“Ahmakça sorular” dizimiz devam etmeyecek ne yazık ki değerli okur, bu ikincisi ve son. Ahmaklığım giderek arttığından sanırım bundan böyle soru soracak kadar yoğunlaşamayacağım.
İlk soruları Sevgili Ergin Yıldızoğlu’na yöneltmiştim. “Salakla tartışma salak durumuna düşersin” şiarıyla herhangi bir yanıt vermedi.
Ergin Yıldızoğlu’na Ahmakça Sorular: http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1169
Çulhaoğlu’na da aynı soruları yöneltebilirdim. Fakat şu anda aklıma neler geliyorsa onları sormak daha pratik.
Soru denince sol geldi aklıma. Kafam yine dağıldı ve ardından “neden Çulhaoğlu” dedim kendime. “Daha önce de neden Yıldızoğlu?” Sevgili Çulhaoğlu sol kuram denince Türkiye’de en çok akla gelenlerden ve en yakın bulduğum birkaç kişiden biri. Yıldızoğlu da öyleydi benim için. İnsan bir şeyler beklediklerine soru soruyor, yüklenecekse önce onlara yükleniyor. Böyle soruları herhalde Yiğit Bulut’a soramazdım. “İntihar etmeden önce ailesini doğrayan adama benziyorsun” diyor bir dost.
Gerçi solu eleştirmek çok riskli. Bir şeylere dokunduğunuzda dakikasında şöyle tepkiler gelmeye başlıyor: “Biraz da sağı eleştirsene, sola düşman mısın?”, “Tek pratiğin sosyalistleri eleştirmek…”, “Falanca yerde biz eylemdeydik, falanca örgüt vardı, sen neredeydin?” “Korkak!”, “Sinik seni! “Solda hiçbir şeyi beğenmez misin üç beş kitap okumuş entelektüel bozuntusu!..”
Oysa sola sahip çıkma öyle mi ya! Solun bugüne dek biriktirdiği ne kadar ihtişam, aura varsa yoğunlaşır, başının tepesinde hale gibi toplanır. Sen eylemlilikte hiçbir örgütle yarışamazsın tek başına, fakat bir örgüt aidiyetini elde etmeye gör, birkaç eylemde gaz yemiş ol! Paris barikatlarının şanını omuzlarında hissedersin, solu veya o örgütü eleştiren herhangi birinin karizmasını saniyesinde çizersin. “Asıl önemli olanın dışında kalmış zavallı sünepe, soldan dışlanmış aydın müsveddesi!”
Sınıfın dökülmesinde kabahat üstüne yıkılmış çalışkan ilkokul çocuğu gibi parmak kaldırırsın: “Ama öğretmenim ben… elimden geleni yaptım.” “Hiç kaçmadan, yerinmeden sağın, gericiliğin, faşizmin tam ortasında her yolla elimden geleni yaptım bugüne dek. Ama şimdi…” “Sus, tarihsel hareketin önemini kavrayamamış bireyci bencil birey!” Kendisi geçen ay kavramış ya tarihsel hareketi, iki ayda çoktan devrim kütüğüne adını yazdırmış artık, hakkıdır…
Hareketin dışı dedik ya, şimdi Zizek, Eagleton, Badiou üçlü forvetine sahip bir yabancı takıma kim dayanabilir? Böyleleri hiçbir tarihsel hareketin fiilen içinde yer almadıkları halde ruhen devrimci teorinin her daim içindedirler. Bu işin sırrı bedenen içinde dışında olmak değil, solu eleştirmeyip ve de elini taşa değdirmeden ona sürekli poh ve poh diyerek kalpleri fethetmektir. Böylece her yerdeki devrimin içinde yerinizi ön sıradan kaparsınız, mücadelenin kalbinde yaşarsınız, severler sizi. Öbür öküzlerse bizzat mücadelenin içinde yer alsalar da, o sancıları yansıtmakla solu karalamış, kakalamış duruma düşer, böylece tarihsel hareketin dışında kalırlar ve ayrıca kendi öküz özneleriyle kaldıklarıyla kalırlar.
Yıldızoğlu örneğin sola, sosyalizme ciddi bir eleştiri getirmemiştir, ne de olsa o büyük aurayı kapmıştır, çok güzel yazılar yazar. Az kusur yapar. Herkes sever. Sağı eleştirmenin ve solu sıvazlamanın kutsal bir görev olduğuna inanmıştır, takdir eder, takdir edilir, güzeldir… Durmadan aynı şeyi yapmak, yani solculara solculuğun güzelliklerini anlatmak sağa karşı mücadelede ne işlev görebilir? Bunu sormak da sağa hizmettir öyle ya, bunca solcu bir işlev görüyorsa demek ki görülmelidir. Kendi sütununun yanındaki veya öbür sayfalardaki oligarşik, işbirlikçi ideolojiyi bir kez bile eleştirmeden bir yazarlık sürdürmek, sola hoş ve “vasat” dersler vermenin püf noktasıdır. Kendi ülkelerinde siyaseten hemen hiçbir şeyi başaramayan Marksist düşünürlerin bizde el üstünde tutulması işte bu evrensel püf ve poh noktasının eseridir.
Buradan devam edip sorulara başlayabiliriz:
Çulhaoğlu hocam, biz gerçek insan gibi insan sol yazarları, öncüleri ne zaman göreceğiz? Konuştuğu, yazdığı şeylerle yaptıkları aynı olan sosyalistleri? Liderler günlük yaşamda biraz daha sahiciler de, iş yazıya gelince neredeyse tüm yazılara sinen o yabancılaşma efekti hangi efektörün eseridir? Yazılar arkasındakini çok net görebiliyorum hocam, birçok aptal gibi buna inanıyorum. Ve bu beni çok rahatsız ediyor hocam, yazıda ifade edilenlerle yazarın gerçek hayat hali pek çok zaman hiç birbirini tutmuyor hocam! İçtenlikten, açıklıktan neden bu kadar uzaklaştık bir toplum olarak? İnsanlar, bizim solcularımız neden pek çok şeyi gizler, kapaklar, şeklini değiştirir, farklı yansıtır hale geldi hocam? İnsan olan insan böyle şeyleri hemen sezer, bu kadar maskeli, içten pazarlıklı, öfkelenmez, hiç hata yapmaz, bu kadar doğru sosyalistlere halktan kim inanır hocam? Yazılara ve yazanlara dokunmak istiyorum, gerçek değiller, dokunamıyorum hocam.
Örgütlü sosyalistler neden hep karnından konuşur, açık ve dürüst olarak kendi fikirlerini patlatamaz, yazamaz hocam? Bu sizi sıkmıyor mu? Dışarıdan bakanları çok sıkıyor. Örgüt cenderesinden, hakaretinden neden bu kadar çok insan örgütten kopuyor hocam? Bunda yüzde elli kabahat onlardaysa yüzde elli de örgütte değil midir? Örgütten kopan sosyalistleri toplasan CHP’den kalabalık bir parti doğar, bu çark niye hep böyle döner hocam? Örgütten kopanların hiç değilse bir bölümü kendi alanlarında dürüst, doğru, mütevazı bir mücadeleyi sürdürürler. Ama örgütsüz olduklarından etki gösteremezler. Üstelik örgüt gelir, onları orada da bulur, o mütevazı mücadelelerin de içine tükürür hocam, kendi nehrine akıtacağı yerde. Bu kabalık, bu nobranlık, bu değer bilmezliğe, kısır döngüye yorumunuz nedir hocam? Siz de tepelerdesiniz, bugüne kadar kaç kişi sizi çiğnedi, siz kaç bin kişiyi çiğnediniz hocam?
Yaşamları boyunca örgütlülüğü savunan bizim gibiler… Ama örgüt tekmesi yemişler her dönem… Vatandaş bizden duyduğu örgüt övgüsüne mi kapılacak, yoksa gördüğüne mi inanacak hocam?
İnsan zekası her yıl niye geriliyor hocam? Zeka gerilemesinin en önemli belirtisi giderek insanın kendini daha zeki sanmasıdır, tüm belirtiler ortada değil mi hocam? Her şeyi kapsayan kendi manifestonu yaz denilse ilk ortaya koyacağım yazı şudur:
Sosyalistlerin de En Büyük Sorunu: Sosyal Embesillik http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1148
Bu konuda ne diyorsunuz hocam? Zeka geriliği artıyorsa bizim başarısız klasik sol söylemimiz daha da üfürükleşmiyor mu? O konuda herhangi bir önleminiz var mıdır hocam?
Din tartışmasına tekrar girmeyeceğim hocam. Ben bulunduğum konumdan dindar dindarlarla dindar olmayan dindarların toplumun %99.9’dan fazlasını oluşturduğunu görüyorum, ama aralarında kendi sandıkları kadar ciddi bir fark göremiyorum. Fakat TKP’nin mücadeledeki iyi niyetine içtenlikle inanıyorum. Bu iyi niyet ve pratik sonucu TKP “bayrakla” barıştı. Bir gün dinle de barışacağına, dinsel veya dinsel olmayan dindar bir inançla değil, ruhsal-akli bir inançla inanıyorum.
Atlaya atlaya gidiyorum hocam, komünizm de bir din değil midir hocam, niye komünistsiniz siz? Komünizmin kurulamayacağına dair bir sürü bilimsel veri mevcut, ama kurulacağına dair yok. Siz böyle bir kanıta rastladınız mı hocam? Bu kötü bir din değil, yanlış anlamayın hocam iyi bir din, bir zamanlar dindarca inandığım bir din, hâlâ saygım derindir, fakat bilim nerede hocam? Hal böyleyken dinsel dindarlara biraz empatiyi neden denemeyiz hocam? “İlkel komünal toplum mu dediniz?” 70 bin yıl önce? O toplumda bugünün kaç özgürlükçüsü yaşamak ister hocam? Ben isterim, ama bugünün kaç “komünisti” dayanabilir hocam? Kabile kuralını bozanın, asalaklaşmaya başlayanın öldürülmesi, solumuzun insan şımarıklığına tapan kültürüne ters gelmez mi? Bertel bey buna ne der hocam?
Hocam şu Marksizm ve Kemalizm meselesinde kafam çok karışık. Neden biraz açmıyorsunuz mevzuu. Marksizmle devrim yapılmış tek ülke yok. Devrim yapan veya eşiğine gelen pek çok ülkedeki devrimciler Marksizme saygı göstermişler göstermesine, tabii ki bir büyük gerçekçi öğreti olarak saygı duyulacak yanları çoktur, ama onu öyle bir deforme etmişler ki Marksizm olmaktan çıkmış. Amaç sosyalist devrimse bunu tam başaranı çıkmamış zaten, lakin büyük ilerlemeler sağlanmış. Fakat Marksizmin özü işçi sınıfı önderliğini ve iktidarını savunmaksa burada mesela biz hangi durumdayız hocam? Biz hepimiz Kemalistsiz gibime geliyor. Sabah akşam Kemalizme küfreden sosyalistler dahi Kemalist bir anlamda. Çünkü devrimi savunuyorlar ama, işçiler çok az aralarında, yoksullara arka çıkma derdi 17. sırada, önderlik başka sınıflarda. Biz hâlâ kantin, kafe, dernek, parti devrimcisiyiz, en fazlasından sokağa çıkıyoruz arada bir. İşçi tavrı, gücü, önderliği… Görebiliyor musunuz hocam? Şuna orta yolcu ama kendi ülkemize özgü bir formül bulsak? Ben size çok daha yakınım açıkçası ama, sol Kemalistler yaşamla ve söyledikleriyle daha uyumlu görünüyorlar. Sizin sosyalizm ve işçi sınıfı adına söylediklerinizle, bulunduğunuz yerler, konuştuğunuz kişiler, kurduğunuz dostluklar, siyaseten yürüttüğünüz taktikler birbirini hiç tutmuyor be hocam.
Şimdi Aydemir hocam da geçende bir makale yazmış, samimiyetle sever, sayarım kendisini, “çözüm siyasettir” diyor, “daha fazla siyaset...” Dost büyüklerimiz siyaset yaptıkça bizim gibiler kıç altına giriyor, bu siyaset nasıl bir siyasettir hocam? “Cephe” deniyor mesela en son. Sanırım bu kıç altı daha da derin ve hayli zorlanacağız. Kimlerle birleşeceksiniz hocam? Zengin tıp profesörleriyle mi, paragöz sanatçılarla mı, işçiler neresinde bu cephenin, Dersim düşmanı siyasetçiler hangi yanında?
Velhasıl bizim ötekilerden farkımız ne hocam? TKP’ye epeydir gönül verenler olarak. Niye komünistiz biz, niye devrimci sosyalistiz? En doğru siyasi hat çok önemlidir biliyorum hocam, o yüzden severiz sizi, saygı duyarız, mücadelede önemlidir, mücadele ediyorsunuz, bunun için destekleriz. Fakat krediyi çok savruk harcamaya başlamadınız mı hocam, tükenmiyor mu hocam? Evet, bizim farkımız ne? Nerede sınıf? Okuldaki sınıf değil, işçi sınıfı nerede hocam? 25 yıldır yoklar, nereden gelecekler hocam? Nerede bunun için dişe diş politikalarınız, bunun savunusu nerede hocam? O konuda politika yapmak için işçilerin gelmiş olması da gerekmez -belki gerekiyordur, belki de şarttır, o yüzden bu konumdayız- işçi sınıfı ruhunuz nerede hocam? Tıp-sağlık tartışmalarında bizi alenen niye sattınız, işçi-halk sağlığını kimler için gözden çıkardınız hocam?
Bar, kafe, okul, sendika, oda, parti, dernek, sokak solculuğunu küçümsemiyorum, haddime mi, samimiyim, saygı duyuyorum, ama onlardan bir sürü grup ve parti var… TKP’nin farkı nedir hocam? “Ülke çapında doğru siyaset” yoksul, emekçi halkı, işçileri savunan hayat içindeki siyasetle birleştirilmezse ne kadar idare edebilir hocam?
Siyasi hat en doğru dedik ya, bu AKP karşıtlığını fazla abartmıyor muyuz ve bu da AKP’ye yaramıyor mu hocam? Bulunduğum açıdan bu apaçık görünüyorken solun telaşı birbirinden adam aparmak, böylece daha “sıkı” mücadele etmek gibi görünüyor. Bu dille, bu propaganda yetkinliğiyle, bu yöntemlerle, bu gazetelerle AKP’den nasıl insan aparacağız hocam? Buna gerek yok, sokaktaki mücadeleyle gün gelir vurduk mu oturturuz deniyor. O gün ne zaman gelecek, bir fikriniz var mı hocam? Yoksa alışıldık CHP’den grup koparma taktiği mi? İşe yarar mı hocam? Bunu deneyenlerin hepsi CHP kuyrukçusu haline gelmedi mi hocam? Umarım siz başarırsınız. Cidden ve içtenlikle soruyorum hocam. Bu taktik işe yaramazsa tam liberal duruma düşmez miyiz hocam? Madaraydık madrabaz olmaz mıyız? Liberallik AKP’yi desteklemek değildir sadece. Sözde “özgürlük” ve “demokrasi” için düzen politikalarıyla uzlaşmaktır, böyle yaparsak biz de liberal olmaz mıyız hocam? Öte yandan son yirmi yılda Türkiye’de çok belirgin bir refah yükselmesi, ortam düzelmesi var; onca haksızlığın, doğa kıyımının yanında. Yalnızca ve yalnızca “Her şey kötüdür” edebiyatıyla AKP’ye karşı nasıl başarılı olabileceğiz hocam, bu inceliksiz, sadece kendini seven, sosyolojiden, evrimbilimden nasibini almamış sol söylemle başarı şansı nedir hocam? Her şeyin gerçekten kötü olduğu zamanları mı bekleyeceğiz sinsi bir hesapçılıkla, o zaman konuştuğumuzda bunun etki gücü ne olacaktır hocam, ne kadar inandırıcı olabileceğiz hocam? Diyelim önümüzdeki seçimlerde bu dille, bu söylemle kaç işçiyi kazanabileceğiz sayın hocam?
ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜN
Yaz sonundan beri düşündüğüm bir şeyi bugün itibariyle hayata geçiriyorum. Yazarlıktan emekli oluyorum, oldum… Yazarlıktan emeklilik ne demek. Şu demek: Artık çok nadir yazacağım. Yılda bir-iki… Belki o da olmaz. Roman da tabii çok uzakta görünüyor halen. Bir şeyler yazarsam da mizah yazmak isterim. Ona bile hevesim yok ya şu an, fakat bakarsın diye…
Bunu sessizce hayata geçirmek istiyordum ama, şimdiden sorular gelmeye başladı duyan dostlarımdan, kısaca açıklamakta fayda var. Bu karar herhangi bir küskünlük-kırgınlık eseri değil, uzun süre düşünülerek alınmış bir karar. İnsan bazı işlere ölmeden de son verebilmeli.
Çok fazla yazdım, belki aşırı yazdım, yettiğini düşünüyorum. Şu yukarda gördüğünüz türden yazıları da zaten hiçbir yayın organı kaldıramaz, böyle şeyleri yazamadıktan sonra da yazarlığın anlamı kalmaz. Vasata seslenen vasat yazarlık kanıma dokunur. İşin aslı, böylesi yazıları şurada veya burada sürdürmenin de bir anlamı kalmadı. Mevcut canlı türü mevcut düşünce akışından memnunsa ne ala, mesajımı fazlasıyla verdiğimi düşünüyorum.
“Ölmeden önce öl” bir tasavvuf ilkesi. Tüm beklentilerden, hırslardan ölmeden önce vaz geçmek. Bu bir ruh yükselmesi yaratıyor, kesin. Söylenen birçok şeyin de daha iyi anlaşılmasına yarayabilir. Bir şeyi yazarken sizi okuyanlar veya muhataplarınız bin türlü anlayabiliyor. Yazdıklarınız bir beklenti ürünü sanılabiliyor. Herkes kendinden bilirmiş. Beklenti derken hem olumlu hem olumsuz beklentileri kast ediyorum. Yazdıklarınız korku ve huzursuzluk yaratabiliyor. Yine kime saldıracak… bizden, benden ne istiyor… bir dahaki hedef kim? Asıl gayesi nedir? Ne gizli bir asıl gayem var, ne olumlu veya olumsuz beklentim. Daha önce de yoktu yazıların görünen gayesinden başka bir gaye. Her şey açık ve seçikti. Şimdi artık bu daha net anlaşılır diye düşünüyorum.
Vereceğim olası “zararları” etkisizleştirmiş bulunuyorum. İşte bu… yeteri kadar yazdığıma inanmak… ve artık çekilme içgüdüsü… Arkaik genlerimden gelen bir çağrı. Açık ve seçik...
İnsan BU devam edecek
Ben yazmayacağım ama site devam edecek. Yorum da yazmayacağım için, bundan böyle daha kafamıza uygun yazıları yayımlayacağız. Tartışma çıktığında eşitsizlik olmasın diye. Anlayışla karşılayacağınızı umuyorum. Yoruma cevap vermeyeceğim için polemiğe kışkırtan yorumları da yayımlamayacağız. Dolayısıyla site biraz daha yavaşlayabilir. Ama bence çok önemli bir işlevsellik kazandı, devam etmeli.
İnsan BU’da başka yerde okuyamayacağınız yazıları yayımlamayı sürdüreceğiz. Bu çok önemli bir nefes alma olanağıdır bizim gibiler için. Başlangıçta hedeflediğimiz nitelik düzeyine hayli yaklaştığımızı düşünüyorum.
Öte yandan okur sayısı olarak da hiç fena değiliz. 14 bine yakın ayrı kişi girmiş siteye bugüne dek. 4 bine yakın devamlı okur kazanmışız. En çok tıklanan öykümüz 6691, en çok okunan 30 haberimiz 2716 ila 707 arasında giriş almış. Destek veren herkese teşekkürler.
Sağlıcakla, sevgiyle kalın.
Kaan Arslanoğlu