Oynama! Mecbur musun yahu, genetiğimle oynama !

Hem çok gündemdeymiş gibi görünen, hem de hiç hak ettiği ölçüde gündemde yer almayan bir konu: Genetiğiyle oynanmış tohumlar... Konuyla ilgili kısa tarihin olaylarını, belgelerini incelediğinizde hayretlere düşüyorsunuz, kapitalizmi-emperyalizmi bundan iyi anlatan sosyoloji veya ekonomi-politik dersi olamaz.

Ben bu konuyla ilgili geniş bilgilere Prof. Dr. Kenan Demirkol'un aktarımlarından ulaştım. Bir yıl kadar önce bir konferansını izlediğimde zaten çok iyi bir çerçeve çizmişti. Kaynak yayınlarından ilk baskısı Nisan 2010, ikincisi Şubat 2011 de çıkan "GDO: ÇAĞDAŞ ESARET" adlı kitabını ise yeni okuma fırsatı buldum, ama elime aldıktan sonra bir daha bırakamadan bir nefeste bitirdim.

Kitap öncelikle genetiğiyle oynanmış tohum, genlerin genel işlev ve davranışları, tarımda bu tohumların ne amaçlarla kullanıldığı hakkında okuru aydınlatıyor. Bunun yanı sıra 1980'lerde başlayan ve öncelikle ilaç üretiminde kullanılan rekombinan (kopyalanmış)  gen teknolojisinin hızlı bir şekilde tarımda kullanılacak tohumlara uygulanması, bu teknolojinin başta Monsanto olmak üzere tekelci sermayenin eline geçişi, bundan sonra bu tohumların dünya çapında yaygınlaştırılması, bu şirketin doymak bilmez kâr hırsının tatmini için sözde insan yararının her türlü baskı ve entrikaya gerekçe edilmesi çarpıcı belgelerle örneklendiriliyor. Dünyadaki GDO macerasının günümüzde geldiği noktaya kadar özeti yapıldıktan sonra bu ürünlerin kanıtlanmış ve potansiyel-olası zararları ortaya konuyor. Son olarak ülkemizdeki durum, tartışmalar ve mevzuat irdeleniyor. İrdeleme yapılırken nesnel kanıtlar, bilimsel ve aktüel  belgeler  titiz ve geniş bir biçimde kullanılıyor. Tam anlamıyla bir meta-analiz yapılıyor.

Kenan hoca'nın eline sağlık. Ayrıca kendisinin de kitapta değerbilir bir tutumla belirttiği gibi söz konusu bilgi-belge birikiminde dünyada ve Türkiye'de emeği geçen çok sayıda büyük, yürekli insan var. Bunlardan biri de milletvekili, Ziraat Mühendisleri Odası yöneticisi ve akademisyen Gökhan Günaydın.

Canlılığı zorla maceraya sürüklemek 

Genetiği değiştirilmiş tohumların insan nesline yapması beklenen etkiler son derece karmaşık, birbirini tetikleyen çok sayıda bileşeni içeriyor. ABD, Arjantin, Brezilya, Hindistan bunlarla tarım yapan ülkelerin; mısır, soya, pamuk, kanola, patates ise tarım ürünlerinin en önemli örnekleri. Tohuma aktarılan genlerin en önemli örnekleri ise herbisit (ot öldürücü) glifosata direnç geni, Bacillus Thuringiensis (böcek öldürücü bir toksin salgılar) geni, antbiyotiklere direnç geni (tohum seçiminde işaretleyici olarak kullanılır) ve karnabahar mozaik virüsü geni (aktarılan genlerin işlevini tetiklemeyi sağlar) olarak sayılabilir. Yalnızca dört bitki ve dört gen, yani düz mantıkla dört işlev saydık, hatta ikisi sonuca yönelik, ikisi yalnızca tekniğin işlemesine yönelik. Olay bununla sınırlı kalsa bile çok vahimken, yani insanlar bu dört ürünü direkt olarak kullanacak, bu genler de beklenen etkilerini biraz sapkın bir şekilde gösterecek, o halde dahi bu, insanlığa karşı işlenmiş büyük bir suç oluşturacak iken, gerçek çok daha karmaşık.

Bir kere, her gen tek bir protein üretiminden sorumlu olmayabilir. Ayrıca orijinal hücresinden başka hücreye aktarıldığında kendisinin neler üreteceği ve diğer genlerin protein üretimini nasıl etkileyeceği hiç tahmin edilemez. Diğer yandan üreticilerinin beklediği, iddia ettiği etkileri bile yeterince vahim, çünkü çiftçiyi ot temizlemekten ya da böcek öldürmekten kurtaralım derken baş edilmesi imkansız otların üremesi veya toprağa niteliğini kazandıran tüm mikrofaunanın yok olması söz konusu. Bu tarım ürünleri direkt ve bilinç dahilinde tüketiciye ulaşmıyor, hayvan yemi oluyor, siz bilmeden sütünü, yumurtasını alıyorsunuz, veya o hayvandan yapılan yem başka hayvanlarla zincirleme yayılıyor. İthal edilen soyanın hemen tümü GDO'lu ve hazır çerezler başta olmak üzere hemen her hazır gıdada soya katkısı var. Türkiye de halen GDO'lu tarım yok denebilir, ama yıllardır bu ürünlerin ithali serbest.

Kapitalistin risk tutkusu akademiyi köleleştiriyor

GDO ile ilgili gerçekler böyleyken bağımsız bilim adamlarının yaptığı çalışmalar bu kadarcık (!) oynanmış genlerle bile sayısız doğumsal veya edinsel anomali ve hastalıklar bildiriyor. Üstelik bu çalışmalar kanıt oluşturmaya yetecek süre ve büyüklükte bile değil, ama onlar bile tekelin çıkarına ters sonuçlar verince rüşvetten tehdide, devlet başkanı düzeyinden gelen baskılara kadar her türlü terörle susturuluyor. En güvenli olması gereken FDA, EFSA gibi denetim kurumları tekelci şirketin paralı kuklası haline geliyor, gelmeyenler mecazi değil, gerçek anlamda kıyıma uğratılıyor. GDO'nun insan sağlığına verdiği zarar ve halkların ekonomik sömürüsü  bir yana, "akademi" denen kavramı yerlere sererek insanlık kültüründe yaptığı tahribat onarılmayacak kadar büyük. Halkların ekonomik sömürüsü demişken, Hindistan'da GDO dayatması nedeniyle intihar eden 100 binlerce çiftçiyi hatırlamak gerek, öykülerini öğrenince depresyondan değil, fiili olarak seçeneksizlikten intihar ettikleri anlaşılıyor.

İnsan sağlığına gelebilecek zararlar arasında kanser, kısırlık, besin alerjisi, büyüme bozuklukları en önde gelenler. Bence burada en vahimi, bilimsel araştırmaların engellenmesi, verilerinin terör yöntemleriyle karartılması nedeniyle hangi sağlık riskleri beklenebileceği konusunda birikimin de kolay olmaması. Hele günümüzün at gözlüğü takmış ortodoks tıbbının bu sorunlarla yüzleştiğinde ne kadar çözümleyici-aydınlatıcı (!) davranabileceğini siz düşünün.

Tekelci şirketin terörü sadece bilim adamlarına değil, tohumunu almayan çiftçiye, temiz ürün üretip üzerine "GDO'suzdur" diye etiket koymak isteyen üreticiye, tohumlarını ithal etmek istemeyen ülke yönetimlerine de yöneliyor.

GDO karşıtlarına yöneltilen en önemli eleştiri, "insanlar açlık tehlikesiyle karşı karşıya iken bu teknolojinin engellenmesi çözümsüzlüğü savunmaktır" nakaratıdır. Ancak gözlemler GDO tarımının verimliliği arttırmadığını, açlığı azaltmadığını ortaya koymaktadır. Hatta GDO'suz endüstriyel tarım bile verimlilik iddiası ile ortaya çıkıp tersini yaratıyor. Bunlar daha kısa vadede böyle, sağduyu ise uzun vadede bu teknolojilerin esas açlık ve felaket nedenleri yaratacağını söylüyor.

Canlıların genleriyle oynamak dinsel açıdan da yasak diye bilinir. Avrupa'da Katolik kilisesinden bazı yetkililer bir dönem GDO'ya karşı çıkacak olmuşlar; Papalık Makamı ikna edilmek suretiyle bu sorun halledilmiş! Bizde de GDO'nun bayraktarlığını dinci iktidar yapıyor. İronik!

Son söz olarak şunu belirtebilirim: Yine de GDO yararlı mı zararlı mı, yeterince bilimsel çalışma yok diye kararsız kalabiliriz. Ancak GDO'ya karşı görüşlerin ne kadar faşizan yöntemlerle, ne dolaplarla bastırıldığını kitaptan öğrendiğimizde, bu işte muhakkak bir bit yeniği var diye düşünüyor insan.

İlknur Arslanoğlu

Facebook
yorumlar ... ( 2 )
26-08-2013
27-08-2013 13:59 (1)
Belki de hiç bir şey kendi başına mutlak "iyi" ya da "kötü" değil.Kimin elinde, hangi amaçlarla, hangi "dozda" kullanılmasına bağlı. Önceki yüzyıllarda büyük açlık dönemlerinde onlarca milyon insan ölmüş. Yiyeceklerin bir şekilde genetik vb "bilimsel yöntemlerle", sağlığa aykırı olmayan şekilde sağlanması kaçınılmaz. Ama çağımızda ÇUŞ'ların kar hırsı temelinde yaptığı bu tür işlerin "karanlık" yanlarının açığa çıkartılması, bu bilgilerin paylaşılmasına daha çok ihtiyacımız var.O.Gürsel
27-08-2013 14:27 (2)
Değerli O.Gürsel'in yazdıklarında doğrular olmakla birlikte "kaçınılmaz" diye biten 3. cümle konuyla ilgili bilgilendikten sonra bakılırsa yalnızca genel mantığa uygun ve "şık" olmaktan öteye gitmiyor. Önce yukarıdaki kitabı, sonra Marcel Mazoyer ve Laurence Roudar'ın Dünya Tarım Tarihi'ni okumayı hararetle öneririm. İki şey kesin : 1)Dünyada gerçek açlık değil, paylaşım sorunu var 2)Teknolojik tarım verimliliği azaltıyor Ama bizi bunun tersine inandırmaya çalışıyorlar İlknur Arslanoğlu
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211121
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.