Ayvalık Lisesi İlkkurşun Dergisi

Ayvalık Lisesi İlkkurşun Dergisi

Değerli Dostlar, Naftalin bu hafta, 1974 yılından, Ayvalık Lisesi’nce yayımlanan İlkkurşun isimli eğitim kültür sanat dergisinden sesleniyor. 250 kuruşluk, 14 yapraklı derginin Yıl: 3, Sayı: 14, Ekim 1974 nüshası elimdeki. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapılması sebebiyle olsa gerek, içindeki yazıların çoğu Kıbrıs’ı konu ediyor. Okul haberlerinin de yayımlandığı dergide diğer yazı ve şiirler, dil, öz- Türkçe, savaş ve psikolojiyle ilgili. Size, derginin müdürü Ünal Çallı’nın yazdığı, Nine’min Öyküsü başlıklı öyküyü aktarıyorum. Ünal Hocam, yöresel dili güzel kullanmış, ellerine sağlık.

 

NİNE’MİN ÖYKÜSÜ

Anadolumuzda nice çile ve yoksulluk öyküleri anlatılır dilden dile Ninelerimizin, dedelerimizin ilginç serüvenlerini dinleriz. Yemen’den, Girit’ten, Midilli’den ve Anadolumuzun çorak topraklarından kokulur duyariz.

Ben de ninemi dinledim yıllarca. İlk öykü zevkimi onun dilinde duydum. Anadoluda her nine her dedenin öykülerinde ortak yönler vardır. Sizler de yadırgamayacaksınız bu yoksul yaşantıyı. Şimdi sözü nineme bırakıyorum:

Anam beni altı aylıkken gomuş gitmiş öte dünyaya. Neden öldü bilen yok. O vakitler ilaç—garaç mı var! Hasta olmuş belli; ölmüş işte Ak çarşafın içinde uzanıp durur, gonu gomşu başına üşüşmüş ağlaşırlar, ben de ölü anacazımın üstüne çıkaada ille emcem diye ağlarmışım,

Sonra nineme vermişler beni, ana sütü yok! çavdar unu çorbasıyla çocuk nasıl semirçek? Zaten zayıfçamışım, bi deri bi kemik sallanıp galmışım. Gomşular hep «ölür bu gızçağız» demişler. Ninem de fakır; bana çuvaldan bir salıncak uydurup atmış içine. Bugün ölür yarın ölür bekleşirlermiş. Sabahları herkes işine dağılır, akşamleyin dönüp sancaan başına varırlarmış ki, ellerim gaynaşır durur, ölmemiş işte…

Bunları bana büyüdüğümde, Gomşumuzum Garısı anlatırdı.

Erkek kısmı bu. İki sene sonra bubam eve bir üvey ana sürüyüp gelmiş. Nineme dermişim ki; «Hadi nine benim anam geldi, şimdi de git sen mezara yat, sona anam gene mezarlığa gaçıverir»

Zaten nenemin gözü başımı görüyor, beni partalların içinde büyütmeye çalışmış. Bokumla püsürümle oraşmaktan bıkmış, bubam da evimize üvey ana getirince; ninem, «Alın çocuğunuzu naparsanız yapın» demiş. Artık ondan sonrasını ben kendim eyice hatırlarım.

Övey anamın yanında çok zebil bir hayat sürdüm. Hele kendi çocuğu oluverince başladı beni iyice horlamağa, dövmeğe, ekmek vermemeğe. Bubam beni severdi, o evde olmayınca üvey ana bana çok eziyet ederdi. Bir dilim ekmek için beni her gün döverdi. Sopa yediğimize göre sonunda ekmeği hak etsek bari…

Sabah uyanınca köyün yüksek biyerine çıkar, etrafı kolacan ederdim. Duman tüten yeri mimlerim, varırım ki fırın yanmıştır. Beklerim başında gadın ekmekleri çıkarçek bada pide vercek diye. Cebimde de katık için soyulmuş samsaklarım hazırdır.

Bi akşam yine anam beni dövdü ve golumdan tutup fiydırıverdi sokağa. Böyle olunca varır ninemde yatardım. Sürdüm gittim ki ninem evde yok. Naparsın fırınlardan birine vardım, amanın sıcaçık! Girdim içine yattım, küllerle sarmaş dolaş

Geçenin birinde de dövüp dövüp attı dışarı fakat ortalık zifir karanlıktı gidemedim daha ötelere bir fırın içine gadar, vardım az beride guru otların arasına kıvrılıp yattım.

Bir gün babam eve, dayaan üstüne gelivermez mi? Ben de her şeyi anlattım ona. Gomşular da zaten fırın başı beklediklerimi çıtlatmışlar bubama: alıverdi övey anamı, yer misin yemez misin iyice bi ısladı. Ama o da bırakıp gaçtı bubamı; ovey gardaşım Ali, küçük ben bakarım artık, sırtımda taşırım, amma çocuk durmaz ağlar, yapamadık; bubam gitti de gene aldı övey anamızı evimize.

Tabi bizim dayak dinip tükenmedi. Artık ekmek verirdi bazı bazı ama o da incecik bir dilim, elimde bayılıp durur. Evimiz sazdan, tek gözlü bir köy evi, beni evde yatırmaz istemezdi; akşam üzeri hadi ninene git, bu gece orda kal diye çıkarıverirdi. Böyle bir gece ninemle gomşulara gezmeğe gittik. Ben gene acım. Ikırdanmaya başladım. Gadın evin içinde oraya buraya gezindikçe bana ekmek vecek sanıyom. Ninem uyutmak istedi nasıl uyurum açım. İyiki gadın anladı da: «Ayu bu çocuk aç!» dedi bi parça ekmek verdi. Yiyince uyuyagalmışım.

Bi gün Ali’yi sırtıma sardım evcik oynamağa gittik. Ben ana oldum ocakta aş pişirirken enterimin eteği biraz yandı ve delindi.. Müzevirciler varıp anama yetiştirmişler. Ali sırtımda enterimin yanık yeride avcumda saklı, eve geldim. Ardımdan da köyün çocukları sürü–sepet doluştular. Anam avlu kapısında karşıladı beni, Ali’yi sırtımdan çekip aldı. Eşek sudan gelinceye kadar dövdü, etim gara mantar dökmüşe döndü. Köyün çocukları da çevremizi halkalayıp taratura seyredip gülüşüp hoşca vakit geçirdiler. Zaten olanı bi enterim vardı. Sonra yanan yerini yamadı da. Orasını bir çaputla çuvalağzı boğar gibi bağladım da senelerce öyle gezdim.


  • Murat Dicle

    Murat Dicle 25.07.2017

    Çok beğendim öyküyü. Şiveli anlatım, öyküye başka bir hava katmış. Okurken aklıma Zeze geldi, Şeker Portakalı'ndaki Zeze. :)

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 25.07.2017

    Anadolu köylüsü konuşurken asla "ve" kullanmaz. Asla "ve" asla! Ve, onun için uzaylıdan bile daha garip bi şeydir. Gökten melek, cin, elyın ve hatta elyın yumurtası bile inebilir. Ama ve inemez. Nokta. a.y.a. fullstopsss

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 25.07.2017

    İnsan soyunun ne yüce varlık olduğunu gösterir bir öykü daha... Sabah sabah içimiz açıldı, sevgi dolduk :)

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.