Eleştiri, tanıtım, pazarlama: “Kaşı beni, kaşıyayım seni baba…”

“Türkiye’de eleştiri yok”. Genel bir yakınma konusu bu. “Türkiye’de eleştiri yok, tanıtım var”. Kitap ekleriyle birlikte genelden özele doğru inen/ilerleyen bir diğer yakınma konusu da bu.

 

Haklılık payları var elbette. Olmaz mı? Eleştirinin akıl açan, farklı sorulara açılan, geliştiren ve yeniyi zorlayan silahlarıyla donanmadığında, tanıtım tek başına yetersiz kalır ve kalıyor tabii ki…

 

Buna rağmen, tanıtımı tümüyle kötülemek, yok saymak ya da dışlamak doğru mu? Eleştirinin kendi doğası ve kapsamı, okurlara ulaşma yeteneği ve genelde yöntem tartışmasına dayalı sorunları bir yana, tanıtımı hor görüp (tümüyle) dışlamasında da bir sorun yok mu?

 

Sonuçta insan beğendiği, sevdiği; okurken/dinlerken/izlerken dönüştüğünü ya da “yükseldiğini” hissettiği; kavrayışını/algısını değiştirip geliştiren; eleştirel aklını ve hayal gücünü uyaran vb. vb. bir eseri daha çok kişinin okuyup/izleyip/dinleyip beğenmesi için tanıtacak, tanıtmaya çalışacak.  Öyle değil mi? Bundan doğal ne var ki? Arada üreticisini/yaratıcısını/yazarını da tanıyorsa, onunla uzak ya da yakın bir bağlantısı varsa – beğenisinde bunun etkisini kısmen ayıklamaya çalışarak – daha da büyük bir şevkle yapacak belki bu tanıtımını. O da doğal.

 

Asıl sorun buralarda değil galiba.

 

Başka sorun alanları var. Birincisi, tanıtımın “zorla” ya da zorlama, “arkadaş/tanış hatırına” olabilmesi. Rica, minnet, borçlanma vb. gerekmiyor illa ki; aradaki “yazılı olmayan hukuk” bunu gerektiriyor genelde. 

 

İkincisi, tanıtım olunca hiç eleştiri olmayacak, kalpler kesinlikle kırılmayacak gibi saçma ve sınırlayıcı bir “kabul” altında bu tanıtma işine girişilmesi. Tanıtımın içine eleştiri de barındıran çözümlemeler katmak, “... ama şu yönleri de var” diye minik eleştirel noktalara temas etmek ve hatta bu yönde imada bulunmak bile suç neredeyse. Felsefemiz şu:  Kırılmasın kalpler, söylenmesin gerçek sözler, bozulmasın aralar ya da “değmesin yağlı boya”…

 

Üçüncüsü de, bu ilk ikisinin neredeyse “doğal” bir sonucu olarak, tanışan ve birbirini tanıtan kişilerin zamanla birbirinin eksiklerini örten, boşluklarını görmezden gelen klikler/ çevreler/ çeteler haline dönüşme eğilimi. Ya da sırtım kaşındığında babamın sık sık tekrar ettiği gibi; “Eşek eşeği ödünç kaşır evlat; kaşı beni, kaşıyayım seni…”

 

Bu üçlü dışında bir diğer “sorun alanı” da, tanıtımın nerede bittiği, pazarlamanın nerede başladığıyla ilgili belirsizlik tabii ki. Ya da tanıtım ile pazarlamanın birbirine karışmasında; eleştiri metodolojisi yerine pazarlama stratejilerinin gelişmesinde;  tanıtımın, markalaşma, marka-yazar, starlaşma gibi uçlara savrulmasında ve yine tanıtımın, maddi çıkarlarla iç içe geçmesinde sorun.

 

Harbiden de piyasa araçları, satış baskısı, “marketing” teknik ve yöntemleri, eserin/yazarın parlatılması, metalaşma vb. girmiyor mu bir şekilde devreye? Peki, başka çare var mı “kurulu sistem” içerisinde; piyasa dışı bir “masumiyet”, tam olarak nerede ki bu düzende?

 

Piyasa konusuna girmeden önce, tanıtım ile eleştiri ilişkisinden devam edersek; her şeyden önce arayı kapatmak, mesafeyi daha kısa tutmak lazım galiba. Tanıtırken eleştirmenin ya da eleştirirken tanıtmanın mümkün olduğunu da göstermek. Beğenileri dile getirip eseri öne çıkarırken, zaaflara/boşluklara da işaret etmek, artılarla birlikte eksi(k)lere dikkat çekmek vb. vb.

 

Sorun sadece çok yönlü bakmakta, nesnel olmakta, dengeyi/kıvamı tutturmakta değil; beğeniler ortaya konurken anlamlı/bütünlüklü bir eleştiri yöntemi geliştirebilmekte; edebi bir ürüne dönük ileri ve tutarlı kriterlerle, içeriğe ve biçime dair tartışmalarla,  insan araştırması ve karakter analizleriyle vb. eseri okuyucu nezdinde yeniden “açabilmekte”, onun zihnini uyarabilmekte.

 

Bu bakımdan (konuyu daraltıp) kişisel tanışıklıklara baktığımızda da; dayanışma içerisinde olduğu, tanıdığı ve tanıttığı yazarları da eleştirmeli insan diyebiliriz. İşin objektifliği ve yöntemi bir yana, özne/birey düzeyinde de, gerçek, dürüst ve kalıcı dostluklar, ortaklaşmalar ancak böyle doğar. (Henüz erken bir belirleme olabilir ama gördüğüm kadarıyla örneğin İnsanbu sitesinde bu olanak var.)

 

Piyasaya doğru geçelim şimdi. Tanıtımın ve daha doğrusu pazarlamanın ana mecrası olarak gazetelerin kitap ekleri var öncelikle, gerçekten de feciler. Tanıtayım derken bazen abartıyor insanlar. Bazen de tanıtmayı reddederek dışarıda bırakıyorlar insanları. Bu durumda, dışarıda kalmak değil de, içeride bir yer kapmak istiyorsanız; pazarlamanın en önemli araçlarından reklam ile “garanti”ye alacaksınız süreci. Reklamı verenler ile kitabı tanıtılanlar arasındaki yakınlık/paralellik her zaman önemlidir bu dünyada. Piyasa realitesi ya da parayı verenin düdükle ilişkisi.

 

Reklamı veren yayınevi, tanıtım hakkını da kapıverir zaten; bundan daha doğal ne olabilir ki! Tabii nakdi ilişki yerine “özel ilişki” de olabilir; gazete ile yayınevi arasında ortaklık, akrabalık, organik bağlantı vb. varsa, “o iş” kafadan/tepeden de çözülüverir.

 

Eser ve niteliği değildir bu dünyada birinci derecede öncelikli, değerli yahut önemli olan; bir yanda maddi ilişkiler/pazar ilişkileri, diğer yanda “piyasası yapılabilecek”, piyasada giden iyi bir malın arayışı ve sunumudur. Ya da “bizim çevreden olup olmadığı”dır.

 

Tanıtımın genel kural olduğu, pazarlama kurallarına ve reklama kayışın serbest, eleştiriye doğru geçişin zinhar yasak olduğu bir dünyada, derli toplu bir eleştiri çıkınca da tepki toplar haliyle. En son, Irmak Zileli’nin Radikal Kitap için kaleme aldığı ve yayınlanmayan Oya Baydar eleştirisi mesela. (*)

 

Beri yandan, yayınevlerinin, yayınladığı kitaplar arasından hangilerini öne çıkaracağına karar vermesi, kitap tanıtma konusundaki “seçiciliği” de ilginç bir diğer konudur. Yazar bastırabiliyorsa yayınevine, gücü/nazı/kaprisi yetiyorsa, arkadaşlığı/dostluğu varsa; iyi, kötü bir şeyler yaptırabilir genelde. Aksi takdirde kitap eklerinde yazanlara ve ilgili gazetelerdeki/ yayınlardaki kişisel ilişkilere kalır mesele.

 

Yazarlar arası ilişkilere, yakınlıklara kısaca değinmiştik zaten. Kitap ekinde yazıp çizenler diye baktığımızda, sorun biraz daha çetrefilleşir sanki. Bu alanda “kanka”sı olması lazım insanın (yazarın) her şeyden önce. Bu kanka(lar), bu eklere, düzenli yazanlar arasında olursa, daha iyidir, daha kolaydır işler. Arada bir yazanlar arasında olursa; yazarın, yayınevinin ilgili yayın/gazete ile ilişkisine, o yayının “editörleri”ne ne kadar “baskı” yapabileceğine kalır “işiniz”. Tabii reklam varsa sorun yok; bunun zaten “işin doğası gereği” olduğunu söylemiştik, değil mi?

 

Şimdi “isim veremeyeceğimiz” son bir bölgeye daha girelim. Açıklık, dürüstlük ve içtenlik anlayışımıza ters ama ne yapalım, hayat ve düzen böyle, şu aşamada o kadar da ileri gidemeyiz! Yedi, sekiz yıl kadar önce, yeni bir kitabı yayınlanan yazar bir büyüğümüzden duymuş, öğrenmiştik. “Artık bu işler para ile oluyormuş meğer” demişti. Kitabını, kitap eklerinde sık sık yazıları yayınlanan eski kuşak karı-koca bir çifte imzalayarak göndermiş, “yazılarınız arasında görebilmek dileğiyle” notunu da eklemişti. Daha sonra aramışlar kendisini; “Okuyup hakkında yazabilmek, tanıtabilmek için para istemişler” idi. Değerli bir şair ağabeyime de doğrulatmıştım durumu; “Neyse ki kırk yıllık arkadaşlarıyım, benden istemiyorlar henüz” diye not düşmüş idi.

 

Bir taraftan da haklılar tabii; tanıtım amaçlı okuyup yazmak belli bir zaman alıyor, belli bir emek gerektiriyor, bunun karşılığını ilgili gazete ve yayın, olmadı ilgili yayınevi belli bir para ve telif ile vermiyorsa, sıra ilgili kitabın yazarına gelmiyor mu sonunda? Bu, pazarlama ve tanıtımın da ötesinde bir durum ve “sorun alanı” kanımca. Eleştiriye hiç girmeyelim; parasıyla yazıp tanıtmaya başlayınca, neyi, nasıl eleştireceksiniz ki?!

 

Her neyse, “ilişkiler, durumlar ve ortamlar” işte böyle özetle. Eleştiri, tanıtım, pazarlama... yalnız kalabilirsiniz siz de böyle bir ortamda. (Tüm yukarıdaki sorunlar, “sorun alanlar”ı dışında, hep kendini öne çıkaranlar, egolar vb. patlama seviyesindeyken, tercih edilebilir bir durum olabilir bu da). İlla bir yerlerde çıkacaksanız, her gazetenin var artık bir kitap eki, merak etmeyiniz. Akşam’dan Sabah’a, Milliyet’ten Zaman’a, Star’dan Yeni Şafak’a, Aydınlık’tan Taraf’a, kitap tanıtanlar her bir yanda. Yine de unutmayın, “satış getiren tanıtım” açısından belirleyici olan, Cumhuriyet ve Radikal Kitap ekleridir her zaman. Sol camiada “prestij getiren tanıtım” açısından Birgün kitap eki de önemli bir yerdedir ve Ekspres, Mesele gibi bazı dergiler. Yurt ve soL da başladı “bizim cenah”ta şimdi yeni yeni.

 

Tıpkı tanıtım gibi, (tümüyle) dışlamak mümkün değil tabii ki. Ancak tıpkı tanıtımın eleştiriye açık olması ve yaklaşması gerekliliği gibi, kitap ekleri de ne kadar gerçek bir kültür/ sanat/ düşün dergisine yaklaşır, eleştiriyle mesafesini ne kadar yakın kılar, pazarlamaya ve kafakola kayan tanıtımın ne kadar dışına çıkarsa, o kadar sahici bir yere oturur kanımca. Onun dışında, malum işte; kaşı beni, kaşıyayım seni…

 

Daha fazla uzatmayalım, hayli geniş bir konu zaten, her şeyi sıkıştıramayız buraya ve tek bir yazıya. Devam ederiz belki ileride, tanıtım ve pazarlama arasındaki ayrımların, inceliklerin belirlenmesiyle; pazarlamanın kendi içinde geliştirdiği mekanizmalarla; eleştirinin “iç dünyası”yla, olup olmamasıyla; kitap eklerinin diğer bazı özellikleriyle vb. gerçekten de söylenebilecek, açılabilecek, tartışabilecek çok şey var bu konularda...

 

Ali Mert

 

alihaluk@gmail.com

 

Notlar:

 

(*) http://www.irmakzileli.com.tr/2012/12/07/o-konjonkturel-romaniniz/ ve http://www.irmakzileli.com.tr/2012/11/20/oya-baydarin-yeni-romani-uzerine-bir-elestiri/

 

Facebook
yorumlar ... ( 1 )
19-04-2013
20-04-2013 00:04 (1)
işin doğrusu okuduğum/okuyacağım kitapları seçerken bildiğim yazarların dışında isimlerle tanışmamı büyük oranda Cumhuriyet Kitap'a, ardından Mesele ve Express dergilerinde reklam/tanıtımlara (kelimenin gerçek anlamıyla reklam)ama en çok da beğenisine güvendiğim insanların önerilerine borçluyum. Bu anlamda blog yazıları, belki de bahsettiğiniz sürecin dışında oldukları için, daha güvenilir. Özellikle sayfasına reklam almayan blog yazarlarının yazdıkları...
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211018
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.