Türk sinemasındaki sinsi hesapçılığı Ali Şimşek yazdı

Aman Sağduyu Sallamayalım

Siyasette sol liberalizmi görmek çok zor olmasa da, kültür-sanat alanında yaygınlığını ya da sinsiliğini algılamak hiç de kolay değil. Altın Koza ve Altın Portakal gibi film festivallerinin gündem oluşturduğu Ekim aylarında daha da görünür oluyor bu duyu. Türkiye sinemasında çok uzun zamandır “festival filmleri” olarak kodlanan anlayış üzerinden tartışmalar dönüyor. Kendini gişe filmlerine karşı, cefalı ve kahramanca bir yerden konumlayan ve sadece festivaller üzerinden var olan, ödüller alan, sonra da kaybolup giden filmler bu tartışmayı sürekli harlandırıyor.

Tartışmalar elbette sadece profesyoneller arasında dönmüyor; geçtiğimiz yıl bir grup sinema öğrencisi Karşı Sinema adında bir manifesto yayınlamış, Yeni Türkiye sinemasını neredeyse sömürgeleştiren minimalizm, yavaşlık, durgun görüntü gibi “Tarkovskici” görüntü ideolojisine karşı rahatsızlıklarını dillendirmişlerdi. Bu rahatsızlık bir tarafıyla bizzat festival ödülleri, lobiler ve Bakanlık desteği üzerinden dönen, neredeyse gişeden “isteyerek” imtina eden bir film üretme pratiğini de hedef tahtasına koyuyordu. Kısacası destek ve ödüllerin bizzat kendisini “gişe” olarak gören, minimalist üslubu dolayısıyla filmin düşük maliyetini kat be katlayan farktı biraz da göze batan. Yani “Yeni Türkiye” sineması içinden çıkılması zor bir mobius sarmalındaydı sanki, iki sene önce ödül alan film ve yönetmenleri neredeyse geçmiş yıllarda karşılaştığımız kimse hatırlamıyordu.

Aşağı yukarı 2010 yılından itibaren dergilerlerde, bloglarda ve sosyal medyada pişen eleştirileri ana hatlarıyla şöyle sıralamak mümkün.

Yavaş ve durgun kadraj, uzayan geniş planlar ve izlenme güçlüğü, geniş bir izleyici kitlesini filmlere uzak tutuyor, hatta Recep İvedik’in bile espri malzemesi haline geliyordu.

Yeni Türkiye sinemasında ciddi bir hikaye anlatma kabızlığı vardı. Özetle filmler işlemiyordu.  Bu en son en feci haliyle geçen yıl festivalde Selim Evci’nin Rüzgarlar filmi dolayısıyla yaşanmış; izleyici filmi terk etmemek için ekstra çaba sarf etmişti. Diğer bir yön ise Yeni Türkiye sinemasının alt ve orta sınıfları görürken içine düştüğü geniş ve paslı kasvetti. Neredeyse filmi selefon gibi kaplayan kasvet ve boğuntu, başka türlü bir film yapma imkanlarını neredeyse tıkıyordu. Örneğin Tayfun Pirselimoğlu’nun Saç filmi bu selefonlaşmış kasvet için iyi bir örnekti, geçmiş yıllarda karşılaştığımız. Ayrıca mizah ve komedinin neredeyse yokluğu düşünülecek başka bir yön.

Sinemamızın diyalog konusundaki minimalizmi ve uzun suskunluk dönemleri de eleştirilerin ironi konusu olacak kadar göze batan yönlerinden biriydi.

Çok tartışılacak diğer bir yön ise festivale göre düşünülen filmlerin zorlama kimlikçilik üzerinden tezlenmiş yapılarıydı. Burası özellikle uluslar arası jüriler açısından gözetilirken, içerde feveran ulusalcı kesimlerin de tepkisine hazır yönler barındırıyor, kendini konuşturuyordu. Aslında buna yeni bir folklorizm bile denebilir. Örneğin Özcan Alper’in Gelecek Uzun Sürer filmi bu yönleriyle fazla eleştirilmiş, neredeyse bir bienal yapıtı videoart derecesinde diye küçümsenmişti. Bunda elbette son yirmi yıla yayılan ve sert geçen, hatta Taraf gazetesi örneğinde olduğu gibi bazen iktidara yedeklenen bir resmi ideoloji eleştirisi ve devletin bastırdıklarını “ortaya çıkarma” eğiliminin de payı çok yüksek. Tezlerin doğru ve haklı olması onu iyi bir film yapmıyor doğrusu.     

Diğer tartışma noktası ise Yeni Türkiye Sineması’nın içine girdiği auteur ve minimalist dil üzerindeki SİYAD-Radikal ve entelektüel Boğaziçi ekolü olarak da adlandırılan Altyazı gibi yapı ve yayınların ağırlığıydı. Bu sinematek ağırlık, festivallerin jürilerine ve lobilere kadar yayıldığı için daha somut sonuçlar doğurabiliyordu.

Bu sıraladıklarıma elbette başkaları da eklenebilir ve bu eleştiriler “ne yani Hollywood estetiğine mi dönelim” kolaycılığıyla savuşturulamaz. Sinema basınında bu unsurlar çok olmasa da zaman zaman tartışılıyor, çok muhatap bulamamasına rağmen dillendiriliyor zaman zaman. Örneğin Öteki Sinema portalından Murat Tolga Şen, hırçın olmayan bir dille zaman zaman içine girilen kabızlığı tartışmaya davet ediyor. Yine Birgün’den Zahit Atam gayet sert bir dille, takip ettiği resmi istatistiklerle festivallerde billurlaşan anlayışa eleştiri okları yöneltiyor; bazen üslubuna ve argümanlarına katılmasam da oluşmuş ve mutlak kabul edilen “sinemasal sağduyuyu” aşındırmaya çalışıyordu. Atam hem sosyal medyada hem de Birgün gazetesinde yazdıkları, son olarak Mavi Dalga filmi dolayısıyla söyledikleriyle neredeyse bir lincin ortasına düşüverdi. Atam’ın eleştirilerine katılın ya da katılmayın ama yine de bir sağduyuyu kurcalaması açısından önemsemek zorundayız.

En düşündürücü olan ise eleştirmen Semih Gümüş’ün Twitter’da Birgün’den kovulma çağrısı yapmasıydı. Ana Yayıncılık-Adam Sanat-Radikal-Can Yayınları ayağında yıllardır garantili bir eleştirmenlik görevi ifa eden, hiçbir yazısıyla risk aldığı ve yerleşik estetik beğeniyi, teamülleri ve sağduyuyu salladığı görülmeyen, hatta Birgün’deki uzun editörlük görevim boyunca hiçbir desteğini görmediğimizi “fazlasıyla” gördüğüm saygıdeğer eleştirmen, Birgün’e “Atam’ı atın” narası atabiliyordu. İşte sarsıcı ve uslu eleştiri arasındaki görünür ve panikleten fark!

Lambadan cin çıktı artık ve yukarıda sıraladıklarımız ve daha birçok şey fazlasıyla tartışılacak zamanla...

Ali Şimşek

Bu yazı soL gazetesi Pazar ekinde 27 Ekim 2013’de yayımlandı

Karikatür: Umut Sarıkaya’dan.

Facebook
yorumlar ... ( 3 )
23-12-2013
23-12-2013 13:01 (1)
bu hesapçılığı birçok alanda görebiliriz. çok satsın diye "sol duyarlılığı gıdıklayan" azınlık, eşcinsel, kürt, alevi vs temalarını özellikle işlemek bir hesapçılıktır. 75 yıllık Dersim'i, tam başbakanın özrü sonrası yazmak hesapçılıktır. edebi olarak söyleyecek birşeyiniz yoksa bu eksikliği siyasetle doldurursunuz. böylece ortaya "çok tartışılan", "gündeme bomba gibi düşen" ama edebi açıdan 3. sınıf saçma romanlar çıkar. bu romanları eleştirenler de "homofobik", "kürt düşmanı","faşist", "ırkçı" olmuş olur. hiçkimse böyle olmak istemediğinden romanınızı kimse tartışmaz, parsayı toplarsınız.
23-12-2013 20:34 (2)
Bu yazı soL'da yayınlandığında, yazara eposta üzerinden bir eleştiri göndermiştik ancak yanıt alamadık. Gazetede yer alan eposta adresinden başka bir adresi var ise azizm.sanat@gmail.com adresine yazma ihtimali var mıdır? Böylece biz de uzun eleştirimizi iletebiliriz kendisine.
24-12-2013 17:20 (3)
alisimsek@birgun.net adresimi yoğun kullanıyorum şimdilik... sevgiler ali şimşek
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211198
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.