Giderayak “Günah”a Girmek
“Elbette, yalnızca günahlarından kurtulmuş olan insanlığa ait olabilir geçmişinin tümü. Başka bir deyişle, yalnızca böyle bir insanlık için, her anında alıntılanabilir hale gelir geçmişi” (1)
Yukarıdaki alıntı Benjamin’in tarih kavramı üzerine tezlerinin üçüncüsünden bir bölüm. Teolojik kavramları tarihsel maddeciliğin içine yerleştirerek dönüştürmek ( to convert) Benjamin’in meşhur tezlerinin önemli kaygılarından biriydi. Bu yazının derdinin de teolojik bir kavram olan “günah”ı, ilahi olmayan bir ahlak dizgesinin içine yerleştirerek, günümüzde giderek normalleşen bir durumu mahkum etmek olduğunu izah ederek başlayalım.
Neden mi bahsediyoruz? “ Solcu” olarak bildiğimiz isimleri liberal ve/ veya İslamcı dergi ve gazetelerde, hatta televizyon reklamlarında görmek artık kimsede şaşkınlık yaratmıyor. Turkcell reklamına çıkan Cahit Berkay’a “eleştirenler vaktinde orijinal albümünü almış mı da konuşuyor”, gerici yayınlara röportaj verenlere, yazı yazanlara, AKP belediyelerinin, İslamcı yazar örgütlerinin etkinliklerine çıkanlara “önemli olan nerede söylediği değil, ne söylediği” diyerek sahip çıkılabiliyor “solcu”lar tarafından. Cahit Berkay vakası daha önce yazıldı, tartışıldı. Geçelim. 18 Mart tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan Mehmet Öztunç- Gülten Akın, röportajına odaklanalım. Gerçekten Gülten Akın’ın nereye röportaj verdiği değil, ne söylediği mi önemlidir? Biraz daha soyutlayarak sorarsak, bir mesajın iletilmesi sürecinde, medium’un hiçbir rolü yok mudur?
Gülten Akın Türkçe şiirin tarihinde, kadın şair (şair kadın mı demeli yoksa) denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri. Şair unvanının önüne başka hangi sıfat konulmalı diye sorsak, hemen hemen herkes “ solcu” cevabını verir sanırım. Yani Gülten Akın’ı anlatan bir yazının anahtar sözcükleri “solcu, şair, kadın” olurdu diyebiliriz. Gülten Akın şimdilerde “Burhaniye’de 80 yaşın bilgeliğiyle” dizeler yazıyormuş röportajın sunuş yazısından öğrendiğimiz kadarıyla. Anlıyoruz ki Zaman gazetesi de bu bilgelikten faydalanmak istemiş
İslamcı dergi ve gazeteler, özellikle de Zaman gazetesi, neden solculardan yazı veya röportaj almak için bu kadar çaba harcar? Son on yılda kendi iktidarını kurmakla yetinmeyip kendi muhalefetini de yaratan bu siyasi dalga, kendi sosyalistlerini de yaratmaya çalışıyor olabilir mi? Abartıyor muyuz? Bu soruları da başta sorduğumuz soruların altına yazalım ve röportaja geçelim.
Bir mesajın nasıl alımlanacağını belirleyen faktörleri basitçe üçe bölebiliriz. Mesajın kendisi, alımlayıcının formasyonu ve mesajı ileten medium. Bu açıklamadan sonra röportajın bir bölümüne bakalım. Cevapları cımbızlamış görüntüsü vermemek için ilgili soru ve cevabın tamamını aşağı alıyorum:
-Genellikle annelik duyularının bir kadının yazınsal gücünü zayıflatacağına inanılır. Siz hem bir sanatçı olarak hem de bir anne olarak çok acılar çektiniz. Çektiğiniz acılar ve annelik şiirinizi nasıl etkiledi?
-Annelik, her anne gibi benim için de önde geldi. Her şeyin, her işin önünde. Beş çocuğunuz varsa dert biter mi? İçime sığmayan bir enerjim vardı. İki işte çalıştığım zamanlar oldu. Yaşları aralıklıydı. Büyük ablalar yardım etti. Birbirlerini hep sevdiler, kolladılar. Küçük kıskançlıkları onları engellemedi. Şimdi kocaman adamlar hepsi. Birbirlerinin sıkıntılarına yetişiyorlar. Onlar birbirlerini de tüm insanları da sevdiler. Özel dertlerinin önüne öteki insanların dertlerini koydular. Bir övüncüm varsa, budur.
Gülten Akın’ın solcu olduğu dönemden beri “anaç” bir figür olduğunu, takip edenler bilirler. Yazdığı yazılar, edebiyat polemiklerindeki tavrı ortaya böyle bir figür çıkarmıştır. Şimdi Zaman’da da sık sık rastladığımız AKP’de somutlanan egemen kadın anlayışına bakalım. Bilindiği gibi İslamcı anlayış kadını doğurganlığı üzerinden tanımlayan, bunu da Erdoğan’ın “en az üç çocuk istiyorum” çıkışındaki gibi pervasızca dışa vurmaktan çekinmeyen bir anlayış. Bu hatırlatmayı yaparak, yukarıdaki soru ve cevabı değindiğimiz üç faktör üzerinden tekrar inceleyelim. Bahsettiğimiz kadın algısının maddi bir yansıması olan Zaman’ın bu soruyu da aynı bağlamda sorduğunu düşünmek, bir medium olarak Zaman gazetesinin geçmiş pratiğine bakarak meşru hale geliyor. Gülten Akın’ın aynı algıya sahip olmadığından emin olsak da, bu soruya böyle bir medium aracılığıyla cevap veren Gülten Akın isteyerek veya istemeyerek aynı kadın algısının yeniden üretilmesine sebep oluyor. Verdiği cevapta da bu algıyı kıracak bir mesaj bulunmuyor. Devam edelim:
-Büyü şiirinizi, “Büyü de baban sana / İdamlar alacak” diye bitiriyorsunuz. Buradaki 'baba' imgesinin daha büyük bir erk olan devletle bir ilişkisi var mı?
-Ülkemiz ağır acılar yaşadı. İnsanlar ceberut davranmaya koşullanmış yönetimlerden kurtulamadı. Cezaevleri hızla çoğaldı, gençler (özellikle) oralara sığamadı, idamla yargılandılar, idam edildiler. İdam cezaları kaldırıldı ama infazlar sürüp gitti. Herkesin bildiğini, çoğunluğun yaşadığını niye anlatmalı. Ezilenler, ağır baskılara uğrayanlar cinsleri, milliyetleri, inanışları dolayısıyla can derdine düşenler (özellikle savaşlarda), aç açık kalanlar. Alttaki çoğunluk şiirlerime girdi. Başka yol bilmiyordum, yazdım.
AKP iktidarının beslenmeye çalıştığı temel gerilim olan ceberut modern devlet algısına ve iğdiş edilmiş “merkez- çevre” denklemine uzun süredir aşinayız. Soruyu ve cevabı, bir önceki soru- cevapta da belirttiğimiz üzere, bu bağlamın içine oturtarak incelemek durumundayız. Geçmiş zamanda yaşandığını belirttiği tutuklamalar, infazlar vurgusunu AKP’nin 12 Eylül söyleminden, ezilenler vurgusunu elit laikler- Müslüman halk denkleminden ayırt edebiliyor musunuz? Gülten Akın’ın niyeti bu mudur? Önemi yoktur. Bu soru cevaplar aracılığıyla ortaya çıkan görüntü budur. Her medium’un kendi bağlamı ( context) vardır ve medium aracılığıyla gönderilen mesaj bu bağlamın içine oturur, ona göre şekillenir. “Ben sözümü söylerim, o yerini nerede olsa bulur” varsayımı iyi ihtimalle saflıktır. Zaman, sola mal olmuş bir figür üzerinden hem kendine prestij sağlamakta, hem de Gülten Akın’ı kendi bağlamına oturtarak dönüştürmektedir. Bir örnek daha verelim. Gülten Akın’ın “yaşayan en büyük şair” ( o nasıl bir unvansa) seçilmesini hatırlattıktan sonra şöyle soruyor muhabirimiz:
-Biliyoruz, “Cevat Çapan mutlu dalgınlığındayken/imgeleri Gülten Akın kaptı”ama Divan'da Turgut Uyar, Eteğimdeki Taşlar'da Murathan Mungan, Kireç'te de Ömer Erdem, kanımca sizin söyleyişinizi büyük bir ustalıkla yakalayıp sizi anan şiirler yazdılar. Türkçe şiirin en çok “hasetle” sakatlandığı düşünüldüğünde bu güzel şiirler, ilişki biçimleri sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
-Çok değerli şairler adımı anarak şiirler yazdılar. Turgut Uyar, Murathan, Ömer Erdem, Cemal Süreya ve dahaları. Toplasaydım küçük bir kitap olurdu. Ancak yapımda geriye geriye çekilmek vardı. Gecikmiş teşekkürlerimi bildirmenin fırsatını kullanmak istiyorum. Hepsinin şiirlerini sevdim, kendilerine saygı duydum. “Kırk ozanın bacısıyım” demiştim çok eskiden. Dürüst ve değerbilir olmak herkese iyi geliyor. Haset ise görülüyor ne yazık ki. Biyografimden, yaşayan en büyük şairin (en)ini çıkardı bir küçük şair -imkânını kullanıverdi. Sonra saygılarını sunmayı da unutmayarak şiirlerimi yayımladığım dergimde bir yazı da yazdı. Benden önce bu (en) Dağlarca'ya verilmişti. Ayıptır söylemesi, benden çok daha az oy aldığı halde, kimseden ses çıkmadı. Aslında olay benim umurumda değildi. Değil oy kullananların, seven okurlarımın da umurunda değil, ama sessizliğimi sürdürmem onlara da dünya emek vererek iyi niyetli bir anketi düzenleyen gazete yazarlarına da, ayıp sürdürülmesin diyedir bu imkânı kullanmam. İnsanlar küçücükseler bundan kurtuluş yok. Bunlar çocuklukta olur, geçer sanırdım.
Tanımayanlar için Ömer Erdem’in günümüzün ünlü muhafazakar şairlerinden biri olduğunu belirtelim. Şiirini bu yazı içerisinde değerlendirmeyeceğiz, ama bir noktaya dikkat çekelim. Röportaj boyunca Gülten Akın’ın abartılı bir şekilde parlatıldığını, daha doğrusu “star”laştırıldığını görüyoruz. Gülten Akın iyi bir şair olsa da şairin, şiirinin nesnel bir analizi yerine ölçüsüz övgülerle parlatılması bahsettiğimiz “star”laştırma tespitini zorunlu kılıyor. Bunu yaparken kendini zaman zaman komik duruma düşürüyor Mehmet Öztunç. Gülten Akın’ın şiir dilini övdükten sonra “Dil, şiirinizin poetik inşasında ne anlam ifade ediyor?” sorusunu sorması bunun örneklerinden biri. Dil aracılığıyla gerçekleşen bir pratikte dilin rolünü sorgulamak hakikaten ilginç. Bu ölçüsüz parlatma aslında Gülten Akın üzerinden başkalarını da parlatma anlamına geliyor. Ömer Erdem’i Cemal Süreya ve Turgut Uyar ile yan yana koyarak, bir yandan onu da parlatma çabasına giriyor Zaman muhabiri.
Toparlayacak olursak, bir mesajın alımlanma sürecinde medium’un rolünü, somutlarsak bir yazarın ne yazdığı kadar nerede yazdığının da önemli olduğunu, hatta en az mesajın kendisi kadar önemli olduğunu göstermeye çalıştık. Görüldüğü gibi Zaman bu röportaj vasıtasıyla sola ait bir figürü kendi bağlamına yerleştirerek dönüştürüyor. Gülten Akın’ın röportajın sonunda “ her zaman inceliklerini gördüğü” Zaman çalışanlarına teşekkür etmesi de bu durumu perçinliyor. Bu röportaj ile ilgili hüküm, röportaj okunmadan da verilebilirdi. Verilmelidir de. Türkiye solcusu seksenlerden itibaren edebiyatta Üç Çiçek, Fanatik, Şiir Atı, Sombahar gibi dergilerle ilmik ilmik örülen “ Solcu- İslamcı” kardeşliğini mahkum etmelidir. (2)
Bu örnekte seksen yaşındaki Gülten Akın’ın, üstelik güncel siyasa ile ilgilenmediğini belirtmesine rağmen mahkum edilmesi kimilerine acımasız gelebilir. Gelmemelidir. Entelektüel alanda giderek hegemonik hale gelen liberal- İslamcı ideoloji, solun değerlerini birer birer kendine katma, kendi köksüzlüğünün açığını buradan kapama ihtiyacındadır. Özellikle belli bir yaşa gelen “otorite” solcular üzerinden yürütülen bu kampanyaya dahil olan herkes “günaha” girmektedir. “ Alıntılanabilir bir geçmişle” değil bir günahkar olarak ölecektir. Sol sanat pratiklerinin bu saldırıdan kurtulabilmeleri için yazıda bahsi geçen birliktelikleri mahkum edecek bir ahlak dizgesi oluşturması şarttır.
Notlar:
1-) Michael Löwy, Walter Benjamin: Yangon Alarmı; “ Tarih Kavramı Üzerine” Tezlerin Bir Okuması, Çeviren: U. Uraz Aydın, Versus Yayınları
2-) Daha ayrıntılı bilgi için, M. Bülent Kılıç’ın “ Saklı Rönesans; Türkiye Sol Edebiyat Hareketleri İçin Bir Hat, kitabının Notabene yayınları tarafından basılan genişletilmiş ikinci baskısına bakılabilir. İkinci baskıya yapılan ekler bu dönüşümün fotoğrafını çekmeyi kolaylaştırıyor.
Akın Art
Editörün bu yazı hakkında Yazarına ilk iletisi:
Selam tekrar,
Şimdi değerli arkadaşım, yazınızı dikkatle okudum. Önce gayet güzel bir yazı, ama bayağı uzun, bu bizim sitenin formatına çok uygun değil, diye düşündüm. Acaba biraz kısaltmasını mı istesek diye düşündüm. Biraz incelerseniz uzun yazılardan kaçınmaya çalışıyoruz. Hiç koymayacağız uzun yazı diye bir kuralımız yok, ama biraz mecburiyetten.. ne kadar seyrek koyarsak o kadar iyi.
Yazı konusunda yeteneklisiniz, biçimsel olarak iyi bir yazı, ayrıca da bu konuda çalıştığınız belli, içerik zayıf da demiyorum, o da iyi. Fakat tam, kısaltırsanız yayımlayalım demeye hazırlanıyordum ki, burada Gülten Akın'a biraz haksızlık yapıldığını düşündüm.
Onu şöyle ifade etmek lazım. Gönül ister ki ve doğrusu bu, yazarlarımız özellikle yandaş medyaya mesafeli dursunlar. Ama bu her zaman olmuyor ve ölçüt geliştirmek de o kadar kolay değil. Burada günahla hata, suçla kabahat arasında bir ayrım gözetmek gerekiyor. Ekmek çalanla, milyonlar çalanı aynı kefeye koyamayız. Hasta ve ömrünün sonuna yaklaşmış bir yazar cemaat basınına demeç vermiş ve hatta o arada onlara övgüde bulunmuş. Keşke yapmasaydı. Ama bu Cahit Berkay'ın bir dolu paraya her gün televizyonlarda reklam yapması yanında çok küçük bir hata. Geçende bir yazı daha geldi, onda da zorlandık. Muhteşem Yüzyıl’da gerici bir din alimini canlandıran solcu tiyatrocu hakkında, neydi şimdi adı? Neyse. Onu da koyalım mı koymayalım mı, zorlandık. Sonunda koymadık. Gerici adamı oynamasaydı keşke ama bir oyuncunun mesleği bu. O da reklama çıkmaktan farklı.
Bu röportaj işine gelince. Hakikaten bizim memlekette edebiyatçıya köpek kadar kıymet verilmiyor, solcular hiç vermiyor. O yüzden edebiyatçılar kim selam verse oraya koşar hale geldi. Yanlış ama, tek yanlış onlarda mı? Hadi Zaman'a röportaj vermedi diyelim, birçok saygın solcu öteki burjuva organlarda yazı yazıyor, buna ne demeli? Mesela bir edebiyatçı Hürriyet'e söyleşi yapsa, Hürriyet Zaman'dan daha mı az kirli? Toplam kir ve zararda Zaman'ı geçer Hürriyet. Ama Hürriyet için, CNN için aynı şey düşünülmüyor. BİM'den alışveriş etme, ee nereye gidelim, Migros, Carrefour serbest misali.
Bir de benim başıma da çok geldi. Ara ara geliyor… Televizyona çıkma teklifi, gazete rop. teklifi. Ben genelde sıkılıyorum bunlardan, bir kısmını, belki yarısını geri çeviriyorum, değişik neden ve bahanelerle. Ama sonuçta bu insani anlamda çok zor bir şey. Adam veya kadın, size nezaket gösteriyor, bir ricada bulunuyor, bu da eninde sonunda size görüşlerinizi açıklama teklifi, siz reddediyorsunuz, ben şahsen bunda bayağı zorlanıyorum. Her teklifi kabul etmeyi yanlış bulmakla birlikte, işin bu yönünü bildiğimden başkalarına da çok kızamıyorum.
Sonuçta Gülten Akın'ın yaptığı biraz “ekmek çalmaya” benziyor. O yüzden bu konu üstünde bir daha düşünmenizi öneriyorum. Eğer daha kısa bir yazıyla bunları da gözeten daha yumuşak üsluplu bir yazı gönderirseniz onu da değerlendiririz, büyük olasılıkla yayımlarız. Başka yazılarınızı da bekleriz.
İlginiz için çok teşekkürler.
Haberleşmek üzere, sevgilerimle.
Kaan Arslanoğlu
Yazarın Editöre Cevabı:
Tekrar Merhaba,
Öncelikle, bana söz verdiğiniz zaman içerisinde geri döndüğünüz, ayrıntılı bir cevap verdiğiniz için teşekkür ederim. Birkaç senedir dergilere ürün gönderiyorum. Olumlu ya da olumsuz bu kadar uzun bir cevapla karşılaşmamıştım şimdiye kadar. Samimiyetle teşekkürler. Yazıyı kısaltıp " yumuşatırsam" yayımlanabileceğini söylemişsiniz. Bunu kabul etmem takdir edersiniz ki mümkün değil. Keza bu tarz bir kırpma yazının kişiliksizleşmesine yol açacaktır. Açmaya çalışayım. Yazıya dönük temel eleştiriniz, yazının sert ve Gülten Akın'a haksızlık eden bir yazı olması. Ben bu "haksızlığı" " entelektüel şiddet" sınırları içerisinde görüyorum. Gülten Akın'ın ve diğer "solcuların" yaptığı haksızlığın yanında lafının bile olmayacağını yani. Bu süreç seksenlerden beri öyle güzel örülmüş ki, artık kimse bu tarz vakaları garipsemiyor. Öyle ki devrimciliğinden ve iyi niyetinden en ufak bir şüphem olmayan siz bile bu dalganın içinde böyle bir vakayı ihmal edilebilir görerek normalleştiriyorsunuz. Entelektüel Şiddet demiştik (derginiz yazarlarından Osman Çutsay'dan ödünç alarak) solcu bir şairin ilgi görmek adına, çok kişi tarafından okunmak için şiire, kadına ve sola düşman bir gazeteye röportaj vermesi ihmal edilebilir mi? Seksenlerden beri solcularımızın büyük bir bölümü "insanbu" deyip geçtiği için bugün ihmal edilebilir hale gelmiştir. Buna karşıt, farklı bir ahlak dizgesini inşa etmek için "şiddet" uygulamak haksızlık etmek pahasına mecburdur. Daha "tırt" bir örneğe değil de Gülten Akın gibi sola emeği geçmiş nitelikli bir şaire yüklenmemin sebebi budur. Konsantre bir noktaya ideolojik basınç uygulamak, bunu da bir anlam ifade eden bir figür üzerinden yapmak gerekir. Siyasetin, taraflaştırmanın, cephe açmanın en temel araçları bunlardır. Aksi takdirde entelektüel alanda hiçbir kökeni olmayan İslamcılar bizden çaldıklarıyla bizi bu alanın dışına atacaklar. Hürriyet gibi gazetelere röportaj vermenin Zaman'a vermekten çok bir farkı olmadığını biliyorum. İkisinin aynı şöhret budalalığının sonucu olduğuna da. Fakat ekmek çalanla milyonlar çalan örneğinizden yola çıkarak benim de bir analoji kurmama izin verin. Verdiğiniz örneğin bugün "kardeşim niye hep Akp'ye yükleniyorsunuz, Chp'ye de vursanıza o çok mu iyi" mantığından bir farkı yok. Bugün şiddet uygulamamız gereken konsantre nokta, Hürriyet değil Zaman'dır. Bu Hürriyet'i ve oraya röportaj verenleri hoş göreceğimiz anlamına gelmez. Chp' yi hoş görmeyip eleştirdiğimiz gibi tıpkı. Derdimi anlatabilmişimdir umarım. İlginiz ve cevabınız için tekrar teşekkür ederim.
İyi Çalışmalar...
Editörün Önerisi:
Tekrar Selam,
Sizin yazınızı aynen, fakat bu tartışmamızla birlikte yayımlayalım o zaman.
Ne diyorsunuz?
Sevgiyle. Kaan A.
Yazarın Yayınla İlgili Cevabı:
Merhabalar
Önce tuhaf olur mu diye şüphelendim, sonra ilginç olabilir diye düşündüm. Yazı aynen duracaksa benim için bir mahsuru yok. Teşekkürler.
Görüşmek üzere,
İyi çalışmalar...
Akın Art