Kimi yazıların vardır öyle gizleri, yalnızca o kişi bilir.
Kiminin tezleri vardır, diyenin hallinden çıkıp yazılır.
Kiminin de ince süsleri vardır. Ne uzun ve nice cenk hikayesinden her yere bırakılır, isteyen unutur, isteyen göstermelik bulundurur, isteyen atar, isteyen tutar.
Manalı süslerden hani. O manalar ki her bir güç, nezaket ve efendilik meselelerinden ötürü
değişik yollarla yer alırlar en lazım gelen yazı başlarında.
Ortak bir çabadan belki söz etmek daha anlamlı olacak. Bildik sayılan bir tarif ve teşhisi sanmadan önce iyi bir hazırlık gerek oysa değil mi? Bir gerçeklik duygusu ve bu duyguya ne yapıldığına dair bir sanmaya.
Tahrifatı, bu tahrifatın hafızayla kolayca önkabuller halinde iletilmesine, günün oyalayacılığını durdurmaya gelmiş bir metinden söz etmek için önce girişinden başlamalı.
Körün Kıssası ya da “Körlerin Yürüyüşü“ ile başlıyor.
Hollandalı ressam Pieter Brueghel`in 1568`de yaptığı resmin bu örneğinde körler var.
Sokaklarda yaşayan hasta ve perişan durumdaki kişiler olarak ressam tarafından böyle betimlenmişlerdi.
Mağdule Demircioğlu`nun, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ĺktisat Anabilimdalı Kalkınma ĺktisadı ve ĺktisadi Büyüme Bilim Dalı`nda gerçekleştirdiği doktora çalışmasının gözden geçirilerek yayınlanmış olan Üretim Sürecinde Sakat Emeği adlı metinden söz ediyorum.
Metin dediğim 450 sayfalık koskoca bir araştırma. Tablo, istatistik eleştirel yaklaşım aktarımları, sakatlık durumunu algılama, tanımlama ve normlar, üretim süreçleri, devlet ve devlet olmanın 20. yüzyıldan 21. yüzyıla aktardığı güya tamı tamına modern yeni uydurmaların teşhiri, ne yok ki içinde.
Asıl bu dört başı beceriyle hazırlanmış bir tez kitabından başınıza iş buyuruluyor.
Bakın bu pek çok bilinen duygusal mesafeler, atfedilen masumiyet veya sorumluluk azatlığı, sıradan gündelik dilde yerleşen soğuğu alınmamış tanımlarla ne yapılıyor orada?
Bu soru Demircioğlu tarafından asla doğrudan buyurulmuş değil. Ve işte zaten de bu yüzden
basmakalıp bir halden, derin bir tuzaktan ve dili kırılan sürünün içine atlamadan önce bir bakalım isterseniz diye tarifler veriliyor.
Ortaya konan sakatlık tanımlarının gerçeklikle ilişkisinin araştırılmasını öngören belirleyici ana eksenin ardından Demircioğlu, sakat algısı ve tanımlamalarını tartışmaya açıyor.
Sakat hareketinin en büyük tartışma konusu olan medikal ve sosyal tanımların arasındaki ayrım, dilimizi toplamamıza yön verebilecek bir eylemlilik gösteriyor. Hiç de üşenmeden.
Medikal tanıma göre, patolojik bir durum olarak gördüğü sakatlığa yol açan nedenleri ortadan kaldırmak yerine, tedavi edici mekanizmaları uygulayıp, insanın en temel hakkı olan yaşama hakkını kısıtlama ve kontrol getirilmesi doğru kabul ediliyor. Kontrol, disiplin ve rehabilitasyon yöntemleri aslinda bir yere kapatmanın değişik biçimi iken, ayrıca bu tanım sosyal darvinizmle de ilişkilendirilerek eleştiriliyor.
Sosyal tanımsa, medikal tanımın kapsadığı ırkçı söylemlere karşı da bir görüş olarak sunulurken şunları belirtiyor Mağdule Demircioğlu:
“Sosyal tanım, Marksizmin ilkelerinden yola çıktığını ileri süren Victor Finkelstein´ın, Mike Oliver ve Brendan Gleeson´In çalışmalarıyla belirlenen, sakatlığı sosyal yaratım kavramsallaştırması ile kapsamlı olarak materyalist açıdan açıklamaya çalışan bir anlayıştır.“
En belirli tutumsa bu engellilik ve sakatlık kavramlarının dolayımlarından kaçınmayı önceleyip sakat tanımını tercih etmedeki mesafesini anlatmakta oluşmuş ki, bu durdurulacak gibi değil. Bu tanım yaklaşımı donabilir mi bu tez içinde?
Sakat yoksullaşması, boş vakit uğraşı, sendika dernek üyelikleri, iş bulma biçimleri, eğitim olanak ve oranları, yaşamsal alanlarda ulaşılabilirlilik olanakları, tarihsel ve sosyal örneklemeleri ve mevzuat düzenlemeleri ile birbirine ilintilendirirlen bu bilimsel çalışma Sovyet modeline de tutarlı eleştiriler getirebilecek araştırmaları da katmış sayfalarına.
Alan çalışmasında medikal tanımı benimseyenler, sosyal tanımı benimseyenlerden az farkla da olsa gerideler. Yüksekokul mezunu olanlar sosyal tanımı daha fazla benimserken, sakatlık yaşayan bireylerin eğitim hizmetlerinden yararlanamadıkları da gösteriliyor:
Çok güncel bir veriyle üstelik. 2012 Türkiye Özürlüler Araştırması‘nın verilerine göre genel nüfusun yüzde 12.5´ğu okuma yazma bilmezken, sakatlarda bu oran yüzde 80‘leri aşıyor.
Bu kadarı yeter.
Son alıntıya yer kalsın.
“Mutlak olanın görünüşte, gelişmenin belli bir anında bozulmaya yazgılı denge durumunun geçici dışa vurumu olduğu görülmektedir. Sürecin bu görünürdeki anını, genel-geçer bir yargıdan, tanım anlamında bir sonuca götürme çabası, yanılgıyı mutlaklaştırmaktan başka bir anlama gelmez… Ne var ki, elbette toplumsal yaşamın ilerleyen canlılığı içinde, sakat tanımının işaret ettiği toplum kesimleri değişim gösterecek, faklılaşacak, statü kazanacak vb. Ancak bu canlılık ve dönüşüm tek bir tanımın sınırları içine sığmayacaktır. Bu sığmama durumu onların sınıflar tablosu içinde hangi yana ait olduklarına göre da farklılıklar gösterecektir. Hatta (emek, yalnızca bir yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerlerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre) ( Marx, 1989, s.3) yazılı bir bayrağa sahip olsa bile; ekonomik sermayesini tamamlamış, sembolik sermayesinde de belli bir artışa tanık olmuş sakat birey, kendini işaret eden bir tanıma gereksinmesi olmasa da, yine de kendini ima eden bir tanımın varlığını sürekli hissedecektir. Zira o koşullarda bile, Einstein`ın, ön yargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur, yollu öngörüsü yine hükmümü sürdürmeye devam edecektir.„
Hani akşam üstü geçerken uğranmış bir çay içimlik o vakitlere gitmek vardı aslında.
Oysa aynı anda minibüs durmus, şöfor inmiş öbürüyle kavgaya tutuşmuştu bile. O Ağustos çok sıcaktı, ĺstanbul yollarında ilerlemek pek güçtü ya, asıl bir de merak vardı .
Özal`ın erken çıkaralım seni, sen de bizim Mandela`mız ol, demesini elinin tersiyle iten tutkulu kararlılığını , Çağdaş Gazeteciler Derneği Güney Marmara Şubesinin ödülünü ĺsmail Beşikçi adına aldığı o gecedeki zerafetini anarken en son 90‘lı yılların başında Sumru´ların evinde ayaküstü görmüştüm, ben yurtdışına çıkıyordum , aradan yirmi yıl geçmiş.
Bu ağustos çok sıcaktı da, yirmi yıl oyalanmamış zaman, ne edecekse etmişti işte.
Eşber Yağmurdereli`yi tam yirmi yıl sonra görebilmiştim yeniden. Dönerken elimde birçok kitap, en üstte de Mağdule Demircioğlu`nun bu doktora tezi vardı.
Ne oldu o ara anlamadım, Eşber Ağbi`yi görmüş müydüm, görmemiş olsam kitaplar olmazdı elimde, görmüş olsam niye böyle hayal gibi derken, en iyisi okuyayım da demiştim, bunca yılı yavaş yavaş geçmişe göndeririz.
Tezli, gizli, süslü demem bu yüzden.
Her metnin bu kadarlık tezi gizi süsü bulunmaz ki her vakit… Bulunur mu peki?
Üretim Sürecinde Sakat Emeği- Mağdule Demircioğlu, Kibele Yayınları 2010
Belkıs Önal Pişmişler