Edebiyat
Bugün A. Kadir

'Sensin estetik'
Bundan on yılı aşkın bir süre önce “Bugün 'toplumcu' bir genç kuşak şiiri yazılıyor mu?” sorusuna yanıt aramış ve o makalenin bir yerinde 40 kuşağı sosyalist şairlerini değerlendirirken mealen şunları yazmıştım: “Bu şairler her şeyden önce bir şair değil devrimcidirler. Kendilerine 'nesiniz' diye sorsanız 'önce partili bir devrimci, sonra da belki şair' ” yanıtı alırdınız büyük olasılıkla. Bunda da yanlış bir şey yoktu: Kapitalist bir ülkede sosyalist bir devrimcinin en “acil” görevi sosyalizmi anlatmak, halkı örgütlemektir ve bunun için de en iyi kullanabildiği araçları kullanır. (1) Bunu o şairlere ve sosyalist sanat anlayışına burjuva kanattan yöneltilen “edebiyatı araçsallaştırma” eleştirilerine bir katkı olsun diye söylemiyorum elbette; sosyalist şairlerin ve kuşağın değerlendirilmesinde kategorilerin buna uygun olması gerektiğini vurgulamak için söylüyorum. (2)
Bu şiire; tarih dışı, sabit ve dayatmacı egemen olan kategorik anlayışlarıyla yaklaşıp “estetik” bulmayanları gördükçe de aklıma “Hamile kadınlar dışarı çıkmasın, estetik değil” diyen Ömer Tuğrul İnançer geliyor; tabii kadınların ona verdiği cevapla birlikte: “Sensin estetik.” Bunlar Türk şiirinin Ömer Tuğrul İnançerleridir. Evet, A. Kadir ve kuşağı sadece devlete ve onun hapishaneleriyle, işkenceleriyle mücadele etmemiş hem de o günün hâkim olan şair kılıklı Ömer Tuğrul İnançerleriyle de mücadele etmiştir. Ataol Behramoğlu, A. Kadir'le 1976 yılında yaptığı söyleşide şunları söylüyor: “[...] Sosyalist dünya görüşünü temel alan şiirler yazmışsınız. Bunların yaygınlaştırılmaması ve getirdiği estetiğin örtbas edilmesinin nedeni sınıfsaldır. Her dönemde resmi edebiyat ortamı diyebileceğimiz, bir edebiyat ortamı oluşturuluyor.”(3) A. Kadir ve 40 kuşağının mücadelesi, bu resmi edebiyat ortamına “Sensin estetik” sloganını haykırdıkları mücadeledir de. Bugün de...
A. Kadir; Kara Harp Okulu'ndan, Nâzım Hikmet'in şiirlerini okuduğu, çoğalttığı, ezberlediği için, hayranı olduğu büyük şairle birlikte aynı davaya sokularak atılır. Yoksul bir halk çocuğu olan A. Kadir, 11 ay cezaevinde kalacaktır. Askerliğini Diyarbakır'da içinde olmak üzere çeşitli illerde yazıcı alarak yapar. Andığımız söyleşisinde sürekli taklit ettiği, neredeyse aynı şiirleri yazdığı için eleştirildiği Nâzım Hikmet'le farkını şöyle açıklar: “Nâzım halkına şair olarak bakar. Oysa ben, askerin arasında bir şair olarak yaşamadım, bir asker gibi yaşadım.” (4) Hiçbir zaman Nâzım Hikmet'e ve onun şiirine olan hayranlığını inkâr etmeyecektir. Söylediği fark, yazının başında bu kuşak için söylediklerime şu eki yapmamı gerektiriyor. A. Kadir başta olmak üzere 40 kuşağı; devrimci asker, devrimci öğretmen, devrimci taksici, devrimci ayakkabıcı, devrimci 'mussahhih'tir; sonra da şair. Şiirleri ve yazdıkları, yaşamın bir “gerçeğine” denk gelmelidir. Sürekli aç kalmak tehdidiyle karşı karşıya yaşadığı “sürgün” yıllarını yaşamış, döndüğünde yine her kapı yüzüne kapandığından, “Patron ne kadar alçak olursa olsun, ucuza ve en iyi çalışan adamını polis baskısına rağmen işten atmaz” diyerek, üç kuruşa bulduğu düzeltmenlik işleriyle geçinmeye çalışan A. Kadir ne yazacaktır; elbette Terzi Âdem'i, Berber Ali'yi, dikimaneden Emine Teyze'yi ve Makbule'yi, Cibali sigara fabrikasının tütün emekçisi kadın işçilerini... Ama 40 kuşağı nasıl sadece düzeltmen, öğretmen, terzi değilse, anlattıkları insanlar da, Garip'in yüzeysel biçimde anlattığı, küçük orta sınıf sade insanlar değildir. Onlar; Garip gibi insanın yaşantısını, acısını, çelişkilerini hafifsemez, gösterip kaçmaz. Kaçamazlar; çünkü o yaşamın bir parçasıdırlar; topluma şair olarak yaklaşmazlar.
Sadece kültürel ve bire bir tanık oldukları hayat değil, evrensel anlamda bütün insanlık ve acıları onların ilgi odağıdır. Unutmayalım, onların yazmaya başladıkları dönemde insanlık İkinci Dünya Savaşı'na doğru evrilmekte, faşizm yükselmektedir. Şiirlerini geliştirip yayımlamaya başladıkları dönemdeyse artık dünya büyük savaşla yanıp kavrulmaktadır ve bu savaşta Sovyetler Birliği halkları da vardır.
Eleştirel gerçekçilik-toplumcu gerçekçilik
A. Kadir'in ve kuşağının sosyalist bir şair olarak elindeki kıt kaynaklarla sosyalist sanatın estetiğine yönelik gözlerini Sovyetler'e çevirmesinden daha doğal bir şey yoktur. Ancak bugün bile genel anlamda kaynakların çevirisinin hali ortadayken o dönem koşullarında -kütüphanelerden Rusça sözcükler bile toplatılırken- 40 kuşağı sosyalist şairlerinin nasıl bir çıkmaz içinde olduğunu düşünmek çok zor olmasa gerek. Belki de tek kaynakları Nâzım Hikmet'tir. O; bütün birikimiyle elinden geldiğince onları gerçekçi şiirin biçim ve öz nitelikleriyle ilgili bilgilendirmeye çalışır ve o koşullarda bile “en iyisi” ortaya çıkar. O en iyilerin biri de şiirde A. Kadir'dir.
Bütün kısıtlılık içinde elbette kavramlar da birbirine girer, yanlış çevrilir, yanlış anlaşılır, dolayısıyla her şey biraz el yordamıyla yürümektedir. Bu 40 kuşağının da “toplumcu gerçekçi” olarak adlandırılmasına, anılmasına yol açar, buna kendilerinin bir itirazı olmayacaktır. Oysa sosyalist estetiğin teorisyenleri o dönemde sosyalist ya da toplumcu gerçekçiliğin sosyalist devrimin yaşanmadığı ülkelerde uygulanıp uygulanamayacağını tartışmaktadır. Başta Georg Lukács olmak üzere “uygulanamaz” denmektedir. Bundan kasıt şudur: Toplumcu gerçekçiliğin; sosyalist devrimi yapmış toplumu komünizme hazırlama, bilinçlendirme, o hedefe doğru yürüme yolunda şevkini ve gücünü yükseltme görevleri de vardır. Bu yüzden yirmilerin sonundan başlayarak Sovyet edebiyatı -bugün bizce de eleştirilir- tamamıyla buna hasredilmiştir. Sosyalist devrimi yapmamış kapitalist toplumlardaysa ancak “eleştirel gerçekçilik” mümkündür, denecektir. Eleştirel gerçekçilik, kapitalist eşitsiz toplumun sömürüsünü, eşitsizliklerini, acılarını, haksızlıklarını anlatmakla işlevini yerine getirecektir. Bütün bu açılardan 40 sosyalist şairleri elbette “toplumcu gerçekçi” değil, “eleştirel gerçekçi” bir edebiyat yaratmışlardır. Bizim “gerçekçiliğimiz” bütünüyle “eleştirel gerçekçidir.”
Eleştirel gerçekçiliğin bir avantajıysa öz-biçim dengesi konusundaki “özgürlükçü” yaklaşımıdır. Bertolt Brecht “Sinema Yazıları”nda “Bir eserin biçimi gerici, içeriği ilerici olabilir” der. Toplumcu gerçekçilik biçimde gerici, ama komünizm ideali anlamında özde ilerici eserler toplamı çıkarmıştır. A. Kadir, 40 kuşağı içinde öz ve biçim dengesini en iyi koyan, anlayan ve yorumlayan şair olmuştur. Bu özelliği de onun bugüne taşınmasının en büyük nedenidir. (Ona Rıfat Ilgaz'ı da eklemeyi unutmadan.)
Bugün de A. Kadir
Matbaa çağının sonundayız. Büyük ve engellenemez şekilde bir “görsel çağ” kapıyı kırıp içeri girdi. Ekran, satırların mekânı oldu. Yine iletişim teknolojileri, sınıfsal konumlanışlar büyük değişimler geçirdi. Buna rağmen matbaanın, yani sosyalizmin A. Kadir gibi çocukları eserleriyle yaşamayı başarıyor, niye? Bunda yukarıda değindim “öz ve biçim” dengesini kurabilmiş olmasının etkili olduğunu düşünüyorum, bir de o “öz”deki insan sıcaklığının. Toplumsal çelişkilere olduğu kadar insani çelişkilere de o sıcaklıkla yaklaşır. İnsan sıcaklığını bir söyleyiş düzeyine çıkarabilmiştir A. Kadir. Ona ister kâğıttan, ister telefon ekranından, ister bir atölyeden, ister plazadan yaklaşın o sıcaklık sizi de saracaktır. O diyalektiğini kurabilmiş bir şairdir.
Öyleyse onu doğumunu 100. yılında güzel bir şiirini okuyarak anıp, yazıyı sonlandıralım:
Dön, Geri Bak
“Kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç,
insan mısın, bu pazarda mısın, iki pula mısın,
kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç.
At denize kendini, git boğul.
Düş bir kör kuyuya, ordan çıkama.
Bir kere dön ama, bir geri bak,
şu kolu gör bir kere, şu kolu,
pisliğin, sürünün içinden uzanan şu kolu,
durur dimdik, bembeyaz havada,
budaklı bir ağaç gibi güzel.”
---------------------------------------
(1) “Matbaa çağında” elbette bu “basılı” olan metaryaldi. Öyle ki, günümüzde internet teknolojisi, iletişim olanaklarıyla basılı yayının etkisini karşılaştırırken bazı Batılı düşünürler, sosyalizmi “matbaanın çocuğu” olarak niteleyecekti. 1917 Ekim Devrimi'nin en büyük şairlerinden Demian Bedni'nin bir tren dolusu basılı yayın ve kitapla anlatıldığı sahne çarpıcı bir sahnedir. Onun şiirleri, “Kolay özümsenebilecek bir biçim ve hemen anlaşılacak bir içerikle yazılmıştır ki sovyetlerin en ucundaki köylüye ulaşabilsin. (Zelinski, Sovyet Edebiyatı, s. 48) “Matbaanın, dolayısıyla “basılı araçların” etkisini düşündükçe insan bunun doğru bir saptama olduğunu düşünmeden edemiyor.
(2) Bu anlamda Tahir Abacı, Sözcükler dergisinin Mart-Nisan 2017 sayısındaki A. Kadir özelinde yazdığı yazıda, “Dediğim gibi sosyalist paradigma farklıdır, farklı kalacaktır” diyerek önemli katkıda bulunmuştur. (s.39)
(3) Sözcükler dergisi, Mart-Nisan 2017 sayısı. s. 46
(4) agy, s. 45
Nihat Ateş
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Mete Demirtürk 04.07.2017
Asım Bezirci'yle çevirdikleri P.Eluard şiirleri, hâlâ başucu kitabımdır. Şiirine gelirsek, özgün dili ve sımsıcak dünyasıyla beni etkileyen birkaç şairden biridir. Tebrikler Sn. N. Ateş, ülkemin değerli edebiyatçısını ve yiğit evlâdını, doğumunun yüzüncü yılında, saygıyla anmamıza katkı sağladığınız için...