Bunun için bir gen var (Çeviren: Başak Dönertaş)

Bunun için bir gen var (Çeviren: Başak Dönertaş)

 

Tarih, gücü ve eşitsizliği haklı göstermek adına evrim teorisini suiistimal eden korkunç örneklerle dolu. Yeni biyolojik determinizm çağına hoş geldiniz.

 

İnsanların neden savaş açtığını anlamak isterseniz, bunun için bir gen mevcut. Erkeklerin neden kadınlara tecavüz ettiğini anlamak mı istiyorsunuz? Bunun için de bir gen var. Ortadoğu’nun, Batı’nın ve Afrika’nın “ulusal karakterlerinin” neden farklı olduğunu anlamak mı istiyorsunuz? Bunun için de bir gen var. Her şeyi kapsayan genlerimiz var. Gerçekten de, popüler medyaya inanmak istersek, modern toplumdaki her türlü eşitsizlik ve adaletsizlik için bir gen mevcut.

 

Genetik determinizm ve onun çirkin kuzeni sosyal Darwinizm geri dönüş aşamasında. Büyük genomik (bir organizmadaki genlerinin tümünü – genomunu – yapısal ve işlevsel açıdan inceleyen disiplin) veri tabanları ve istatistiksel tekniklerle donanmış bir grup bilim insanı, ne olduğumuzun ve ne yaptığımızın genetik temelinin peşine düştü.

 

Genetik bilimi ve biyolojik determinizm arasındaki ilişki, bu alanların tarihi kadar eski. Genetik alanında, önde gelen modern enstitülerden biri olan Cold Spring Harbor Laboratuvarı, “göçü kısıtlamaya ve ‘özürlüleri’ kısırlaştırmaya yönelik öjenik (insanların nitelikli genetik potansiyellerini koruyup, niteliksiz olanlarını ayıklayarak dolayısıyla insan genlerinin kalitesini artırmayı amaçlayan bilim) bir yasa için lobi faaliyetleri yürütme, toplumu öjenik sağlık konusunda eğitme ve öjenik fikirleri yaygınlaştırma” gibi faaliyetler yürütmüştür.

 

Son biyolojik determinizm dalgası, bu uzun tarihi sürdürmektedir ancak geçmişten önemli bir farkla. Moleküler biyolojideki ilerlemelerle, insanlar arasındaki küçük genetik farklılıkları saptamanın tam olarak mümkün olduğu “genomik çağın” başındayız. Dünya üzerinde birkaç seçkin tabakanın büyük servetlere ve güce sahip olduğu ve bunun meşrulaştırılmasına ihtiyaç duyulan yeni bir Yaldızlı Çağ’da yaşadığımız gerçeğiyle birleştirildiğinde, şartların biyolojik determinizmin yeniden dirilişi için olgunlaştığı söylenebilir.

 

Günümüzde, bir genomu (bir organizmadaki genlerinin tamamı) dizilemenin, yani bir bireyin tüm DNA’sını tarif eden 6 milyar Adenin, Sitozin, Timin ve Guanin’i tanımlamanın maliyeti 5.000 $. Yakın bir zamanda bu maliyet düşecek ve daha da düşecek. Bize bunun devrimci bir an olduğu söylendi. Detaylı genetik bilgiye erişim sayesinde, yakın bir zamanda, sağlıkla ilgili uzmanlar ve genetik danışmanlar, yatkın olduğumuz hastalıkları tanımlayabilecek ve “bireyselleştirilmiş tedaviler” aracılığıyla genetik farklılıkların bu süreçlere olan etkisini önleyebilecek ya da minimum düzeye indirebilecek hale gelecek.

 

Genom dizilemesinden elde edilen bilimsel bilgiler son derece kıymetlidir. Bu sayede, virüslerin nasıl evrim geçirdiklerini, kansere neden olan genetik mutasyonları ve hücresel kimliğin genetik temelini anlamaya başladık. Dizileme devrimi, genetik düzenlemenin moleküler temelini araştırma ve kodlama yapmayan RNA’lar gibi yeni oyuncuları ve kromatin modifikasyonlarını belirleme imkanı tanıdı. Biyoloji ile ilgili tüm fikirlerimiz yeniden şekilleniyor.

 

Yeni dizileme araştırmalarından elde edilen en çarpıcı sonuçlardan birisi, insanların gerçekte birbirlerine ne kadar benzer olduğudur - DNA’mızın sadece binde 1’lik kısmı farklı. Ancak genomdaki bu binde 1’lik farklılık, insanlar arasında gözlemlediğimiz, deri rengi, boy uzunluğu ve hastalık eğilimi gibi farklılıklardan sorumlu. Modern genetiğin önemli amaçlarından biri de, belirli bir genomik varyantı belirli bir özellik ya da hastalıkla ilişkilendirmek. Bunu yapabilmek için, bilim insanları dünya genelindeki popülasyonlara ait bol miktarda genetik diziyi analiz edecek güçlü, yeni istatistiksel araçlar geliştiriyorlar.

 

Genler ve gözlemlenebilir özellikler arasındaki ilişki tartışılmaz. Uzun boylu ebeveynlerin uzun boylu çocuklara sahip olması muhtemeldir. Koyu renk saçlı ebeveynlerin koyu renk saçlı çocukları olur. Bu özelliklerin kalıtsal olarak aktarıldığı, Mendel’in, 29 binin üzerinde bezelye bitkisiyle gerçekleştirdiği çalışmalardaki istatistiksel gözlemlerden çıkarılan, meşhur Kalıtım Yasaları’ndan beri açıktır. Klasik Mendel genetiğinde, ayrı özellikleri kodlayan ayrı genler, döllere birbirlerinden bağımsız olarak geçerler. Dolayısıyla, buna göre, genetik bilgi (genotip) ile gözlemlenebilir özellikler (fenotip) arasında net bir eşleme vardır. Tek bir gen (teknik olarak lokus ya da genetik lokasyon) tek bir özelliği kodlar ve bireyin sahip olduğu diğer özelliklerden etkilenmez. Bunun yanı sıra, çoğu Mendeliyan özellik üzerinde çevresel faktörlerin etkisi düşüktür. Bu çerçeveye denk düşen en meşhur örnek, spesifik bir gendeki mutasyonun neden olduğu orak hücre anemisi ve kistik fibrozistir.

 

Ancak, artık şu bir gerçek ki Mendel genetiğinin altında yatan varsayımlar çoğu özelliğe ve hastalığa uygulanamamakta. Neredeyse tüm fenotipler, boy ve göz renginden diyabet gibi hastalıklara kadar, birden fazla gen ve çevresel faktörler arasındaki son derece karmaşık etkileşmelerden ortaya çıkmakta. Bir özelliği kodlayan genin kolaylıkla saptanabildiği Mendel genetiğinin aksine, artık, birçok özellik için genotiplerinden yola çıkarak fenotiplerine götürecek basit bir yöntem yoktur.

 

DNA dizisiyle ilgili mevcut veri hacmi, bilim insanlarını bu güçlüğün üstesinden gelebileceklerine ikna etti. Bu doğrultuda, dizi verisindeki genetik bilgiyi ayıklamak ve analiz etmek için yeni bilimsel ve istatistiksel araçlar geliştirilmeye başlandı. Genom çaplı asosiasyon çalışmalarının (Genome-wide association studies – GWAS) araştırmaların amacı DNA’mızda yer alan şifreyi çözmek için bir şablon oluşturmak ve karmaşık özelliklerin ve hastalıkların genetik alt yapısını tanımlamak. GWAS, günümüzde, modern popülasyon genetiğinin başlıca ögesi haline gelmiş durumda; son on yılda yayınlanan GWAS sayısındaki astronomik artış – 2005 yılında tek haneli rakamlarda iken bugün 1.300’den fazla – gerçeği gözler önüne sermekte. Boy uzunluğu, doğum ağırlığı, enflamatuvar bağırsak hastalığı, insanların belirli ilaçlara ya da aşılara nasıl cevap verdiği, kanser, diyabet, Parkinson hastalığı ve diğer pek çok konuya dair GWAS mevcut. Bilim insanlarının bu araştırmalardan elde edilen sonuçları gözlerinde canlandırabilmesine yardımcı olan, özel görüntüleyicilere sahip çok sayıda GWAS var.

 

GWAS’taki artış göz önünde tutulduğunda, bu araştırmaların altında yatan temel mantığı açıklamak faydalı olacaktır. Fenotipik ve genetik varyasyon kavramları GWAS’ta önemli rol oynar. Fenotipik varyasyon, bir popülasyondaki bir özelliğin varyasyonu olarak tanımlanır (Amerikan erkek popülasyonundaki boy uzunluğu dağılımı gibi). Fenotipik varyasyonu tanımlamak için, bir popülasyon belirlememiz gerektiğini unutmamalıyız. Bu istatistik bir model inşa etmek için öncesinde yapılması gereken bir durumdur. Popülasyon tercihi, GWAS’a gizli toplumsal varsayımların nüfuz ettiği önemli bir yanlılık kaynaklarından biridir- bu özellikle “ırk” grupları arasındaki genetik varyasyonları araştıran çalışmalar için esastır.

 

GWAS, aynı popülasyonda, gözlemlenen fenotipik varyasyonu genetik varyasyon bakımından istatistiksel olarak açıklamaya çalışır. Modern genomiğin parladığı yer burasıdır.  Genomik çağdan önce, tek bir lokustaki genetik varyasyonu ölçmek için çok fazla çalışmak gerekiyor iken, günümüzde binlerce kişinin genomundaki genetik varyasyonu saptamaya imkan tanıyan hazır veri tabanları mevcuttur. GWAS’ların çoğu tek nükleotid polimorfizmlerine (single-nucleotide polymorphisms: SNPs, genomda tek bir baz üzerinde oluşan DNA dizi farklılıkları, ör. AAGGCT  karşısında AAGTCT) odaklanmakta. Bilim insanları insanlarda yaklaşık olarak 12 milyon SNP olduğunu tespit etmiştir. Bu sayı çok büyük görünebilir ancak insan DNA’sında 6 milyon baz vardır. Dolayısıyla, DNA bazlarının sadece binde 2’si herhangi bir varyasyona sahiptir. Örneğin, yaklaşık 180 SNP’nin insanlardaki boy uzunluğu farklılığında yer aldığı bildirilmiştir.

 

GWAS’ın amacı, genotipik bir varyasyonun, fenotipik bir varyasyonla ilişkisini kurmaktır. Bu genellikle, “kalıtım” adı verilen ve fenotipik varyasyonu genetik ve çevresel bileşenlere ayırmaya çalışan bir kavramla ifade edilir. Kabaca söylemek gerekirse, kalıtım, fenotipik varyasyonun genetik varyasyona atfedilen fraksiyonu olarak tanımlanır. Kalıtım derecesinin sıfır olması, fenotipik varyasyonun tamamının çevresel farklılıklardan oluştuğu, bir olması tamamının genetik farklılıklardan oluştuğu anlamına gelir.

 

Kalıtım kavramının arkasında, biyolojinin nasıl işlediği ve genlerin ve çevrenin nasıl etkileştiği konusunda, karmaşık ve geniş istatistiksel modellerle filtrelenmiş varsayımlar dünyası yatıyor. Kalıtım seçilen popülasyona ve deneylerle araştırılmış çevrelere dayanır. Çevre ve genler arasındaki belirgin farlılık dahi bazı düzeyde yapay kalmaktadır. Richard Lewontin’in dikkat çektiği gibi:

Çevrenin fiziksel doğası, organizmalarla ilişkili olduğu için, organizmaların kendileri tarafından belirlenir…  Sıvı ortamda yaşayan bir bakteri çok küçük olduğu için yer çekimini hissetmez… ancak boyutu genleri tarafından belirlenir, dolayısıyla yer çekimi kuvvetinin bizimle ilgili olup olmadığını belirleyen şey bizler ve bakteriler arasındaki genetik farklılıktır.

 

 

Söylenilmek istenilen şey şudur; kalıtım her ne kadar kullanışlı bir kavram olsa da, tanımlamak için (tüm varsayımlar ve önyargılarla) tamamen istatistiksel modellerden yararlanılan bir soyutlamadır.

 

Amaçlarımız açısından en önemlisi, boy uzunluğu gibi büyük ölçüde kalıtsal olan özelliklerde dahi, çevrenin gözlemlenen özellikleri zorla değiştirebileceğidir. Örneğin, Guatemala İç Savaşı’nda, Amerika destekli ölüm mangalarının ve paramiliterlerin, kırsal, yerli Guatemalalılara yönelik vahşi saldırıları beslenme bozukluklarına yol açtı. Pek çok Mayalı mülteci şiddetten kurtulmak için Amerika’ya kaçtı. Guatemala’daki 6 – 12 yaş arasındaki Mayalı çocukların boy uzunlukları, Amerika’daki Mayalarla karşılaştırıldığında, büyük ölçüde beslenme ve sağlık hizmetlerine erişimle ilişkili olmak üzere, Amerika’dakilerin Guatemala’daki akranlarından 10.24 santimetre daha uzun olduğu görüldü. Boy uzunluğunu en çok etkilediği bilinen, büyüme faktörü geni GDF5’in boy uzunluğundaki sadece 0.3 ila 0.7 santimetrelik değişimle ilişkili olduğu ve bunun sadece Avrupa kökenli katılımcılar için geçerli olduğu bildirilmiştir.    

 

Bu tarz çarpıcı çevresel etkilerden sıkça bahsedilmektedir. Örneğin, Tip II diyabetin kalıtsallığı yaşa ve Vücut Kitle İndeksi’ne göre ayarlandığında, 0.5 ve 0.75 arasında olduğu düşünülmektedir (boy uzunluğundakinden biraz daha küçük, ancak yukarıda ele alındığı gibi, bu sayıya kuşkuyla bakmak gerekir). Mevcut durumda, GWAS, kişide diyabet gelişip gelişmeyeceği konusunda öngörü sağlayacak herhangi bir gen lokusuna (genler) işaret etmeksizin, Tip II diyabet kalıtımının sadece %6’sını açıklayabilmektedir. Genetiğin aksine, sağlıklı olmayan bir Vücut Kitle İndeksi (bireyin ne kadar kilo fazlasına sahip olduğunun basit bir ölçümü) diyabet gelişme olasılığını yaklaşık sekiz kat artırır.

 

Aynı hikayeye IQ (“zeka” konusunda genetik araştırmaların temeli) konusunda da rastlanmaktadır. IQ testlerinin geçerliliğini bir an için bir kenara bırakırsak, araştırmalar, IQ’nun belirlenmesinde genetikten ziyade çevrenin önemine işaret ederek, 20. yüzyıl boyunca IQ skorlarında uzun süreli ve devamlı bir artış olduğunu (Flynn Etkisi) göstermektedir.

 

Şizofreni bir diğer örnek. John Horgan Cross-Check isimli bloğunda, popüler medyada “şizofreni geni” olarak bilinen CMYA5’i ele almıştır. “Bu geni taşıyan kişilerde, şizofreni gelişme riskinin % 0.07’den % 1.07’ye çıktığına dikkat çekmiştir. Tersine, “şizofreni hastası birinci derece bir akrabanız varsa, kardeş gibi, şizofreni olma ihtimaliniz yaklaşık % 10’dur ki bu oran CMYA5 genini taşımanın yol açtığı riskten 100 kat daha fazladır.” Bu gibi sonuçlar nadir değildir. Genetik bilimi, esas olarak GWAS’ın (sıklıkla “eksik kalıtım” sorunu bağlamıyla ele alınmıştır) öngörü sağlama gücünün yetersizliği konusunda endişelidir.

 

GWAS’ların sınırlı başarısına rağmen, genetik determinist iddiaların yakın gelecekte hafifleyeceği şüphelidir. Bunun temel nedeni, hali hazırda büyük miktarlarda oluşturulmaya çalışılan yeni genetik verilerdir. Bu veri seli bir biyolojik deterministin ıslak rüyasıdır. Abarttığımı düşünüyorsanız, işte size önde gelen bilimsel dergilerden biri olan PNAS’ta son zamanlarda yayınlanan, “ekonomik ve politik tercihin genetik mimarisi” üzerine yapılmış güncel bir çalışmadan bir alıntı. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, tanımladıkları SNP’ler “toplam varyansın sadece küçük bir kısmını açıklamaktadır.” Hayal kırıklığından uzak şekilde, yazarlar özetlerini iyimser bir notla sonuçlandırmıştır:

Bu sonuçlar, moleküler genetik verilerin sosyal bilimler alanındaki araştırmalara nasıl ve ne kadar kısa zamanda katkıda bulunabileceğine ve araştırmaları potansiyel olarak dönüştürebileceğine ilişkin uyarıcı bir mesaj taşıyor. Tekil SNP’lerin düşük açıklayıcı gücünün dayattığı çıkarımsal güçlüklere kimi yapıcı yanıtlar öneriyoruz.

 

Güç zehirlenmesi (hubris) için yeterli kanıt mevcut. Boy uzunluğunu – kolaylıkla ölçülebilir bir özellik – açıklamak için GWAS’tan faydalanmanın güçlüğü göz önünde bulundurulduğunda, zeka, saldırganlık ya da politik tercih gibi iyi tanımlanmamış, geçici olarak değişken, nicellemenin güç olduğu özelliklerin genetik temelini tanımlamayı iddia etmek saçmalıktır.

 

Her ne olursa olsun, genom çağında, genetik deterministin senaryosu açıktır: Büyük miktarlarda dizi verisi topla. İyi tanımlanmamış bir özellik bul (politik tercih gibi). O özelliği taşıyan alt popülasyonlarda istatistiksel olarak fazla miktarda bulunan bir gen bul. Zaferini ilan et. Bu genlerin esas olarak o özellikteki fenotipik varyansı açıklamadığı gerçeğini görmezden gel. Bunun yerine, elimizde daha fazla veri olsaydı, istatistiğin olayın tamamını çözeceğini iddia et. Dahası bu sonuçları toplumlara genelle ve insan davranışının genetik temelinin esasını açıkladıklarını iddia et. Bir basın açıklaması yaz ve basının övgü dolu eleştiriler yazmasını bekle. Başka bir veri seti ve başka bir özellikle benzer durumu tekrarla.

 

Biyolojik determinizm, bilimsel gözlemlere dayandığı yanılsamasına sebep olduğu için akla yatkın görünmekte. Hiçbir bilim insanı, bir organizmanın temel yapıtaşlarının onun genetik materyalinde kodlandığı ve evrimin, genetik sürüklenme ve seleksiyon yoluyla bu genleri şekillendirdiğini inkar etmez. Ancak insan davranışını, gerek patates cipsi yerken gerekse savaş açarken bir takım genlere atfetmeye çalışmak açıkça donkişotvari bir yorumdur.

 

Nigel Goldenfeld ve Leo Kadanoff’un karmaşık sistemleri tartıştıkları bir makalede dile getirdikleri gibi: “İlgili fenomeni yakalamak için doğru düzeyde açıklama kullanın.  Buldozerleri kuarklarla modellemeyin.” Bir buldozerin tüm özelliklerinin, onu oluşturan kuark ve elektronlar gibi parçacıklardan oluştuğu doğruyken, bu partiküllere dayanarak buldozerin özellikleri (şekli, rengi, fonksiyonu) hakkında düşünmek işe yarar bir şey değildir. Bir buldozerin şekli ve fonksiyonu, bir bütün olarak sistemin özelliklerini ortaya koyar. Bir buldozerin özelliklerini kuvarkların özelliklerine indirgeyemeyeceğiniz gibi, bir organizmanın karmaşık davranışlarını ve özelliklerini de genlerine indirgeyemezsiniz. Marx “Sadece belirli bir noktanın ötesindeki nicel farklılıklar nitel değişimler geçirir” sözüyle benzer bir noktaya değinmiştir.

 

Genetik determinist iddiaların felsefi ve bilimsel temeli bu kadar sorunlu ise, neden bu şekilde uyduruk bir düşünce New York Times’ın Bilim bölümünün ön sayfasında yayınlanan makalelerle ödüllendirildi. Buna cevap vermek için, sadece bilimi değil, politikayı da göz önünde tutmamız gerekiyor.

 

Bizler, şirketlerin görülmemiş karlar sağladığı, birkaç burjuvanın servetine servet kattığı ve eşitsizliğin Yaldızlı Çağ’ın eşitsizlik düzeyine yaklaştığı bir devirde yaşıyoruz. Neoliberal kapitalizm ve demokratik dürtüler arasındaki çelişkiler sürekli ifşa edilmekte. Liberal düşüncenin altında yatan fırsat eşitliği iddiaları saçmalık haline gelmekte. Kapitalizmin olmayı iddia ettiği şey ile ve kapitalizm gerçeği arasındaki uyuşmazlık giderek daha belirgin hale gelmekte.

 

Biyolojik determinizmin cazibeli tarafı, kapitalizmin doğurduğu toplumsal çelişkiler için makul, bilimsel açıklamalar sunuyor olmasıdır. Eğer Tip II diyabet genetik bir probleme indirgenirse (ki bir dereceye kadar genetikle ilişkisi var), bu durumda, obezitedeki artış ve altında yatan nedenler (tarım endüstrisi tekeli, gelir eşitsizliği ve besin kalitesinde sınıf esaslı eşitsizlikler) hakkında düşünmek zorunda değiliz. Bunu ilaç firmalarının itelemeleriyle, hastalıkların tedavisine yönelik ilaç esaslı çözümlerin yaygınlığıyla birleştirin, karmaşık toplumsal olayların basit bilimsel gerçeklere indirgendiği izlenimine kapılmamız sürpriz değildir.

 

Biyolojik determinizm, büyük edebiyat eleştirmeni Roberto Schwarz’ın tabiriyle, görünüşte sağlam temelleri olan, toplumsal olarak gerekli bir illüzyondur. Sanat ve edebiyat gibi, bilim de “tarihsel olarak şekillendi ve …. varlığını borçlu olduğu sosyal sürece kayıt oldu.” Bilim insanları yaşadıkları ve çalıştıkları toplumların ön yargılarını miras alırlar. Bu, hiçbir yerde, insanlar ve toplumlar hakkında mutlak neoliberal varsayımları olan modern biyolojik determinizmin canlanışındakinden daha belirgin değildir.  

 

Biyoloji tarihi, gücü ve eşitsizliği haklı göstermek adına genetiğin (ve evrim teorisinin) suiistimal edildiği korkunç örneklerle doludur: kölelik ve sömürgeciliğe yönelik evrimsel gerekçeler, tecavüz ve ataerkillik için bilimsel açıklamalar ve egemen elit tabakanın doğuştan sahip olduğu öncelikler için genetik açıklamalar. Bizler genomik çağda, tarihin tekerrür etmediğinden emin olmak için yorulmadan çalışmak zorundayız.

BAŞAK DÖNERTAŞ

 

*Makalenin özgün kaynağı: Mehta P. (2013). There’s a gene for that. Jacobin Magazine 2014; Issue 13: Alive in the Sunshine Essays.

 

Facebook
yorumlar ... ( 31 )
27-01-2015
27-01-2015 14:46 (1)
Arslanoğlu'ndan cevap bekleniyor! Büyük polemik dönecek! Kan akacak! Fiştekçi
27-01-2015 16:12 (2)
Arkadaşlar, beni çekmeye çalıştığınız polemik konusunda (veya başka konularda) karşıt düşünenlerin birbirini ikna ihtimali çok çok düşüktür. Çünkü farklı kişiliklerle dünyaya bakıyoruz, bunun kaynağı da doğrudan genetiktir. Makale yazarları insanı Tanrı olarak gören, çevresini değiştirdiklerinde çok önemli değişiklikler vaat eden, kendilerini de Tanrı gören bir sahte bilimin mensupları. Ben öyle görüyorum. Tezler çok bayat ve bunun çok daha üst düzeyden yanıtları binlerce kez verildi. En son bu sitede evire çevire verildi: http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1657 Sorun genetik olduğundan çıkmazda, insan da bu yüzden çıkmazda. O yüzden tebliğimi yaparım, çekilirim, tartışmaya girmem, soru sorulursa zoraki cevap veririm. Son şey, arkadaşlar düşünsünler: Çevre koşullarını değiştirirsek tavşandan insan yapabilir miyiz? Elin oğlu insan genetiğini değiştirip yeni tür yapmak üzere, bunların korktukları şeye bak. Akif hocam size de bir müjde ve soru +++ K.A
27-01-2015 16:12 (3)
İnsanların çoğunda sosyalizme karşı olan gen bulunmak üzereymiş :)) Ne dersiniz, buradan biraz yol alabilir miyiz, onu değiştirirsek iş çözülebilir mi? Fakat işin fenası sosyalistlerde de komünizme karşı bir gen bulunmuş :)) O kadar lafazanlığa karşın yüzyıllardır kimsenin gerçek komünist olamaması buna bağlıymış. Bir de bunlarda genetik bir gen korkusu bulunmuş. Toplumcu Tıp Seminerlerini yaygınlaştırmak genetik tedaviyle mümkün olabilecek belki, ne dersiniz :)) Sevgiler, saygılar. Kaan Ars.
27-01-2015 16:32 (4)
Hocam bence makalenin en önemli iddiası (tabii yeni değil fakat popüler yayınlarda pek çıkmadığından okurlar yeni karşılaşıyor olabilir) bir karakterden BİR genin sorumlu olmayışı meselesi. Gerisi önemsiz bence. Tabii bunu kabullenmek demek Türkiye'de sağlıkta "dönüşümün" ilk mimarı Serdar B. Savaş'ın halen yürütmekte olduğu genetik danışma merkezinin iflası demek olurdu. Oysa mesela Tip 2 diyabetten tek bir gen sorumlu olsaydı hayat ne kadar kolaylaşırdı. Yukarıdaki makale Serdar B. Savaş'ın müşterilerini kaçırmaktan başka bir işe yaramaz. Eğer bir karakterden çevreyi boşverin bilmemkaç gen ve dahası bunların kendi aralarındaki etkileşimler sorumluysa bundan ekmek çıkmaz ki, hangi biriyle oynayacaksınız?. Bir de kaş yaparken göz çıkartma ihtimali var. Fakat ben özellikle Türkiye topraklarında yaşayanlarda bir anti-komünist genin varlığına yürekten inanıyorum. Son Yunanistan seçimleri bu genin dominant olduğunu da gösterdi.AA.
27-01-2015 16:36 (5)
:)) O bilgi çok basit bir bilgi be sayın Hocam, onu genetikten az buçuk anlayan akıl yürütme yoluyla da bulur. Benim yazılarda da var bu. Neyse, anti-komünist gende anlaştık :)) K.A.
27-01-2015 22:39 (6)
Ego'nun da bir geni olması lazımdır. Sosyalizmi eleştirdiğiniz yazılarınız da dahi olumlu yanlar yakalarken, bilimi( tabi bilim olarak yapanlardan bahsediyorum)eleştirmenizi şöyle bir düşündüm. haklı olduğunuz yönler olmasına rağmen "Makale yazarları insanı Tanrı olarak gören, çevresini değiştirdiklerinde çok önemli değişiklikler vaat eden, kendilerini de Tanrı gören bir sahte bilimin mensupları" cümleniz de ve açıklama biçiminizde biraz işi kestirip attırıcı bir tavır ve verdiğiniz linki "hadi alın bunu okuyun uğraştırmayın beni" tavrı seziyorum. Belki de biz burada eleştiri veriyoruz diyedir diye dedim sevgili Kaan hoca. Yazılarınızda kitaplarınızda ve hatta romanlarınızda okuduk ve kendimizi sorguladık. bence bu yorum işleri hem sizi hem de bazen bizleri yoruyor gibi. Tabi tartışılmalı da ama bu da benim fikrim. Benim de genim de bu var saygılar... Ali Han
27-01-2015 22:40 (7)
İnsan aczinden Allah'lar yarattı."Allah" ile ikna edilemeyecek olanlara da "bilimsel tezler" iyi gelebilirdi.Her işin "paraziti", "satıcısı", "şarlatanı", "haini" olduğu gibi, Bilim'in de bu tür yaratıkları giderek çoğalıyor. Dawkins'in "Memleri" de bu sınıfın kıyısında durur. Bu çağ böyle işte; kimin ne'ye inanma ihtiyacı varsa o'na ait "ikna edici" bir kurgu, bir paket program bulunur. Hakikat mi? Arıyoruz işte! gürsel
27-01-2015 22:40 (8)
Sosyalizm herkese bir tavuk vaadediyor ama benim iki tavuğum var zaten. Sorun genetik değil, sorun tavukta. Mary Huana
27-01-2015 23:08 (9)
Faideli, zihin açıcı bir yazı.tşk.dbo
27-01-2015 23:26 (10)
vWF mutasyon sıklığı %1 (en sık kalıtsal kanama yatkınlığı nedeni), oysa hastalık, kanama çok daha ender; vwf düzeyi, hormonlardan, stresten, kan grubundan vb etkilenebiliyor. Hemokromatoz gen mutasyonu toplumda 1/250-400, buna karşın primer hemokromatoz (dokularda demir birikimine yol açan bir hastalık) oldukça nadir. Kalıtsal trombozda en sık etken olan FV Leiden mutasyonu, genel-sağlıklı toplumda %5-10 sıklıkta, oysa toplumda tromboz sıklığı çok daha nadir. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Genetik hastalık kavramı çok geniş ve heterojen. Ör. Orak hücre anemi, Talassemi (Akdeniz anemisi) ile yukarıda geçen durumlar aynı değil. Elbet genler hastalık durumları dışında da türün özellikleri açısından "sınırları" belirliyor, ancak tavşanın insana dönüşmesi, türsel değişim yani, evrimsel açıdan anlamlı görünmüyor halihazırda, türlerin evrimi ise devam ediyor muhtemel. Evrimin geriye işlediğine dair bilgisi olan var mı???Mine
28-01-2015 00:20 (11)
Artık biyolojik evrime ihtiyaç olmadığından, biyolojik evrim bitmiş sayılabilir. Bir tek uzayda koloni kurmaya başlanırsa oradan biraz daha ilerler o kadar. Şimdi artık sosyal evrim yürüyor ve farklı türler çıkıyor. Örneğin mesela, zengin canlısı, dinci canlısı, entel canlısı, liboş canlısı gibi. Burada doğal seçim ne yazık ki fakir canlısı üzerinde hüküm sürüyor. Mesela bana bir tane fenotipi yamuk zengin gösterebilir misiniz? Hayır! Çünkü çevresel etkenler genotipi, o da fenotipi belirliyor. Sevgili Mine (müsaadenizle), beyinsel evrim geriye işleyebilir belki. O da şöyle; insanoğlu, milyonlarca yılın sonunda artık tüm yüce değerlerle -onur, kardeşlik, fedakarlık, paylaşım, vs- donanmışken bir anda kömür-makarnaya fit olabilir hale geliyor, zavallı bir menfaat canlısı oluşuyor mesela. syglr. Mutant Hero
28-01-2015 08:04 (12)
Keşke tıp okusaydım dedim okurken, daha öncede dediğim olmuştur . Vallaa esaslı bir çıkış geldi bana ama cevaplarda küçümsemeler gördüm. Kim haklı acaba? Serkan baknalı
28-01-2015 09:45 (13)
Fenotipik varyasyon örneği çok yetersiz ve hatta yanlış olmuş. Amerikan erkek popülasyonundaki boy dağılımı nedir allahaşkına? Eğer amerikan ordusu için toplu dikim (terzilik) yapacaksanız anlamlı. Ama genetik çalışmasında böyle ifade olmaz. Çünkü sözkonusu grup kendi yapısı itibarı ile çok heterojen. Amishler içinde olur mesela. Ama o da şu ifade ile : 24-30 yaş aralığındaki Amish erkeklerinin boy dağılımında genetik faktörlerin rolü falan. Bilim yazısı yazılıyorsa asgari ciddiyet gerek! Kaldı ki, bu yazı niye Arslanoğlu'nu kanlı bir savaşa davet etmiş olsun ki. Ben onun dediklerinden çok da farklı bir iddia ile karşılaşmadım bu yazıda da. Neyse, Faktör V Leiden yorumu da hatalı (bilimdışı addedilecek ölçüde) bu çevirimetinde. Ama amerikan kafası bu kadar anlıyor deyip geçelim. HLA'lar, Ig'ler, ICAM'ler, bilmemne reseptörleri gibi bir moda bu da. Adam tekyumurta ikizi diyordu. Yani gen değil, Genom aynı. Ve adam haklı! Çıkış da exodus değil. Yani esassız sayın baknalı. Mehmet Haşim
28-01-2015 09:56 (14)
Ve Sayın 11, durumu hiç idrak etmemiş sanırım. Fenotipi yamuk zengin göstermemizi istemiş. İsim vermeyeyim ama hani bizim ülkemizdeki hanedanlara bakması o örneği mebzul miktarda görmesi için yetmiyorSA... Beyinsel evrim diye de bir kavram uydurmuş ki düşman başına. Neyse, bakunin'i sosyalizmle alakalı sanabilecek bir site okur güruhundan da fazla birşey beklememek gerek. Sade markisi de kadın haklarının ilk savunucularındanmış zaten. Hmm Hmmm. Mehmet Haşim
28-01-2015 10:33 (15)
Tamam Mehmet Haşim bey 14, beyinsel'in yerine siz başka bir şey bulun, kabul. Ama böyle bişey yok diyemezsiniz di mi? Siz de bunu kabul edin. SA örneğinin fiziksel defekti, aynı durumdan muzdarip fakir olanı kadar göz tırmalamıyor ama değil mi? Çünkü 'para' ona ayrı bir aura katıyor ki bunun bir sebebi de hayvansal protein tüketimini sağladığından olabilir. Oysa diğeri, bir dostumuzdan alarak söylüyorum, 'kronik bulgur intoksikasyonu' yani bitkisel proteine devam. Hayvansal/esansiyel protein, evrim için yaşamsaldır. Mustapha Hadji
28-01-2015 12:04 (16)
Yıllardır sağlıkçı olmayanlara ilkyardım eğitimi veriyorum. En önemli konumuz bilinç kaybı. Çeşitli senaryolarda bilinç kaybına yaklaşımı tartışıyoruz. Bunlardan biri de epilepsi. Hemen her derste biri çıkar "hocam soğan koklatsak olmaz mı" diye sorar. Ben de her seferinde bunun bilimsel bir uygulama olmadığını söylerim. Birkaç yıl önce kapının önünde öğrencilerin bir konuşmasına misafir oldum. Biri diğerine "hoca olmuş ama sara nöbetinde soğan koklatmak gerektiğini bilmiyor" diyordu. O günden beri tutumumu değiştirdim. Şimdi şöyle anlatıyorum: lütfen önce hastanın başını güvenceye alın, kendisine zarar vermesini önleyin, bu arada soğan da koklatacaksanız koklatın. Fakat lütfen hastayı güvenceye almadan soğan aramaya gitmeyin, siz gelene kadar kafasını yarmış olabilir. Artık ben de mutluyum, öğrenciler de. Modern tıbbın soğanla rekabet edemeyeceğini 50 yaşımdan sonra da olsa öğrendim. AA.
28-01-2015 15:32 (17)
kronik bulgur intoksikasyonu... fena değilmiş. zihni deyin mustafa hacı bey. mental deyin. düşünmekle ilişkili deyin. ama beyinsel demeyiverin. buradan bir kural hatırlatayım. "beyaz kadın" diye bir tanım vardır. parası olan adam gider güzel kadınla evlenir ya da güzel bir kadını "cariye" olarak alır. bu eski düzende zaten normdu. yeni dünya düzeninde de kadınlar erkeğin kas gücüne değil, yakışığına hiç değil, ama ve illa ki cebine / makamına bakmakta (feminist itiraza gerek yok. çoğunluk temayülünden bahsediyoruz). e hal böyleyken, zenginin fakirden biraz daha elfvari bir şekil dönüşümüne gitmesi çok şaşırtıcı olmaz. ortadaki "ork" fenotipini oluşturacak gen havuzundan randomizasyonla yapılan (yani kadının ya da erkeğin seçmediği ama mecburen çiftleşmek durumunda kaldığı) bir "mating" sürecinden de elf benzeri varlığın çıkması hakikaten düşük bir ihtimal olurdu. söylediğinize toptan itirazım yok. neyse... ayrı bir kutucukta devam edeyim. mehmet haşim
28-01-2015 16:39 (18)
sanırım sitenin sol tandansı nedeniyle eugenics'e kallavi bir itiraz geliyor. ya da en azından ben öyle sezdim. yanılmışsam affedin. ama size bir soru: eugenics gerçekten kötü birşey midir? eğer öyleyse insanoğlu neden tükettiği tarım ürünlerini (gdo kavramını kastetmiyorum) çağlar boyunca "ıslah" etmeye çalışmış? niye hayvan evcilleştirmeye ve yeni "ırk"lar oluşturmaya bu kadar emek etmiş? bunlar eugenics'le bağlantısız mı? insanda "tohum ıslahı" ille nazi kafasıyla "saflaştırmak" babında mı yapılır? hibridizasyonun güzel sonuçları olamaz mıydı? marxist ya da anarşist ütopyalardan bahsedenler kendi ütopyalarını daha çok sevdiklerinden mi eugenics ütopyasını tü-kaka eder? bir fikri savunmuyorum. sadece merak ediyorum. insanlar ezbere başka şeylere kategorik olarak sırt çevirmeyi norm addedebiliyorsa, benim bu soruları sormam çok hakkaniyetsiz mi olur? yoksa solcu sitesinde bunlar sorulmaz mı? not: eugenics'i geçtim. eğitim torna değil midir esasında? saygıyla efendim. mehmet haşim
28-01-2015 16:40 (19)
Biyolojik determinizm alınyazısının bilimsel açıklaması yani bilimin az bilgiyle kötüye kullanımıdır. Kuantum ve inanç kitapları yaygınlaştı. Medyumluk, bilimsel kahve falı, telekinezi, biyoenerji aklımızla dalga geçiyor, gülemiyoruz bile. Geç dönem kapitalizm determinizmi bilim kaplı pazarlıyor. Hastalıkların geninin olması, fikirlerin, düşüncelerin geni olacağı anlamına gelir mi? Protein tüketimi ve genetik önemli tabi ama bu bilmenin, araştırmanın, düşünmenin değerini azaltır mı? "Ya o ya bu, arası yok" diye düşünen insanın sinaps sayısı düşük mü? Okumak, nöronları çalıştırmak, eyleme geçmek nasıl önemsiz olabilir? Yıllarca spor yapan bir insanın kasları gelişmez mi? Okuma geni olmadığından mı insanlar okuma yazma bilmez? Felsefe geni olmadığından mı felsefe kabul görmüyor? Sizin iddianıza göre insanların yapabileceği protein tüketip, evrim geçirmeyi beklemek. E. Temelkuran'ı eleştiren yoldaşların bulgur tüketen halkı orklara benzetmesini dehşet içinde izliyorum.
28-01-2015 18:24 (20)
önce tövbe sonra estağfirullah diyorum. ne garip. solcu sitesi dediysek kaan arslanoğlu ve taylan kara editör diye öyle söyledik. ben sizin nereden yoldaşınız oluyorum ki? sitede yorum yapmak için vukuatlı nüfus ilmuhaberi, 6 adet vesikalık, tam teşekküllü devlet hastanesinden sağlık raporu ve solculuk tescil belgeleri mi istiyorlardı? ben görememişim öyleyse. görmediğim için de solcu olmadan lafa daldım. ya da yorumda bulundum diyeyim. bulgur tüketen halkı orklara benzetmedim ayrıca. yazdığım şey son derece açık. bir türkolog şöyle birşey demiş vaktinde: "herhangi bir türk ırkından sözetmek çok güçtür. çünkü galip savaşçılar oldukları her dönemde türk erkekleri kural olarak başka ırktan kadınlarla "çiftleşmeyi" tercih etmişlerdir." yani? reklam arasını geçmeyi uman osmanlıcı salaklar var ya; onların çok sevdiği padişahların annelerinin 1 tanesi hariç (orhan gazi - annesi mal hatun'dur; edebali'nin kızı) hepsi beyaz ırktandır. rum, gürcü, rus, ukraynalı (saçma bir tanım bence), çerkez,
28-01-2015 18:24 (21)
fransız bile var (filmi bile çekildi). e yuh diyorum. el insaf diyorum. sadece müslüman oldukları için domuz gibi müthiş hızlı ve çok üreyebilen, yetiştirme maliyeti diğer hayvanlara kıyasla sıfıra yakın bir hayvanın etini yemeyen, su ürünleriyle ırki tavır nedeniyle başı pek hoş olmayan, kabuklu deniz mahsüllerinden mezhep nedeniyle uzak duran, hayvani menşeli protein tüketim olasılığı sıfıra yakın bir milletin fertleri genomik yatkınlıkları tersi olsa dahi zihin gelişim geriliğinden tabii ki muzdarip olacaktı. kuzeyinizdeki ırkların kadınları çok çirkin, sizinkiler çok müthiş olduğu için mi dünyanın en yüksek "iki ulus arası evlilik oranı" türk erkek-rus kadın çiftleri olarak birleşmiş milletler'ce tescil edildi? 2014'te 200 bin civarında çiftten bahsediyoruz. resmi nikah! dikkat! uğur mumcu rahmetli'nin oğluyla evlenip medyatik figür olan, kürtçülüğe göz kırpıp "entellektüel" payesi alan temelbozan'la eleştirimi lütfen aynı kefeye koymayın. sözümün arkasındayım. devam? mehmet haşim
28-01-2015 18:25 (22)
Eleştiri, halkın edilgen ve bulgur tüketen bir kalabalık olmaya mahkum/mecbur edilmesinedir. Bu kalabalıktan her çeşit "tüketici, nefer, ölümüne fedai, ölmeye geldik, intihar bombacısı, dinim, dinimi yaşamak istiyorum, öl de ölelim, vs." çıkar da, "merhamet, dayanışma, vicdan, sanat, üretim, vs." çıkamaz bir türlü. Bir metafor olarak bulgur, baskı ve zora boyun eğmeye hazır olmayı, direnmemeyi, hatta buna gönüllü olmayı yani kasabın bıçağını yalamayı resmeder ki, işte şuracıkta bunun haricinde olan bir kaç kişi didişmekteyiz. Yoksa özünde tüm canlıları severiz elbet ve dahi bulgur pilavını da. Kuru-pilav
28-01-2015 18:25 (23)
Mehmet Haşim bey, bakış açınız ufuk açıcı. Teşekkür ediyorum. Mustapha Hadji
28-01-2015 18:26 (24)
Öjeninin hayvanlarda ve bitkilerde kullanımı insanın yararınadır. İnsanda öjeni kardeşinin geni bozuk diye ürememesini istemek, cinsel perhiz, hatta kastrasyondur. (Ödip değil) Hayvanlar telef ölür insanlar ölür. O yüzden öjeninin insana uygulanması etik değildir. Bilim etiksiz olmaz sevgili mehmet haşim. Slowly we rot
28-01-2015 20:18 (25)
bilim etiksiz olur mu? kurulu bile var yavaşça çürümekte olan 24. büyük kürdofil karadenizli (ve fakat izmir menşeli gözüken) sezen aksu'nun da "işte biz o gün tükeneceğiz" diye şarkısı vardı. ama kurulların hepsi ayrıca bir endüstrinin işine de yararlar. hatta kendileri bile başlı başına endüstridir. o yüzden doktor fırenkinsitığn'ı analım. marty feldman'ın gözlerini ve günde 6 paket kısa kemıl içişini de... öjeni insana uygulanıyor. siz isteseniz de, istemeseniz de... teorideki kadar katı uygulanmıyor. ama insan dişisi sperm bankasına gidebilmekte artık. kıbrıs'a bakın. merak etmeyin. neo'lar çok yakında piyasaya düşer. Mehmet Haşim
28-01-2015 20:19 (26)
24 numaradan slowly we rot diye bitiren yorumcuya sormak istiyorum. "Öjeninin hayvanlarda ve bitkilerde kullanımı insanın yararınadır." demiş. bu durumda kainatı yeryüzündeki halifesi kıldığı insanoğlu için mi yarattı Allah cellecelaluhu? ben öyle olduğuna tam iman ediyorum. ama siz bir solcu olarak buna ne dersiniz? yani doğayı çıkarımız için sınırsızca eğip bükmeye hakkımız var mı? insan eşref-i mahlukat olduğu için mi öjeni ona uygulanmamalı? peygamber efendimiz s.a.v. zamanında cüzzamlılardan uzak durulması çok sıkı tembihlenmişti. bunda bir uyumsuzluk sadece ben mi görüyorum? musa ve hızır meselinde (Kuran-ı Kerim'de geçer; bozulmuş olduğuna iman ettiğimiz Tevrat'ta da vardır) Hızır aleyhisselam çocuğu öldürür. çünkü onun kötü bir insan olup zulmedeceğini Allahüteala ona göstermiştir. bu da acaba öjeninin bir nevii olabilir mi? merakımı mazur görün. solun bu konudaki kanaati sadece "hümanizma"dan mı gelir? hürmetle efendim. hasan bayram
28-01-2015 20:19 (27)
Mustapha Hadji iyi topçuydu ha. Bir Dünya Kupasında güzel oynamıştı onun dışında bir numarasını göremedik ama. zlatko zahovic
28-01-2015 22:30 (28)
Sn. Bayram, diğer enfeksiyon hastalıklarının tam tersine, cüzzam bulaşması zor bir hastalıktır, yakın temasta bulunma, bulaşma riskini zannedildiği kadar arttırmaz. Ancak deformite yarattığı için insanlar korkudan yanaşmazlardı cüzzamlılara. Rahmetli Türkan Saylan hocayı hatırlayınız lütfen, kendisi yıllarca bu hastaların tedavileri ile meşgul olmuş ve temas etmişti ancak kendisine bulaşmadı. İnsanın yaratılmışların en şereflisi olduğuna dair on tane. örnek verebilir misiniz bir de. Ayrıca şu bireysel "iman" mevzuu da çok tartışılır bir husustur diye düşünüyorum. Ne dersiniz? MH
28-01-2015 22:31 (29)
Soru yanıtını taşıyor.." bu durumda kainatı yeryüzündeki halifesi kıldığı insanoğlu için mi yarattı Allah... yani doğayı çıkarımız için sınırsızca eğip bükmeye hakkımız var mı?" ---Evet var! Eğer dünya insan için yaratıldı ise tam da bu nedenle insan çoğaldıkça çoğalmalı... Denizleri, ırmakları.. havayı kirletebilir; Allah gerekirse temizleyecektir! ---Örneğin Brezilya'da sokak çocukları paramiliterler tarafından öldürülürdü ki.. Dinen doğru olduğu görülüyor; bu çocuklar büyüdüklerinde cevval birer mafya elemenları oluyorlar.. Bu uzak görüşlülük elbette bu din'in derinliğinden gelir. ----İnsan eşref-i mahlukattır; tam da bu nedenle köleci toplumun vahşi erkeği kendini muhafaza etmeli; böylece şereflidir o; IŞİD'çi şerefliler gibi. Kadın-cariye tahakkümü diye bir şey yoktur; kendini geliştirmesine de gerek yoktur.. Eşref'i bozulabilir bu durumda... gürsel
28-01-2015 22:31 (30)
Ülkemizin pek çok yerin yöresel yemeği olarak meşhur mantı, bir karbohidrat-hamur tüketme yoludur. Sadece bir çorba kaşığı -bir avuç bile değil- kıymadan bir tepsi dolusu yapılan mantı, üzerine kızgın yağ dökülerek lezzetlendirilir ve yoğurtlu suyuna bir de ekmek banarak yenir. Anadolu'nun çoğu tatlısı da böyledir; hamuru kızart, üstüne kaynar şerbet dök, çok az ceviz serp! Et için bir yıl bekleyen bir kültür böyle doğmuştur işte. Hepimiz bu yoksunluklardan payımızı aldık. Ancak şimdi bu yoksunluklar kutsanıyor ve böyle devam etmesi dayatılıyor, fakirlik yaygınlaştırılarak. Sonuçta buradan zeka çıkmaz ama kurnazlık bolca çıkar/çıkmıştır. Zekasızlık o kadar toplumsal ve yaygındır ki; yiyeceğimiz iki yumurtayı bile kolestrol yapar diye yemez oluyor, yumurtacılar zarar etmesin diye, askere fazla fazla yumurta yediriyoruz. Bir zamanların mercimek manyaklığını hatırlayın, etten daha faydalı diye dayadılar bir topluma mercimeği. MH
28-01-2015 22:32 (31)
Eşref-i mahlukat önemli bir mevzuu. Evrimin reddidir bu; artık biliyoruz; elle tutulur bir gerçektir evrim. "Nasıl olduğuna" ait kimi teknik-farklı açıklamalar olsa da önemsiz bu.Ve evrimi reddedenler bilim yapamazlar! Bilimin derinine inemezler.Hep taklitçi, hep ithalci, hep zavallı; hep aşağılanan topluluklar olacaklardır. Ve eşref-i mahlukat en büyük din yalanlarından biridir; binlerce yıl köleciliği savun, ve köleleri-cariyeleri al-sat; sonra da o kölelerin eşref-i mahlukat olduğunu söyle.Bu çelişkiye ait daha yüzlerce örnek bulunabilir... 26 no'lu yorumcu arkadaş.Gerçeği arıyorsan burası işe yarayabilir; kendini doğrulaman burada mümkün değil.İşin çok zor.Kolay gelsin...gürsel
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210933
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.