Dünyayı Kurtaran Adam ya da Sonun Geldi Sevgilim

Dünyayı Kurtaran Adam ya da Sonun Geldi Sevgilim

         ‘’ Hayalini bile kuramayacağın güzellikte bir kadınla evleniyorsun. Çok geçmeden bütün ülkeye rezil rüsva oluyorsun. Herkes kendinden emin: Tek suçlu sensin! Annen, baban, ablaların... Bakkal, komşu, arkadaşların...

            Hatta Polis! Haklı ya da haksız olman mühim değil, Türkiye'nin seni affetmeye hiç niyeti yok! Tek şansın var: Unutulmak! Yapılan araştırmalara göre ihtiyacın olan yalnızca 17 gün. Yoksa 22 miydi?

            Devrim lanetli bir medyatik. Şehrin kenarlarında yalnız bir hayat sürüyor. Gezegendeki en şanssız erkek olduğuna inanıyor. Bir gün son kararını veriyor: Yeter! Tam intihar edecekken, evinde televizyon olmayan son güzel kadına rastlayıp âşık olacak. Kaçtığı kameralara mafyanın kurşunları da eklenecek böylece. Gerçek belalarla tanışma fırsatını bu sayede yakalayacak Devrim. Bakalım fırsatı değerlendirebilecek mi? ‘’

Kitap tanıtımlarını kitabı önceden okuyup okuyucuya tavsiye eden bir başka yazarın mı yazdığını yoksa profesyonel satış pazarlama uzmanları tarafından kitabı çok satanlar listesine dahil edebilmek üzere mi yazıldığını hep merak ettim. Ortama göre okuyucunun dikkatini ne cezbeder de kitabı satın alır diyerek basıma hazır bir kitabı hızlıca gözden geçirip seçilen anahtar kelimelerin yan yana getirilmesi ile kitap tanıtımı yapıldığını düşündüğüm de çok oldu. Tutun ki bilgisayardaki metne  'metin içinde ara ' diyerek istediğiniz kelimeyi girince karşınıza anahtar kelimeler sıralanıyor. Burada kullanana değin de 'anahtar kelimeler'  (keywords) kavramının bu kadar yerinde kullanılabileceği aklıma gelmezdi. Gerçekten de anahtar kelimler. Devrim, medya, suçlu, polis, unutmak, unutulmak, intihar, mafya, aşk... Şimdi içinizden bu kitabı sipariş etmek geçmiş olabilir.

Tuna Kiremitçi'nin Sonun Geldi Sevgilim kitabı ile ilgili yazılmış birşeyler var mı diye baktım karşıma defalarca kitabın arka sayfasında da yazan yukarıdaki satırlar çıktı. Yalnız bir de ' popüler kültüre, özgürleşmeye, yeniden başlamaya dair afili bir roman arayanlara' diye bir tanıtımı vardı ki kitabın benim okuduğumdan farklı basımlarının olabileceğini de düşündüm açıkçası.

 

Lanetli medyatik Devrim ve Devrim’in evlenirken hayalini bile kuramayacağı güzellikteki Louis Vuitton marka çanta kullanan bir kadın olan Rosa 6 yıllık evliliklerinin ardından ayrılmaya karar verirler. Tanıtımdan merak etmişsinizdir diye yazıyorum tüm ülkeye rezil rüsva olmasının sebebi de Rosa’nın hava durumu sunuculuğunu bırakıp yeni bir evlilik programına başlayacak olduğundan biraz sansasyona, adının gazetelerde, televizyonda sık geçmesine filan ihtiyacı vardır. Bir televizyon programında Devrim’in iktidarsız bir adam olduğunu ve bu yüzden ayrıldıklarını söyler. Aslında kitap boyunca cazdan başka müzik dinlemeyen, bir türkü bara girmişliği olmayan, türkü dinleyerek nasıl içileceğini bilmeyen, işe gitmek gibi banal zorunlulukları olmayan, gerektiğinde asistanına Londra’ya bir uçak bileti aldırıp, kendisine inanmayan trafik polisi yüzünden uçağı kaçırıp evine geri dönen Devrim’ in neden güzel bir kadınla evlenmeyi hayal edemediğini anlayamıyoruz ilk olarak.  Demek o da aslında kötü bir çocukluk geçirmiş, gariban, ezik bir genç adam. Günlerini evde arkadaşıyla play station oynayarak geçirişinden, Nike markasının hikâyede defalarca geçişinden, eski eşinin tutmayan televizyon programına konuk olacağı akşam annesinin arayıp ‘ evladım git kendine Zara’dan bir ceket al ‘ deyişinden de anlıyoruz bunu. Ki kendimizle özdeşleştirebilelim.

Devrim tüm ülkeye rezil oluşundan kaynaklanan bunalımını dağıtmak üzere önceden gecekondu olup kentsel dönüşüm fırsatı yakalamış olan semtinde yürüyüşe çıkar. Tabi bu kentsel dönüşüm fırsatı tanınan semtten erkenden bir ev alarak elde edeceği rantı hesaplamıştır. Değilse oturulacak yer değildir. Yürüyüşü sırasında girdiği çay bahçesinde evinde televizyonu olmayan son güzel kıza âşık olur ve onu şöyle tanıtır okuyucuya:

‘’ Tahmin edebileceğiniz gibi gündemi farklıydı benimkinden: Maden işçilerinin eylemi, Sırrı Süreyya Önder’ in açıklaması, yunusların hayatı ya da küresel ısınmayla ilgili yeni bir keşif… Onu dinlerken insanın içi acıyordu çünkü bir kenar mahalledeki çay bahçesine sıkışıp kalmış olmasına rağmen dünyayı değiştirebilirmiş gibi konuşuyordu. Bense reklamcıların dünyasına yani hayatın saçmalığına karşı takınılabilecek en ‘cool’ tavrın alaycılık olduğuna inanılan bir dünyaya aittim. Şimdi size on küsur yıldır ekmeğini yediğim sektörü kötüleyecek değilim ama Gülbahar’ın romantizmi, yani şu dünyada kurtarılmaya değer ne kaldıysa kurtarmak isteyen kalbi insana dokunuyordu. Ayrıca konuşmasını izlerken de acıyordu içim çünkü çok güzeldi: Hiç durmadan hareket eden elleri, dudaklarının aldığı biçimler falan… İsterseniz bana salak deyin ama söyleyin lütfen; kim yeni aşık olduğu kadın ozon tabakasından bahsederken duygulanmaz? Kim onun kaderini hafife alışı karşısında kendisini Merhamet Heykeli’ne bakan Sezen Aksu gibi hissetmez? ‘’

Michelangelo’nun kucağında, çarmıhtan indirildiği an İsa Mesih'i tutan Meryem Ana heykeli  (Pieta). Sezen Aksu’nun canının çok sıkkın olduğu bir zamanda Vatikan’a gidip bu heykeli görünce ‘ küçüğüm daha çok küçüğüm, bu yüzden kendimi özel ve önemli zannetmem ‘ şarkısını yazdığı geçmektedir hikâyede.

Gelelim bir diğer anahtar kelime mafya meselesine. Devrim’in aşık olduğu, evinde televizyonu olmayan son güzel kız olan Gülbahar’ın kendisini aldattığı için ayrı yaşadığı kocası özel hastaneler sahibi doktor Vural’ın Gülbahar’ın sokak hayvanlarına barınak sağladığı, gariban, feleğin çemberinden geçmiş güzel insanlara da ekmek kapısı olan çay bahçesinin bulunduğu araziyi elde etmek için kullandığı yöntem. Vurulması da Devrim’in Rosa’nın programında belediyeye seslenerek evet sadece seslenerek çay bahçesinin kurtulmasını sağlaması hatta müjdeyi bizzat hemen o anda belediye başkanının yayına bağlanarak vermesi ve aslında Vural’ın hala karısını seviyor oluşu, Devrim’in kızına babalık taslamasından hoşlanmaması filan… Gülbahar’ın da bu davranışıyla tüm o gariban hayatlara umut ışığı olduğundan Devrim’in hakkını verdiğini de söylememe gerek yok aslında.

Kitabı anlatmayı, Devrim’le taksi şoförlüğü yaparak ailesini geçindirmek zorunda olan babasının yıllar sonra karşılaştıklarında aralarında geçen diyalogla bitireyim:

‘’ Eh…’’ diyor babam utangaç bir sesle. ‘’Gündemi epey sarstınız ha? ‘’

‘’Ya, sorma’’

‘’Takma kafanı onlara. Boş gezenin boş kalfaları için bütün bu işler. Tuzu kuru hanım evlatları zaman öldürsün diye. Senin onlardan olmadığını zaten herkes takdir edecektir.’’…

Edebiyat yazarı filan değilim ama ben de olmamışa 'Cık bu olmamış ' diyebilme özgürlüğümü kullanmak istiyorum.  Bir yazarın düşüncesini, duygusunu, birikimini, yaşadığı dünyayı, insanlarını yazdıklarından ve yazdığı kitabı okuyacak olanlardan da sorumluluk duyarak yazması gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta elinizdeki bir kitap ve yazdıklarınızın bir amacı, anlamı olmalı. Bu anlam yazara da okuyucuya da bir katkı bir birikim sağlamalı. Yazarını da evrensel doğrularla ve tüm zamanlarda tanımlamalı. Tabi canı sıkılan okuyucuyu tavlama teknikleri kullanarak anlattıklarınızdan, ait olduğunuzu zannettirdiğiniz

 - zannettiğiniz belki-  ideolojiden bambaşka bir amaca hizmet etmiyorsanız. Ve bunun adı kültür endüstrisine katkıdan başka bir şey olabilir mi? Kültürün, sanatın, siyasal ve ekonomik düzenin gerektirdiği, bireysel ve toplumsal davranış biçimlerinin, tüketim alışkanlıklarının örneğin devamlılığının sağlanmasına alet edilmesi. Bir de burjuvazinin gösteriş nesnesi… 

EMEL SAKINÇ

 

Facebook
yorumlar ... ( 15 )
14-01-2015
13-01-2015 22:37 (1)
Özgür bilincinize sağlık Emel Hanım, trendi yakalamışsınız. Editörleri de kutlamak gerek. Kolaylıklar :) Ahmet Hurma
13-01-2015 22:38 (2)
Tuna Kiremitçi'nin neden burada yer verilesi bir yazar olduğunu bilmiyorum (daha önce de adı geçti)...Buradaki kısmıyla, postmodernizmin popülizm yan dalı pratiğine örnek bir kitap gibi geldi bana...Yorumum: 1-Nasıl ki, kitaptan hem okuyucuya hem yazara bir katkı bekliyorsunuz, eleştiri de aynı amacı sağlamalı...yani, bu eleştirinin size ne katkı sağladığını bilemediğimiz gibi, yazara da bir katkısı olmadığını iddia edemeyiz, en azından. 2-Postmodernizmin özelliklerinden biri bütünden ziyade parçaları, kesitleri ele alması, sanki eleştiride de benzer bir yöntem var ve yanlı gibi geldi bana. 3-Gerçi siz de kişisel düşünceniz olduğunu belirtmişsiniz, ancak, yazarın "amacının ne olması gerektiği" konusunda böylesi kesin sınır çizmek, okuyacak herkesin beklentisinin de bu olması gerektiğini sanmak, pek gerçekçi değil gibi. 4-Kitabın dil, imla ve sanatsal açıdan, kendinizce de olsa, nerede durduğunu da belirtmenizi tercih ederim...Paylaşımınız için teşekkürler, emeğinize sağlık...HM
13-01-2015 22:39 (3)
bu jostein gaarder denilen dallamada daha da belirgin bi haldi. bişey anlatıcam diye kaygısı olan adam 12 yaşındaki çocukları saçmasapan halusinojenik bi fantezi silsilesinde seviştirir mi? yapmaz. grinin 50 şeysi'ni yazan adam dürüst en azından. ben seks satıcam deyip meydana çıkıyo. ben bu adamları anlamıyom hocu harbi. şimdi ordan biri çıkıp vikler "sen anlamıyosun diye kötü değiller" diye. preemptive strike geliyo emoli. postmodern dediysek saçmalama özgürlüğü bu kadar da serbest değil. türkiye'de postmodernizmin kurucubabalarından biri olduğu klişesi sürekli yinelenen Oğuz Atay'daki bilinç akışı sekansları ana metinden asla kopuk değildi. hele ki Yusuf Atılgan!!! cıs derim! bu iki isim de konsept bütünlüğü içinde yazmışlardır. iç-uçuşmalar tamamen kahramanlarının bütünlüğünde tutarlıdır. sen yazar olma heveslisisin diye olmayacak sınıfsal tesadüfleri olmuş gibi kurgulayamaz, o sınıfsal aidiyetlere uymayan tiradları o olmamış kahramanlarına yamayamazsın. saçmalamak hak değildir!AYA
13-01-2015 22:39 (4)
'Cık bu olmamış' diyebilme özgürlüğü tanımı malumunuz Kimmeryalı Conan'dan çok beğenilerek alınmıştır.Teşekkürler. Tanımlanan bu özgürlük kavramının yazmaya teşvik edici olduğunu, yazıları da özgürleştireceğini düşünmekteyim.Emel
13-01-2015 22:41 (5)
ama tabii bu benim "yalnız ama güzel" ülkemin ortalama beyinsizleri için normal. Galatasaray lisesi çıkışlı olduğu için bizim gözümüzü varlığıyla, beynimizi yazdığıyla rahatsız etme hakkına otomatikman sahip olduğunu sanan dallamalar sayesinde hepimize akvaryum canlısı muamelesi yapılıyo. ne güzel memleket! şu deliyürek şeysini düşünün hele. orda değil miydi bu "kuşçu" nam filozof bozuntusu? Crom! zaten "yalnız ve güzel" ülkemin her mahallesinde bi Diojen mevcut. "gönül gö-z-ü"nden konuşmalar falan... ha guzuma ha! 1. mahallede mahallenin delisi olur. filozof değil! 2. kenar mahallede yaşayan adam o sınıfsal aidiyetin gereğince konuşur. siz istiyosunuz diye ondan Faulkner çıkartamazsınız! 3. karakterler roza/moza diye minörite ya da yabancı ismiyle sizin totonuzun keyfine yaratılamaz. ha yaratılıyosa, o zaman da bi zahmet Ben-i İsrail'in ya da kafirun tayfasının hayat tarzları azıcık etüt edilir ki işkembeden sallanmış olmasın! Klişeler diye yazdımdı ya... İşte Kazablanka onun içindi.
14-01-2015 08:42 (6)
Postmodern gevezelikler ve modifiye rokoko stayla cümbüşe (esasında aynada kendine hayran oluşa) güzel bir yanıt olmuş Sn. Sakınç. Teşekkürler. Mehmet Harma
14-01-2015 12:00 (7)
"Hayalet Yazar" diye bir kitap okumuştum. Aynı kitaptan alınan filmi de çok güzeldi. Bari bu tip yazarlar hayalet yazarlar bulup sonra da kendi isimlerini yazar olarak kullansınlar! Hiç olmazsa bu isimsiz yazarlar belki daha dikkatli olur ve daha düzgün yazarlar! Nalan
14-01-2015 12:02 (8)
Yazarımız takma isimli bir yazar değildir arkadaşlar. Baş editörümüze sordum, doktormuş, çok da iyi okuyan biriymiş. Ayrıca güzel de yazıyor bence. Saygılar. Kaan Ars.
14-01-2015 13:13 (9)
hayalet yazar? ghost writer'dan bahsediyor sanırım nalan. nalancım, sen o filmi bi daha izle. sonra belki "karikatüristlerin katliamı"nı daha iyi anlarsın. bozuk tamlama sahibine aittir! n'oolacaktı ya? başka bi vatandaş ciddi ciddi yazı yazdığını zannedip mustafa kemal'in "bedhah"larını 3 yerde "bedbah" yaptıydı. ula bedbah ne? hadi bedbaht desen yine bi sözcük. yanlış ama yine de sözcük. bedbah ne la? ne la? SSSS oldu nalancım. kusura kalma. lütfen filmi bi daha izle. komplo teorisi ne demek anlarsın. bu yazdığın şeyle de hiçbi alakası yoktur onun. tamam mı? arif yavuz aksoy sizlere allahaısmarladık der ve saygılarını sunar! sağlıcakla kalın!
14-01-2015 16:19 (10)
Sayın AYA, ben filmi gayet iyi anladım.Siz benim ne demek istediğimi anlayamamışsınız! Yazdğığmda ironi olduğu açık.Sizin dediğiniz gizli servisler komplo teorileri vs. konulara geçmek için çok uzun yazı yazmak kitabı ve filmi anlatmak gerekiyor.Konuyla esas o kısmın ilgisi yok. Benim vurgu yapmak istediğim nokta bir takım yazarların- bu kişiler en bilinenleri eski ünlü politikacı, sanayici ya da film yıldızı vs.- genellikle yaşamlarını bir yazara yazdırıp kendi isimlerini yazar olarak sunmalarıdır. "Nalancım" demenize de bir anlam vermedim? Askerlik arkadaşı mı oluyoruz?
14-01-2015 17:54 (11)
Gümüşsuyu Asker Hastanesi'nde birlikte nöbet tuttuğum nöroloji uzmanı nalan sen değil miydin nalancım. Onun bile rütbesi vardı. Üstteğmen! "Yazdğığında" ironi değil de ironing vardı. Head ironing... Bildin mi nalancım? Soyadın yok ya. Benim anlayışım yeğindir. Fayntüğning istemem. Bi arkadaşa bakıp çıktım. Şşş
14-01-2015 22:56 (12)
Aptal yerine konulan okurun sesi olmuşsunuz Emel hanım. Ne yazık ki bunları bize büyük yazar diye yutturmaya kalkıyorlar. Okurun sorumluluğu gittikçe artıyor. Yazarlarımıza da sorumluluklarını tekrar şu söz ile hatırlatmak istiyorum: Sanatçı, yalnızca topluma karşı sorumluluk taşımakla kalmaz, toplumu sorumluluğa çeker... B. Brecht . Gittikçe daha sığ bir toplum oluyoruz, toplumun seviyesini yukarı çekecek sanatçı da çıkmıyor. RL
15-01-2015 00:00 (13)
Okur sorumluluğu konusunda Brecht'in bu sözünün de yer aldığı bir yazısı var Sn Taylan Kara'nın...Ancak, bu sitede bile, editörlerin, tasvip edilmeyen yorumları koyma gerekçesi, bazıları beğeniyor, ilgi oluyor vb olabiliyorsa, ne demeli? Okuyucu ne yapsın? Bırakıp gitsin mi? Bazı yazarlar kendi yazılarının başkalarınınkinden az, değil satmasını, tıklanmasını bile dert edip okuyucuyu aşağılayabiliyor, öz eleştiri yapma gereği duymadan...Tencere dibin kara seninki benden kara mı? Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş mu? Sakla samanı gelir zamanı mı? Böyle gelmiş böyle gider mi??? HM
15-01-2015 22:46 (14)
Teşekkür ederim Kaan Bey. Emel Sakınç
17-01-2015 09:54 (15)
Hayatı her zaman alaya alabilen unutmamalı! Kendisi de o alay ettiği hayata dahildir! Her şeye burun kıvıran, aşağılayan bilmeli;kendi de o tüm alay ettiği-aşağıladığı hayatın bir parçasıdır. Hiç kimse, ama hiç kimse yaşanılan insanlık halinin dışında değil; o her şeyle dalga geçme, aşağılama tutumunu sonsuz dek sürdüremez; o da önünde sonunda kendinin de dahil olduğu bütünün kaderinden kaçamaz! Bir ara dönem yanılsaması olarak kendini kandırır; ve ne kadar "akıllı" ise kendini o kadar çok kandırabilir. Bence o romanın "ne mal" olduğunu iyi anlatan bir yazı olmuş bu. "Ben daha iyi eleştiridim" mealindeki yorumu, ahlaki mi? "Yazsaydın arkadaşım!" ////////////Burada, yorumlarda, kendi kişiliğimizi, egomuzu tatmin etme; hatta yazarın egosunu okşama ya da yazıdaki emeği aşağılayarak yine kendimizi"rahatlatma"ameliyeleri yapıcı değil; ben de bu patolojiden muaf değilim.Neyse ki, bu "salaklığı" yaptığımda burada beni uyaracak "hazır" insanlar var!Bunu şans olarak görmeye çalışıyorum! gürsel
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210947
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.