Çıkmıyor akıldan. Gitmiyor. Gidemiyor. Ethem’in vurulduğu anın görüntüleri orada işte. Ortada ve derinde. Hiçbir yere gitmiyor. Gitmesin de zaten. Kalsın. Bedeni gitti, ruhu kalsın. Nefesi gitti, esintisi/etkisi kalsın. Hep kalsın… sesi/sözü kalsın, imgesi/gerçeği kalsın, eylemi/ esası kalsın... Kalsın. Duygusu, barikat vurgusu, bugüne vurup yarını kurması kalsın. Yankılansın, çoğalsın.
Öyle bir etkisi vardır bazı görüntülerin, fotoğrafların. İmge çakılıp kalır zihninizde. Hemen arkasında uzun ya da kısa öyküler anlatarak kalır. Bir anın görüntüsü, tüm bir süreci özetleyebilir.
Sivas’ta Metin Altıok, Behçet Aysan ve Uğur Kaynar’ın, Madımak Oteli’nin merdivenlerinde ellerinde süpürgeleriyle bekledikleri o çaresiz anın fotoğrafı mesela. Türkiye’de aydınlanmanın ve gericiliğin tarihi yazılabilir o fotoğraftan yola çıkıp da.
Sivas’ta yakanlar, Sivas’ta yakanların avukatları saldırmayı sürdürüyor şimdi. Sivas’ta yakılanlar, Sivas’ta yakılanların yoldaşları direnişi devam ettiriyor. Yine sesler, yazılar, görüntüler geçiyor ve kalıyor; zihninizden sürekli akıyor. Ethem’in görüntüsü en başta.
Olaylar mı? Bazen çok hızlı akıp gidiyor sanki her şey. Ama hiç ilerlemiyor gibi bir yandan da. “Hemen şimdi…” evecenliğiyle, “Sakin olalım, saaaakin…” tavrı yan yana.
Aceleciler ve serinkanlılar iç içe, baş başa. Her durumda bir kararlılık var ortaklıkta. Ortak iradede, başkaldırıda...
“Tarih uykuya yattığında düşünde sayıklar ozan” diyen Octavio Paz, tarihin tekerleğinin böyle hızlı da dönebileceğini gördüğünde, ozanın düşüne ve düşüncesine dair ne tür “öngörüler”de bulunurdu acaba?
Mesele tam olarak ozanın kendi düşünce/düşüncesinde de değil elbette; başkalarında uyarıp harekete geçirdiği eleştirel akılda ve hayalgücünde.
Uyarılar azaldığında, siz de sakinleşmeye başlıyorsunuz sanki; derken bir laf geliyor, bir yalan dolanıyor, bir tehdit çıkıyor, bir dayılanma… damarınıza basıyorlar. “Polis destan yazmış”mış. Bak şimdi!.. Tekrar ve ısrarla söyleniyor yalanlar; “camide içki” mesela. Ah, var ya!.. “Benim valim.” Hay şimdi senin valine!..
Ve Ethem’le ilgili, yağmaya başlıyor peş peşe… Görüntüler ortada; vuran polis serbest bırakılıyor bir anda. Görüntüler ortada; başlıyor, “elime taş gelmiştir” diye yeni bir şeyler “hatırlamaya”. Görüntüler ortada; başlıyor, “kaskımı aldılar” diye sıkmaya. Görgü tanıkları çıkıyor, anlatıyor, anlatacak… onlar da gözaltına alınıp tutuklanıyor sonunda. Hakim çıkıyor, vicdanım rahat diyor. Vicdan da yitip gidiyor...
Başka şeyle ilgilenmek mümkün olmuyor böyle. İki satır başka bir iş yaptığınızda, okuduğunuzda, yazdığınızda, bir yandan da “haksızlık” yapıyormuşsunuz gibi geliyor. Ethem’e, kendinize, çapulçulara, “bunlar”a, gezimize, eylemimize... Akıl yeni bir evreye giriyor. Hep eylemle, hep Ethem’le…
Bazen bir sevinç, bir neşe kaplıyor içinizi, sözcükler akıp gidiyor; bazen bir sıkıntı ve hüzün, her şey donup kalıyor. Öfke geliyor sonra, akıntı ve durgunluk yan yana! Zihinde sürekli bir kapışma. Ethem yine geliyor sonra. Kalkışma…
Olağanüstü günlerden geçerken olağan yaşamanın, olağan işlerle uğraşmanın, örneğin çocukla olağan olarak ilgilenmenin ya da “olağan bir okuma”nın zorluğunu yaşıyor insan. Hep eylem olsa, hep sokak. “Başka türlü bir şey değil miydi” istediğimiz; işte başka! Kalkışma…
Başka bir şeye yer bırakmayacak kadar başka! Kitaplar, yazılar, projeler, planlar, programlar da var bir yanda ama boş işte. Ethem’in yaşadıkları ve yaşadıklarının görüntüsü/gerçeği varken, nedir ki bütün bu diğer şeyler?
Okurken, bazen sayfalar akıp gider ya öyle, anlamadan, etmeden... sayfalar çevrilip giderken, akıl başka yerdedir, dalıp gitmiştir, okuduğuna da ayıp etmektedir... bugünlerde hep öyle işte, dalıp gidiyor akıl bir yerlere. Ethem’lere…
Durulmak, durulup okuduğuna odaklanmak... sadece bizim cephenin yeni çıkışları değil, karşı cephenin saldırıları sürerken de mümkün değil zaten. Sürekli damarımıza basılıyorken. Hakareti ye, sonra da “hadi normalleşelim”, yok öyle! Artık başka bir boyuttayız, başka bir ülkedeyiz, başka bir dönemdeyiz. “Normal”se de, “yeni normal”deyiz! Ethem’lerdeyiz…
Tek bir gün, tek bir olay, tek bir vuruş, tek atımlık barut değil elimizdeki. Gerçekten bir süreç. Kritik bir dönemecin ardından ilerleyen bir süreç. Bu daha başlangıç. Hep Ethem’le…
Cümle kuruluyor, cümle dağılıyor. Görüntü geliyor, Ethem’in vurulma anının görüntüsü bu yine, büyüyor, büyüyor, büyüyor… canınızı yakıyor, kalıyor. Hep Ethem’le.
Kitap sayfaları çevriliyor. Yazılar okunuyor. Biraz anlaşılıyor, çoğu anlaşılmıyor. Sözcükler donup kalıyor. İnsan duruyor. Sözcükler coşup taşıyor. Hep Ethem’le…
Nefes alıyor, nefes veriyor. Nefes duruyor. Beden duruyor. Düşüyor. Sonra yeniden kalkıyor. Durmaya başlıyor. Duran adamlar ve kadınlar oluyor. Bambaşka bir hareket bu, “dururken” de ilerliyor. Hep Ethem’le…
Yaşamak, üretmek, düşünmek, düşlemek, eylemek, mücadele etmek, çoğalmak, konuşmak, dinlemek, gelişmek, birbirimizle hemhal olmak için yeni bir dönem. Yaşayalım birlikte. Hep Ethem’le…
Ali Mert