür Coşar'ın sayfasında ona verdiğim cevabı burada da yineleyeyim: Kitap olarak bastırma işi yaş. Şimdilik böyle bir şey düşünmüyorum. Ben aslında Terapi Odası'nı bir bütün olarak kitaplaştırmayı düşünmüştüm baştan. Ama o da kesin değil. Aldığım tepkilere göre. Arz talep meselesi anlayacağınız. Tefrika sırasında daha çok okunma, hadi okunma az olabilir. Daha çok geri dönüş bekliyordum. Hala da geç değil. İnsanlar beğendim beğenmedim yerine kurgu üstüne veya ayrıntılara ilişkin görüş belirtseler diye düşünmüştüm. Yoksa internette yayımlamanın ne farkı olacak. Yaşayan ve değişen bir şey olsun istemiştim. Ama bunun yerine okuyucuyu iyice kaçıran bir şey oldu. Edebiyatı seven edebiyattan anlayan maalesef çok az insan var. Onların da çoğu çok meşgul. Biliyorum. Durum bu. :) İlgi gösteren herkese teşekkürler, saygılar..