BOP, Türkiye ve devrim

1. AKP’nin rolü

AKP hem Türkiye için çözücü bir güçtür hem de Ortadoğu için ABD’nin istediği Sünni İslam ekseninin temsilcisidir. AKP’nin birinci rolünü oldukça iyi biçimde oynamasını sağlayan refleksleri vardır. Bu refleksler arasında laik devlete duyulan kin oldukça derinlerdedir. Yıkmak istediği devlete göre kodlanmış bir AKP’nin bir devlet kurma konusunda dönüşüm yaşaması ise çok kolay görünmüyor. Bunun önündeki en büyük engel dinsel referansların kullanılmasıdır. Kurucu güç olmak için kazanması gereken bir grup olarak Alevileri Sünni İslam yönetiminde, yalnızca özgürlüklerinin kısıtlanmasının değil, biyolojik varlıklarını tehdit eden bir ortamın  kaygısını duyarlar.  AKP’nin kurucu güç olmak için kazanması gereken ikinci grup  Kürtlerdir. Ancak AKP’nin kullandığı dini duygular,  belki eski tür bir imparatorluğun harcı olabilirdi, ancak modern devlet için din, yapıyı kuracak bir paradigma üretemez. Modern devlet, belirli bir yurt bölgesinde eşit ve özgür yurttaşlar varsaymak durumundadır. Dinsel referanslı bir devlet ise, aynı inanca sahip, aynı ritüellerle kulluk yapan kişilerin kardeş olduğu, dolayısıyla bu kardeşliği test etmek için zorunlu olarak kişiliğin en özel ve özerk olması gereken bölgesine yani inanç bölgesine müdahale etmek durumundadır.  Ayrıca, dinin yapı harcı olamayacağını dört bölgedeki Kürtlerin pozisyonunda da gördük. AKP’nin bu süreçte PKK eliyle Suriye Kürtlerini kendi istediği doğrultuda yönetme arzusu, kayaya çarpmıştır. Esat’a karşı İslamcı gruplarla birlikte savaştırmak istediği Kürtler, böyle bir savaşın içine girmek istememiş, hatta Esat’tan daha fazla İslamcı grupları tehdit olarak görmüşlerdir. Bu durum bölge dışı Kürtlerin de pozisyonunu zorlamaya başlamış ve ÖSO’cu Barzani Kürtlerin yanında pozisyon almak zorundadır.

Sonuç olarak AKP politikaları kurmaya değil, hem Alevi Sünni, hem de Türk Kürt yarılmasını derinleştirmeye hizmet etmektedir. Esasen bu durum ABD’ye yaramaktadır. ABD için önemli olan bölgedeki tarafların ABD'ye yandaş ya da karşıt olması değil, kendi aralarındaki karşıtlıkların derinleşmesi ve yan yana gelmelerinin önündeki engellerin artırılmasıdır.

2. 'Yetmez Ama Evet' doğru muydu?

Tarihin tekerleğinin ileriye doğru çevrilmesi demek daha karmaşık yapıların doğması demektir. Bunun için de mevcut yapıların çözülmesi, çürümesi, yeni bir araya gelişlerin olması gerekiyor. Bunun karşısında durmak, eski rejimi savunmak ise bir yönüyle gericilik olmayacak mı? Karmaşık yapıların doğum sancıları çekilirken ABD ve AKP ebelik görevlerini yerine getiriyorlar gibi de bakılabilir meseleye. “Yetmez ama evet” anlayışı bu bağlamda değil ama demokrasi bağlamında AKP'ye olumlu bir rol vermişti. Şimdi bizim de tarihin ileriye doğru akışına hizmet ettiğini düşünerek AKP'yi olumlamamız mı gerekecek? ABD süreci kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürmek için çaba gösteriyor diye daha gelişkin yapıların kurulmasına yol açacak olan mevcutların çözülmesinin karşısında mı olacağız?

Ortada devrimci bir öznenin olmadığı yerde çözülmenin hızlanması ve altüst oluş karşı yönde bir devrimle sonuçlanacaktır. Karşı devrim bir kez başarılı olduğunda ise muhtemelen eskisinden çok daha olumsuz koşular solu bekliyor olacaktır. Çözülen yapılar o an ortamda bulunan öğelerle etkileşimleri çerçevesinde yeniden yapılanırlar. Bir ülkedeki sistemin çözülmesi bir arada olan unsurların bağlanma potansiyellerine rağmen dışarıdan gelen zor ile gerçekleşebilir ancak birleşme bu bağlanma potansiyeli olmadan gerçekleşemez.  Bu yüzden yeniden yapılanma süreci tek bir yapıdan yeni tek bir yapı biçiminde de gerçekleşmeyebilir. Dolayısıyla yeni yapı ya da yapılar ne oranda sol için ya da toplum için daha olumlu olabilirler ki? Yoksa bu gelişmeleri dış öğeler bizi özgürleştiriyorlar diye mi okumak gerekir? Beyaz adamın Afrika'ya “medeniyet götürmesi!” sonucu elde edilen ya da Iraktaki, Suriye’de Özgür Suriye Ordusunda cisimleştiği gibi bir özgürlük!  Bugün hemen batı tarafımızda Yugoslavya, güneydoğumuzda Irak bunun örnekleri. Biraz uzağımızdaki Libya'da durum hiç de sağlıklı bir sistem kurulmuş görüntüsü vermemektedir. Aynı şey Suriye ve Türkiye için de geçerli olacaktır. Suriye'de birbirine karşı harekete zorlanan dinsel ve mezhepsel grupların yanı sıra Kürt-Arap karşıtlığı ülke çözüldükten sonra birleşik bir Suriye'nin kurulmasına engel olacaktır.

3.Türkiye ve Ortadoğu’da Devrim

Ortadoğu’nun tüm karmaşık yapısı, bölgede ABD hegemonyasının uzun soluklu olamayacağını gösteriyor. ABD’nin çok güçlü bir çekirdek olarak bu bölgeyi kendi bütünlüğü içerisinde eritme olasılığı ise son derece düşük bir olasılık olarak görülüyor. Ancak, bölge artık kendi içerisinde görece bütünlüğü olan ve yalıtık devletlerin olduğu bir bölge olmaktan da uzaktır. Dolayısıyla şişesinden çıkan cini yeniden şişeye hapsetmenin zorluğu belki de imkansızlığı gibi yalıtık devletlere dönüşü zorlaştırıyor. Yani bu bölgede artık olası kurucu söylem bölgesel bir birliği içermek zorundadır. Mesela, Türkiye sınırları içerisinde yer alan emekten yana söyleme sahip bir hareket, bırakın Kürtleri hesaba katmayı, Suriye’yi, İran'ı, Azerbaycan'ı Ermenistan'ı, Irak'ı, pek doğal olarak İsrail'i Mısır'ı Suudi Arabistan'ı ve diğer Arap ülkelerini hesaba katmadan iktidara aday olamaz. Dolayısıyla bu ülke içerisindeki güçler bölgedeki tüm iç çelişkilere karşı nasıl yanıt üreteceğini bilmeli ve buna uygun ittifak politikaları üretebilmelidir. Bunun anlamı Ortadoğu’nun bütününde bir anda bir devrimin gerçekleşmesi değildir. Mevcut sınırlar içerisindeki tüm devrimlerde Ortadoğu politikasının güçlerin yan yana gelişlerini belirleyeceğini, ortak bir Ortadoğu politikası olmadan ulus-devlet sınırları içerisinde ittifaklar kurulamayacağını söylüyorum.

Bugün Türkiye için alınabilecek siyasi tutumlar son derece sınırlı hâle gelmiştir. Birincisi CHP'nin yaptığı gibi durumu kabullenmek, hiç bir şey olmamış gibi davranmak, gerçekleşen değişiklikleri önemsizleştiren bir yaklaşımla bir an önce normalleşecek bir siyasi atmosfer içerisinde muhalefet yapmayı istemektir. CHP hiç bir şey olmamış gibi davranmayı sürdürdüğü sürece politikanın dışına doğru itilecektir.

CHP dışındaki sol için de benzer kalıplar söz konusudur. İktidarda kimin olduğunun bir önemi olmadığını düşünen ve daha önce T.C. Devleti için ne tür bir dönüşüm öneriyorsa aynı öneriyi tekrarlayan bir anlayış ile çözülmenin olduğu ve bu çözülmenin sonrasında kurulacak yeniyi kimlerle nasıl kuracağını düşünen anlayış karşı karşıyadır. Birinci anlayış hayattan kopuk olduğu için siyaset üretme potansiyeli taşımamaktadır. İkinci anlayış ise parçaları birleştirerek değil belki ama yeni malzeme ve çamurla aynı vazoyu tekrar yapmak ile farklı bir vazo yapmak gibi iki farklı yol ile karşı karşıyadır ve yine birincisi olanaklı görünmemektedir. Bugün artık ne T.C.'yi onarmak ne de eskinin aynı olan bir T.C. kurmak mümkün değildir.

Mümkün olan artık farklı bir devlettir. Daha gelişkin, daha fazla ögeyi barındıran, şimdilik mevcut sınırlar içinde olsa da düşünsel anlamda ve uzun vadede T.C. sınırlarını aşan bir devlettir. Sol ve emek hareketi artık insanlara yeni bir kuruluş göstermeli, bir çeşit “Ortadoğu ‘Sosyalist’ Cumhuriyetler Birliği” üzerine kafa yorulmalıdır. Anadolu coğrafyasının böyle bir birliğin çekirdeği olma potansiyeli taşıdığı açıktır. Bu devlet ABD ve AB ile çelişki taşımaktadır. Çünkü ABD ve AB'nin bugünkü hâli yeni bir büyük devlet oluşumunu kaldıracak cinsten değildir. Bu potansiyel, AKP içerisinde ve dışarısında Osmanlı hayalleri kuranlar tarafından da fark edilmektedir. AKP kitleselleşmesini az da olsa Osmanlı sembolünün insanların ruhlarındaki izdüşümleri sayesinde olmaktadır.

İnsanlar kendilerini geleceğe taşıyacak yapının artık eski haliyle Türkiye Cumhuriyeti olamayacağını hissetmektedirler. Devleti devlet yapan kurumların eski biçiminin çözülüyor olması güveni de çözmektedir. Dolayısıyla halk, hiçbir yere götürmeyi vaat etmeyen CHP'nin otobüsüne binmek yerine Osmanlı gibi hayali de olsa cazip görünen bir yere götüreceği söylenen AKP otobüsüne emniyet kemersiz ve frenleri bozuk da olsa binmektedir.  Bu nedenle öncelikle yeni bir yer ve yeni bir araç gösterilmelidir. Bu hem CHP hem AKP otobüsünün yolcuları için bir seçenek olacaktır.

Sol bundan sonra artık diğerleri ile böyle bir kurucu iddianın taşıyıcısı olarak iletişim kurabilir. Kimi nereye kadar neye çağırabileceğini bilmelidir. Farklı rollerle şekillenmiş siyasi yapılar arasındaki karşıtlıklar, ancak emekten yana, kamucu ve anti-emperyalist söylemle aşılabilir. Emekçi kimlik diğer kimliklerle kurucu süreçte eklemlenecekse diğer kimlikleri öne çıkartan unsurların çıkarlarının yeni oluşumda nasıl temsil edileceği de belirlenmelidir. Nasıl bir cumhuriyetler birliği kurulacağını, cumhuriyetin içeriğinin ne olabileceğini, sosyalizm yerine farklı bir kavramın kullanılmasının anlamlı olup olmadığını tartışmak gereklidir.

4. Birlik: Kürtler ve diğerleri

Bugün Türkiye’deki siyasal önermenin yeni bir kuruluş olması gerektiğini söyledik. Siyasi iddiası olan sol bir yapının Demokratik Ortadoğu Birliği (DOB)'ni hedeflediğini ilan etmesi gereklidir. DOB hedefi demokratik olarak ifade edilecekse bunun anlamı şudur ki bölgedeki hiç bir etnik grup bir diğerini egemenliği altına almaya kalkışmayacaktır. Bu birliğin çekim merkezi Türk Kürt birliğidir.

Türk Kürt birliği öyle bir birliktir ki artık ülke sınırlarını aşan bir alanı ifade etmektedir. Irak'ın dışında kaldığı bir birlik ne oranda sorunsuz bir birlik olarak kurulabilir ki? Bu birliğin oluşumu bu birlikle Irak merkezi hükümetinin karşı karşıya gelmesi anlamına gelir. Dolayısıyla bu birlik Irak ile de yan yana gelmeyi hedeflemeden kurulamaz. Irak ile yan yana gelmek demek Türk Kürt, Kürt-Arap, Arap-Türk çatışmalarının önlenmesinin yanı sıra Sünni-Şii/Alevi çatışmasının da önlenmesi demektir. ABD çıkarları açısından ise bırakın Türk-Kürt ya da Alevi/Şii-Sünni çatışmasını Fars Şiiliği ile Arap Şiiliğini Türkiye’deki Aleviler ile Suriye’deki Nusayrileri bile karşı karşıya getirmenin yolları aranmaktadır.

İşin aslında daha ilginç yanı Ortadoğu’daki bu kamplaşmalarda nesnel çıkarlarla öznelerin tutumları arasında ciddi farklılıklar hatta karşıtlıkların olmasıdır. Bu ilginç coğrafyada nesnel olarak İsrailli Yahudilerin de bu cephede yer aldıklarını söylemek bazılarına şaşırtıcı gelebilir ama öyledir. İşte bu nesnelliktir ki Suriye karşısında ABD ve Avrupa ülkelerinin ve tabii ki Türk hükümetinin saldırgan tutumu düzeyinde bir saldırganlık İsrail tarafından öyle kendiliğinden ortaya çıkmamıştır.

Toplumsal evrim daha karmaşık yapıların doğuşu yönünde ilerliyor. Bu süreçte mevcut yapılar çözülüyor ve bu bölge önünde iki seçenekle karşı karşıya ya çözülerek ABD merkezli yapının bir biçimiyle organik bileşeni haline gelecek ya da kendisi yeni bir gelişkin organizma olarak yeniden doğacak. Şu an aslında bir kırılma anıdır ve bu anın en kritik noktası ise Suriye'dir. Suriye'nin düşmesi tüm bölge halklarının kaybetmesi anlamına gelecektir ki buna Kürtler, Türkler, Araplar, Yahudiler ve diğer herkes dahildir. Bugün solun farkında olması gereken gerçek aslında bir çeşit üçüncü dünya savaşının yaşandığıdır. Büyük miktar kan ne zaman akacaktır bilinmez. Ancak haritaların yeniden çizilmesi anlamında bir üçüncü paylaşım savaşının görece sıcak ve daha sıcaklaşacak döneminde yaşamaktayız. Bu an itibariyle Türkiye, Suriye ve Irak isteseler de istemeseler de aynı saldırı altındadırlar ve bu savaşta aynı cephededirler. Yine bu cephenin aynı tarafında bugün için İran da yer almaktadır. Barzani'nin karşı cephede olduğundan kuşku yoktur ve fakat Türkiye sınırları içerisindeki Kürtlerin tutumu henüz net değildir. Netleşme kısa zamanda mümkün müdür bilinmez. BDP/PKK çizgisi AKP ve Barzani ile aynı tarafta yer alsa da Kürtlerin özellikle Suriye’deki nesnelliği durumu karıştırmaktadır. Solun bu süreçte Kürtleri aynı cepheye davet etmesi gerekli olabilir ama bunun yeterli olacağından kuşku duyulmalıdır. Kuşku duymak çaba göstermenin önünde bir engel değildir, ancak siyaset üretirken yarınki saflaşmaların değişebileceği sürekli göz önünde bulundurulmalıdır.

Kırılma anı dedik. Böyle anlarda tarafsızlık, “ama”lı, “fakat”lı tutumlar ihanet ile eşdeğer sonuçlar doğuracaktır. Türkiye solu da bu savaşta eylemi ya da eylemsizliği ile ya bir yana ya da diğer yana hizmet ettiğinin farkında olmalıdır. Savaşın bu aşamasında yani DOB’ne gidecek yolu örmek için ulus-devletlerin korunmasının esas alınması gerektiği, bu süreçte ulus-devletlerde iktidara gelinebileceği ve DOB’a giden en sağlıklı yolun bu ulus-devletlerin gönüllü işbirliği ile gerçekleşeceği bilinmelidir.

Turabi Yerli

Facebook
yorumlar ... ( 3 )
20-08-2013
21-08-2013 09:47 (1)
Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel-dinsel gerilik içinde; kadınları insan görmeyen kalabalıkların sol-sosyalist siyaset akılcılığı içinde (belki 30 yıl boyunca) bir araya gelebilmesini düşünebilmek için çok “derin” bir hayal gücü gerektirir. Yiğit Bulut’ta da olduğu gibi! İktidar için ilk fırsatta bir diğerini sırttan bıçaklayacak, birbirini emperyal entrikalara satacak, lümpen-işsiz-sadakaya fit yığınların bir demokratik denetim sağlayamayacağı “karizmatik liderlerin” dünyasında Yiğit Bulut hayalleri daha
21-08-2013 09:48 (2)
RTE gibi biri“Arabistanlı Lawrence”olarak,bu topraklarda“karizmatik lider”oluyorsa,sosyalistlerin değil emperyallerin hayalleri hayata geçer.Bakınız AKP-BDP-PKK ittifakı!Yazarın aksine önerim Sünni,Arap, Şii,Kürt,Yahudi,Vahabi vb“anlamsız”birlikteliklerin içinde“kafayı yemektense,Ortadoğuyu Kürt, Arap ve “sevgili “ABD’lerine” bırakalım! Özgür olmak için bir adım geri atmak zorunlu!Kürdistan Kürtlerin olsun! Ortadoğu’nun petrolüne daha çok kan karışacak. "Kaçan” kendini kurtarır!Kaçalım!O.Gürsel
21-08-2013 22:09 (3)
Kaçacak yer varsa bu seçenek tartışılabilirdi. TC dağıldığında Batı'nın kıyıları hariç İstanbul'da ve her yerde sıkıntı yine sürecek. Ya gideceğiz, ya da insanları nesnel çıkarını temsil eden önermeler etrafında bir araya getireceğiz. Devrimci anda özne varsa kitleler, hiç tahmin edilmeyecek bir davranış gösterebilirler. Kurtuluş savaşı döneminde Anadolu'da insanlar kendilerini bolşevik ilan etmişlerdi. Unutmayalım insan geleceğe kalmaya programlanmış bir canlıdır. T.Yerli
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211157
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.