Diyelim ki hakkında yazı yazacağımız ifade “elma yanaklı, kalem kaşlı kadın” olsun. İşin doğrusu aslında son derece nettir:
Bu ifade, son derece sıradan, son derece klişe ve olabildiğince gülünç bir betimlemedir.
Bu ifade için bundan fazlası sözcük israfıdır.
Ama bu saçma ifadenin yazarını pazarlayacaksanız, kitabının çok satmasını istiyorsanız, karşınızda estetik beğenisi tecavüze uğramış okuyucular var ise bunları söylemezsiniz, örneğin aşağıdaki şeyleri söyleyebilirsiniz:
“Elma yanaklı, kalem kaşlı kadın”
İnsan-doğa antagonizmasını, yüzde beliren ilk günah simgesiyle (elma) ontolojik bir karaktere bürüyen ve bu ilk günah simgesini bir mekan kaydırmasıyla adeta insanın yüzüne çarparcasına tekrar hatırlatan metaforik bir anlatım bu. Yazar, fallik göndergelerin (kalem) elektral simgelerle (elma) yanyana ve hatta elele durduğu çok katmanlı bir temsil evreni yaratarak özgün bir dil kuruyor. Bu dil simgesel düzlemde bütün bir insan ruhunu kucaklıyor: sadece olduğuyla değil aynı zamanda olabilecekleriyle…
Çağımızın seksist bakışını duru ve çırılçıplak bir cümleyle karşısına alarak bir kadın yüzüne sadece “eko-logos”u (elma) değil aynı zamanda “logos”u (kalem) sığdıran sıradışı bir bakış var.
Dil hem sade hem çok katmanlı. Yüzeysel bir okumayla basit bir betimleme olarak algılanabilecek bu ifadede alt metinde Baudrillard’dan Kristeva’ya uzanan gürül gürül bir senfoni akıyor. Elma yanağı, kalem kaşı ne kadar kapsayabilir: Lacancı temsiliyet imkansızlığı algılanabilir olanın sınırlarında burada da karşımıza çıkıyor.
Bakış açısının algının son ürününü değiştirdiği, sözcüklerden yapılmış bir çeşit Mona Lisa tablosu adeta. Yazarın algısı, sadece bir kadın yüzündeki dişilliği (elma) kavramanın ötesine, o dişilliğin yanıbaşında duran erilliği (kalem) de algılayacak kadar keskin: metinde, dişildeki erillik, erildeki dişillik diyalektik bir kavrayışla karşıtını yeniden üretiyor. Üst metinde kadın yüzündeki dişillik tözünü gösterirken, yazar bu gösteren-gösterilen ilişkisini tersyüz etmek için bir alt katmana inmemizi bile beklemiyor: duru olduğu kadar sabırsız bir dil bu. Yazarın kurduğu bu dil labirentinde okuyucu düşünce akışını hangi düzlemde yönlendirse bir başka noktaya ulaşıyor: yatay bir okumayla ulaşılabilene dikey okumada ulaşılamıyor. “Kalem kaş” ya da “elma yanak”… Metinden ne alması gerektiği noktasında okuyucuya sınırsız bir seçim hakkı tanıyan özgürlükçü bir dille karşı karşıyayız. Yanak ve kaş gibi nitelikleri nesneler dünyasının sınırlı yapıları, yazarın kaleminde elma ve kalem gibi sınırsız simgelerin kanatlarında varoluşçu bir uçuşa çıkıyor. Daha önce size çok sıradan gelen nesnelere artık şaşkınlıkla baktığınızı fark ediyorsunuz. Yazarın bizi kalemiyle ulaştırdığı ontolojik katmanda yanak artık sonsuz döngüsel bir elmaya, kaş lineer bir kaleme dönüşüyor.
Lineer ile döngüselin birbirini dışlamadan, aynı varoluş uzamında yer alabildiği,kapitalist modernitenin uzamında yaşayan bizlerin anlamakta zorlanacağı bir evren bu.Bu aynı zamanda moderniteyi üreten kartezyen düşüncenin postmodernle kavgasında bir uzlaşma arayışı sanki. Kavramların birbirlerini itip ötekileştirmediği, farklılıkların kendiliklerini yitirmeden birlikte varolabildiği realiteden daha reel bir hipergerçeklik manifestosu… Bir betimleme merkezinde yayılan yepyeni bir felsefi praksis önerisi…
Kalemin sivriliğini, modernitenin Newtoncu determinizmine saplanan bir eleştiri olarak da okuyabiliriz. Yanak ve kaş, metaforları olan elma ve kalemin dışında ve ötesinde, konumları itibariyle metinde ifade edilmese de göze atıfta bulunuyor. Bu bağlamda metin söyledikleri kadar söylemedikleri ile de bize zengin bir dil olanağı sunuyor.
Bu metinde her katmanda bizi yeni bir imgesel sürpriz karşılıyor. Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik…
Ne o bunaldınız mı? Bu adam ne anlatıyor? İlgili ilgisiz bunca sözcüğü ardı ardına sıralayarak ne anlatmaya çalışıyor?
Lacan, Kristeva, kartezyen, praksis, eril, çok katmanlı anlatım, ontolojik, lineer, fallus… Bütün bu laf salatası “elma yanaklı, kalem kaşlı kadın” gibi saçma sapan bir ilkokul klişesi için mi? Böyle mi diyorsunuz?
Her hafta okuduğunuz bir yığın kitap ekindeki onlarca tanıtım yazılarını, çok bilmiş köşe yazılarını hatırlayın: sizce bu yazı onlardan daha mı saçma?
Ey okuyucu, gerçekten ne okuduğunun farkında mısın?
Taylan Kara