Yöneticiler ve siyasetçiler için dersler (2): Yaşlanan Türkiye!
Bir önceki yazımda ülkenin seçim sürecine girdiğini belirtmiş ve geleceğe yönelik olarak ihtiyaç duyduğumuz politikaların sağlıklı bir şekilde oluşması için iyi işleyen demokratik sisteme olan ihtiyacımızdan bahsetmiştim. Ancak demokrasinin tek başına yeterli olmayacağını, bilimsel yöntemlere de ihtiyaç duyulduğunu da anlatmaya çalışmıştım. Ne yazık ki bürokratik ve siyasi yöneticilerin bu yöntemlere çok da rağbet göstermediklerini ifade etmiştim. O yazıda ana hatları ile nüfus politikalarını özetlemeye çalışmış ve yaşlı nüfusun artışını vurgulamıştım.
Evet, nüfusumuz yaşlanıyor. Türkiye İstatistik Kurumunun (TUİK) son verilerine göre ülkemizde 65 yaşın üzerinde 6 milyonun üzerinde insan var ve bu nüfusun % 8’ine karşılık geliyor. Bu artış devam ediyor ve edecek de! Cumhuriyet’in yüzüncü yılında ülkemizde 65 yaş ve üzeri insan sayısı 9 milyona yaklaşacak ve nüfusun % 10’una karşılık gelecek.
Nüfusun yaşlanması toplumumuz açısından da son derece doğal. Hatta bu duruma ulaşmayı binlerce hayal ediyorduk. Bu noktaya kolay da gelmedik. Daha benim dünyaya gözümü açtığım yıllarda doğumda yaşam beklentileri henüz 60’lı yıllara bile ulaşmamıştı. Bebek ve çocuk ölümleri yüksek, bulaşıcı hastalıklar toplumumuzun önemli katilleri arasındaydı. 40 yıl gibi bir süreçte birçok hastalık kontrol altına alındı, yaşam beklentileri arttı ve doğal olarak da toplum yaşlanmaya başladı. Yaşlanmak gerçekten çok güzel!
İnsanoğlu antik dönemlerde ölümsüzlüğün iksirini aramış ancak bulamamıştır. Tıp tarihi kitapları, eski çağlarda Çin İmparatorlarından birisinin ölümsüz olmak için hekimlerinin önerisiyle cıvayla zehirlediğini söylemektedir. Hipokrat ve ardından gelen hekimler dünyayı ve hastalıkları anlamaya başlamışlar, ölümsüzlük yerine hastalıklardan korunmanın ve tedavilerinin yollarını aramışlardır. Bugün geldiğimiz noktada bu yolun ne kadar doğru olduğunu sonuçlarıyla bize göstermektedir.
Yaşlanmak güzeldir; ancak yeterli değildir. Çünkü yaşlanmak kural olmamakla birlikte birçok sağlık ve beraberinde sosyal sorunu da getirmektedir. Çok yakın bir sürede ülkemizde 14 milyon yaşlı insan olacaktır. Muhtemelen de milyonlarca insan kronik hastalıklar ve bağımlılıkla mücadele etmek zorunda kalacaktır.
Peki, bu durumun ne kadar farkındayız? Bu insanların ihtiyaç duyduğu hizmetlere hazır mıyız?
Bir yakınım için doktor yanında 24 saat canlı baston bulunduracaksınız demişti. Bunun ne anlama geldiğini toplum biliyor mu? Bırakın toplumu, bu reçeteyi veren hekim ne önerdiğinin farkında mı? Kim bu canlı baston? Yirmi-dört saat bir insanın tüm ihtiyaçlarını nasıl giderecek?
Elli yıl önce işler kolaydı. Zaten insanların çoğu 65 yaşından önce ölüyordu. Kırsal alanda kalabalık aileler içinde yaşıyorduk. Her ailede ancak bir bilemedin iki yaşlı oluyordu ve ihtiyaçları gideriliyordu. Çoğu zamanda okumayan ve çalışmayan evin tüm sorumluluklarını üstlenmiş kadınlar çocuklara baktıkları gibi yaşlılara da bakıyorlardı. Ya şimdi!
Artık köylerde yaşamıyoruz. Evlerimiz de kalabalık değil. Zaten nasıl olsun? O bahçeli evler yerini büyük devasa apartman hapishanelerindeki kutu evlere terk etti. En fazla iki ebeveyn ve iki çocuğa yer var. Kadınlar okumaya ve çalışmaya başladı. Gündüz herkes işte, okulda ya da kreşte.
O halde ne yapacağız? Şehirler hareketleri kısıtlanan insanların rahat bir şekilde sosyal yaşama katılmasını destekliyor mu? Apartmanlarımız, bastonlu, görme kusurlu ya da tekerlekli sandalyeye sahip insanlara yardımcı oluyor mu?
Kentsel dönüşümler yapılıyor. Muhtemelen bu binalar önümüzdeki 50 yıl boyunca kullanılacak. Bu binalar içinde yaşayacak yaşlıları ne kadar önceliyor? Peki, kronik hastalığı olanlar! Özellikle nöropsikiyatrik sorunları olanlar!
Alzheimer ya da Parkinson hastaları! Yakın zamanda tedavisini bulmayı beklemiyoruz. Daha hastalıkları bile anlayamadık çünkü! Bu hastaların sayısının yaşlanan nüfusla sayıları artacağını da biliyoruz. Etrafımızda yüzlerce binlerce hareket edemeyen ve unutan insan olduğunda onlara nasıl yardımcı olmayı düşünüyoruz?
Türkiye yaşlanıyor! Ve bu aslında çok güzel bir şey. Çünkü daha uzun yaşayabiliyoruz. Ancak sorunları ile birlikte yaşlanıyor. Ve biz o sorunlara ne kadar hazırız, bilemiyoruz. Elbette bir şeyler yapılıyor. Ancak daha fazlasına ihtiyacımız var.
Bir seçime gidiyoruz. Anayasayı ve sistemi değiştirmeyi tartışıyoruz. Ancak bu tartışmanın içinde bu dönem içinde yaşanacak olan ve canımızı yakacak olan sorunların yeri neresidir. Hangi siyaset anlayışı ya da bürokratik yönetici bu sorunları kendisine dert ediniyor?
Örneğin bağımlı bir yaşlı için ihtiyaç duyulan sosyal bakımın maliyeti nasıl paylaşılacaktır? Toplumun ne kadarı bu hizmeti yaşlısına sunabilecek olanaklara sahiptir?
Bugünkü siyasi iradenin bu konuda ki en büyük kaygısı yaşlı bağımlı nüfusun genç nüfusla dengelenmesi ve prime dayalı sosyal güvenlik sisteminin mali sürdürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Dini referanslarla da beslenen bu politika bugüne kadar uygulanan üreme sağlığı politikalarını sadece nüfus planlamasına indirgemekte ve bunu da vatan hainliği ile suçlamaktadır. Hatta o kadar ileri gitmektedir ki kürtajı, onlarca kişinin katledildiği katliam ile eş değer tutmaktadır.
Yaşlı bağımlı nüfusun ekonomik gerekçelerle genç nüfusla dengelenmeye çalışılması tartışılmalıdır. Ancak bu tartışma birçok disiplinin de işin içine girmesini gerektirmektedir. Genç işsiz nüfusun yüksek olduğu bu politika daha başından yaşlı bağımlı nüfusu dengelemek bir yana işsizlik gibi nedenlerle genç bağımlı nüfusun da artışı sorununu beraberinde doğurma potansiyeli taşımaktadır. Bunlar tartışılmalıdır. Ancak görünen o ki ihtiyacımız olan çok nüfus değildir. Bunun yerine nitelikli eğitim almış, uluslararası rekabet gücü olan ve ileri teknoloji üretebilen ve işsizlik oranının düşük olduğu insanlardır.
Bu arada asıl hazırlanılması gereken durum nüfusun yaşlanılmasıdır. Ülke olarak 20 yıl gibi çok kısa bir sürede milyonlarca hasta ve bağımlı yaşlı insanımız olabilir ve bu duruma hazırlanmak mecburiyetindeyiz.
O zaman şimdi asıl soruya gelelim.
7 Haziran 2015’de sandığa gideceğiz. Herkes kendine göre yeni bir Türkiye’den bahsediyor. Kim bu soruları konuşuyor ve çözüm önerileri sunuyor?
Asıl önemlisi de kim bu cevaplara göre oy veriyor?
Coşkun Bakar