Editörün Notu: Ben dahil herkes suçlu: Türkiye’de siyaset yapma biçemi sol güçleri doğal olanın ötesinde ayrıştırıyor. Somut bir iş yaparken, düzgün bir çalışma içinde birleşenler, iş yüksek siyasete gelince, kıçı kırık kavramlar yüzünden kapışıyor. İnsanbu sayfalarında, zaten yayının kültür yayıncılığı niteliği gereği doğrudan günlük siyasete olabildiğince seyrek bulaşmak niyetindeydik. Medya eleştirisi, tıp eleştirisi, sanat ve edebiyat üstünden yapacaktık siyaseti. Ama, kendi ilkemizi daha baştan kendimiz çiğnedik. “Çözüm Süreci”yle ilgili iki yazıya yer vererek bir tartışma başlattık. Ona gelen tepki yazılarını da şimdi bir paket halinde topladık, bu dört yazıyı aynı anda yayımladık. Hiç siyasi yazı, yorum, haber çıkmayacak burada diye bir şey yok elbette. Ama ayrıştıran günlük politikayı daha çok başka yayın organlarına bırakmak dileğiyle. K.A
Türkiye Solu: Anlamak İstemeyenler Kulüpleri Federasyonu
“Çözüm Süreci Bana Umut Veriyor” başlıklı yazıma bazı yakın dostlardan gelen tepkiler bir kez daha ve cidden umut kırıcı. En açık seçik yazılmış, en basit ve kısa tutulmuş makaleler, konuşmalar dahi en yakınlarımızca veya kafası çalışan aydınlarca anlaşılmıyorsa, vah bize. Söylemediğiniz şeyler söylenmiş kabul ediliyor, söylediğiniz şeyler tam tersini söylemişsiniz gibi karşılık buluyor. Bunu bazıları bilinçli yapar, kötü niyetten. Onlar profesyoneldir. Bazı arkadaşlarımın cevaplarında, çok iyi biliyorum ki, hiçbir kötü niyet yok. Ama mutlak itaat, mutlak onay beklentisi var. Tam kendileri gibi olmadığınızı görünce adeta bilinçsiz bir şekilde sizi hiç orada bulunmadığınız karşı uca fırlatabiliyorlar. Bunu çok rahatlıkla yapabiliyorlar. “Bana yar olmadın, ellere hiç olma” diyen gözü dönmüş sevgilinin öfkesiyle. O yüzden Sevgili Ahmet Yıldız’a ve Sevgili Ali Rıza’ya madde madde yanıt vermeyeceğim. İlk yazımda neyi savunup neyi savunmadığım zaten gayet nettir. Aynı şeyleri tekrarlamak akla hakaret olacağı gibi, ikinci, üçüncü vb. yazılar da aynı şekilde dikkatli okunmadan karşı tarafa itilebilirler.
Tabii bunda kendi kabahatim de söz konusu olabilir. Başlıkta biraz ironiyi ön plana çıkardım. Süreçten neden umuda kapıldığımıysa daha uzun ve daha kalın çizgilerle anlatmalıydım belki. Oradaki “tecavüz kaçınılmazsa” yaklaşımımı derinleştirmeliydim. Umudumun nasıl bir umut olduğunu yansıtan seçtiğim haber resmi kafaları iyice karıştırdı. Benim kafamı karışık sandılar. Neyse, dedik ya, benim de suçum vardır belki biçem yönünden, insanların kafalarını genişletmek için her yolu deniyoruz, ama takır tukur kaba saba laflar etmedikçe (şimdi de Ümit Kocasakal bu dalda star oldu) anlaşılmanız güçleşiyor, bilinç perdeleri kapanıyor.
Türkiye solu kendini aldatmada, kendine yalan söylemekte hastalık boyutunda bir bağımlılık geliştirmiş. Sağcı politikacılar yalan söyler, halkı kandırmak için. Türkiye solcuları saf mı, yoksa tam tersine çok uyanık mı bilmiyorum, kendilerini kandırma konusunda inanılmaz mahirler.
İktidar bir gündem mi açtı. Sol gruplar bir proje yarışması düzenliyorlar adeta, halk katında bizi en zor durumda bırakacak, bizi en küçük kılacak hangi söylem ve taktikle buna karşı duralım. Jüriler karar veriyor, en akıl dışı duruş ve slogan neyse, o saptanıp halkın karşısına çıkılıyor. Aslında halkın falan da karşısına çıkılmıyor. Bu değişik kesimlerden dostların büyük bölümü sıradan vatandaşla hiç konuşmuyorlar aslında. Birtakım çevreler, kendileri türünde solcu insanları topluyorlar, birbirlerine gaz veriyorlar, bir alkış kıyamet… Ama bizim gibiler açısından içler acısı.
“Barış” veya “çözüm” süreci olarak adlandırılan projenin emperyalist bir proje olduğunu ben de sizin kadar biliyorum. Bahsi geçen yazımda bunu da yazdım açık ve seçik biçimde, başka ne yapmalıydım? Sizinkine çok benzer görüşlerimi büyük harflerle yazıp altına çizgiyle vurgulamalı mıydım? “Anti-emperyalist duruşta en önde ulusalcı dostlar yer alıyor” bile dedim. Bir de elinizi mi öpmeliydim?
Ancak, “ama”sı var. Bu böyle diye ölümlerin durması veya azalması ihtimaline hiç sevinmemek, böyle bir şeyin sol için getireceği avantajları aşağılamak, neredeyse “savaş devam etsin” demek, nasıl bir akılcı tutumdur? AKP’nin, “Bunlar her zaman savaştan ve kandan yana” haksız demagojisini açık biçimde haklı göstermiyor mu bu ruh halleri? Öte yandan bu en ileri anti-emperyalist duruş da aslında güvenilmez, her an satılabilecek bir duruş değil mi? Bunun niye böyle olduğunu az altta açıklayacağım.
Sadece, “Kanın durması eğer olacaksa, kötü bir şey değil, sola avantaj sağlayan bir sonuca yol açabilir, ah vah etmeyi bırakıp, buna yoğunlaşmalı” dedim. Ne kabahatmiş, ne kafa karışıklığıymış. Neredeyse memleketi satıyormuşuz. Emperyalizmin kucağındaymışız. Biraz akıl, izan diyorum sadece, biraz düşünce. Biraz sıradan vatandaşa nasıl göründüğümüz kaygısı. Biraz zekice taktikler. Kocasakal muhalefetini emperyalizm ve AKP çekirdek gibi çitlemez mi?
Türkiye solu halkı iknada değil kendini kandırmada bin bir maharet geliştirmiş. Katalogda birbirinden ilgi çekici yüzlerce yalan sıralanıyor. Ama bunlar dört ana başlıkta toplanabilir, dört büyük yalan:
Birinci Büyük Yalan/ Ulusçuluk solculuğa yarar sağlar: Ulusçuluk kolay ve otomatikman anti-emperyalisttir, solculuktur görüşü en kolaycı saplantılardan biri. Kürtler de Türkler de aynı yanılsama içinde. Ulusçuluk sola, sosyalist devrime de yol açar birçok ülkede görüldüğü gibi, ama daha çok da faşizme ve emperyalizmle işbirliğine yol açar. Bizde baskın olarak görülen hep ikincisi olmuştur. O bile solculuk olarak yutturulmaya çalışılmıştır. Ulusçuluktan emperyalizm karşıtlığı ve sosyalizm çıkarmak çok güçlü ve samimi bir sosyalist liderlik işidir.
İkinci Büyük Yalan/ BDP-PKK solcudur, sosyalisttir: Türkiye sosyalist hareketinin ilerleyememesinde belki de başat rolü oynayan yalan bu yalandır.
Üçüncü Büyük Yalan/ Ordu yurtseverdir, subaylar yurtseverdir: Türkiye solunu yetmiş yıldır perişan eden çok baba bir yalan. Yüz kişiden biri solcu çıkarsa, anti Amerikancı çıkarsa, geri kalanın ne olduğuna bakılmaz, “devrimci ordu” edebiyatı yapılır. Bu tutum aslında ordu içindeki gerçek sol siyasi çalışmayı da sabote eder. Generaller işbirlikçilikten bıktılar, birtakım solcular “yurtsever subaylar” edebiyatından bıkmadılar. Ben doğdum doğalı Türkiye ABD’nin yarı sömürgesidir, bildim bileli bu ülkede “yurtsever subay”dan geçilmez.
“Asker- sivil- aydın zümre” hastalığı hala devam ediyor. İçi boş ajitasyonlarla gene yurtsever subaylardan söz ediliyor. Bu kesimin anti emperyalistliği her an satılabilir, demiştim. Bundan önce bir, iki, üç değil yüz kere satılmıştır, ders alan yok. Hesap şu, sol güçlenecek, “yurtsever subaylar” da bunun içine katılacak. Ondan sonra ABD ile üç beş liderin gizli pazarlığı. Solun önü açılacak. “Yurtsever subaylar” sanırım ABD ile pazarlıkta usta oldukları için illa ki kazanılacak!
Dördüncü Büyük Yalan/ Atatürk sosyalisttir, Türkiye’yi Atatürkçülük kurtaracaktır: Bunu ısrarla yineleyen dostlar, bizim gibi Atatürk’ü seven sosyalistleri zorla Atatürk düşmanı yapmak için sanki yemin etmişler. Zaten Kemalizm, Kemalizm düşmanlığı yaratmada uzmanlaşmış bir ideolojidir. Çünkü açgözlü, sınır tanımazdır. Atatürk’ü bir büyük burjuva devrimcisi, bir aydınlanmacı olarak sever sayarız. Ama hiçbir benzerliği olmadığı halde onu bir sosyalistle karıştırmak! Bu da akıl almayacak bir bencillik. Azcık bir şey de bize bırakın, siz alın altı oku, tüm devrimcilik de sizin olsun, hiç değilse sosyalistlik bize kalsın. Tavuğu götürüyorsunuz, bari kemiklerini bırakın. Bir şey daha var: Her yeni dönemin liderliği ötekinden bambaşka olmak zorunda. Atatürk’ü rahat bırakın biraz, onunki kadar akıllı bir politika yürütün. Ülkeyi Atatürk kurtaramaz, görün artık bunu. Atatürk, kendisi 1930’dan sonra neyi kurtarabilmiş, sakin kafayla bir bakın.
Son olarak, Kürtleri ve Alevileri hepten gözden çıkarmak meselesi. Kürtler hakkında artık bir şey demiyorlar da dostlar, “Alevileri niye karıştırıyorsun, Aleviler zaten bizden” diyorlar. Böyle politikalar sürdürürseniz onları da toptan karşınıza alma riskiniz var. Çünkü tam sizin gibi düşünmediğinde, bu her kimse, onu ta öteki cepheye atmaktan, düşman yaratmaktan zevk alır gibi bir haliniz var. Dersim tartışması bunun kanıtıdır. Cem evlerini yasaklamış Cumhuriyet, Alevileri haksız ve akılsız biçimde düşman bellemiş, olmadık eziyetler etmiş, sonra da Dersim’de ayaklandılar diye kitle halinde imha etmiş. Neymiş, emperyalizmin oyunuymuş. 12 Eylül’ün “yurtsever” faşist subayları Kürtlere bok yedirirken de aynı şeyleri söylüyordu. Bunlar “dış güçlerin maşası” diyorlardı. Kimdi o zaman dış güçlerin gerçek maşası? Hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı köylüler mi, o sadist subaylar mı? Bir CHP milletvekili durumu açıklayacak oldu, bir özür istedi, Kılıçdaroğlu ona arka çıktı; ne Amerikan uşaklıkları kaldı adamların, ne vatan hainlikleri. Bu mu halkı kucaklayan politika? Ki o Aleviler, Dersim’in eli öpülesi halkı, onca zulme karşın hala Cumhuriyet değerlerine bağlıdır, geniş görüşlüdür, bağışlayıcı ve solcudur. Onların bu gönül yücelikleri Kemalist aydınlarımıza, tüm Türkiye’ye bir derstir.
Böylesi Kocasakal solculuğu (yine sempatim var, yine de dost ve bizden görürüm olanca içtenliğimle) ancak Bağdat caddesini kucaklayabilir.
Tüm kesimden solculara diyorum ki, benim gibileri bile anlamıyorsanız, karşıt yaratmakta bunca istekliyseniz, gerçekten iyi bir şeyler yapmak istediğinizde işiniz çok zordur. Kimse kusursuz değil, aksine herkes birçok yanlış ve eksik gösteriyor. Benim de yetersizliklerim, yanlışlarım olmuştur, yine olacaktır. TKP’nin de eleştirilecek çok şeyi vardır. Zaten yazıyor, konuşuyoruz bunları.
Ama en zararlı tutum, herkesin kendini kusursuz ve mükemmel doğruda görmesi. Kişiler ve gruplar kendilerini böyle görünce, dilleri de özensiz, yukarıdan, dikkatsiz, kaba oluyor, kırıyor, döküyorlar. Haklı kırsalar dökseler yine katlanırız, yanlışlığı apaçık ortada, başarısızlığı defalarca kanıtlanmış yöntemlerle birbirlerine kibirleniyor birileri. Herkes birbirine kendi muhteşem dersini öğretiyor. Kimse, öteki acaba ne anlatmak istiyor diye çaba göstermiyor.
Biraz saygı, biraz anlama çabası ve daha nazik bir dil öneriyorum kendime ve herkese.
Kaan Arslanoğlu