Marksist felsefeci Selahattin Hilav ışıklar içinde yatsın; 40 yıl öncesinin ve şimdilerin Hilmi Yavuz türü dansözlerine karşı Tanpınar'ın “sol tarafta” görülmesi gerektiğini o vurgulamıştı. Ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. İşte o Ahmet Hamdi Tanpınar, modern Türk şiirinin kapısını açan iki Osmanlı’ya, hiç cumhuriyetçi olamamış iki öncü şaire dair notlarında, büyük bir tanım vermişti. Yaşıtı Nâzım’ı anmasını beklemiyorduk tabii ve Tanpınar, “Antalyalı Genç Kıza Mektup”ta şöyle yazıyordu:
“Şiirde ve fikirde ilk ve galiba yüzünü gördüğüm son hocam Yahya Kemal oldu. Haşim’i daha evvel okumuş ve sevmiştim. Bu iki şair bana kendilerinden evvelkileri unutturdular.”
Tanpınar, galiba farkında olmadan müthiş bir tanım veriyordu. Gerçekten de, büyük ve yol açıcı şair ya da şiir, deha da denebilir, herhalde başka türlü tanımlanamaz. Sadece “kendisinden evvelkileri unutturabilen“ şair, büyüktür. Bu tanım çemberinin içinden bakınca da, modern şiirimizde, hadi isteyen “cumhuriyet dönemi şiiri” desin, bu enerjiyi iki genç şair veya şiirde görebiliyoruz. 30 yıllık arayla: Biraz 1920’ler, ama özellikle 1930’lardaki Nâzım Hikmet ve 1960’lardaki, 12 Mart 1971 çerçevesinde sesi kesiliveren, yani kendi sesinden ürken, İsmet Özel.
İki genç devrimciydiler ve devrimcilikleri, şiirlerinin asıl enerji deposuydu. Bu vurgu, yani “şiirlerinin devrimciliklerinin bir türevi olduğu” iddiamız, şimdilik kenarda dursun. İleride bir ara yine döneriz.
Tezimiz, şimdilik şu: Bu iki sosyalist ve/veya komünist şair, sadece kendilerinden önceki şiiri unutturmakla kalmamış, ışıklarını ya da gölgelerini, yaşıtlarının ve kendilerinden sonraki şairlerin ve şiirin üzerine boca etmişti. İkisi de masumdu ve elbette böyle bir iddia taşımıyorlardı, ama temsil ettikleri enerji, ikisini de, eşine sık rastlanmayan birer yıkıcı ve kurucu olarak şiirimize konuk etti. Cumhuriyet şiirimizin iki büyük volkanıydılar ve ne yazık ki genci (Özel), yaşlı olandan (Nâzım) çok daha soluksuz çıkmıştır. Komünist şair, hâlâ bir numaradır.
Gerçekten de biz, bu dünyadan komünist bir iddiayla ayrılmış Nâzım’ı, 1970’ten itibaren herhangi bir şiirsel ve düşünsel önem arz etmeyen İsmet Özel’e karşılaştıramayız. İsmet Özel, en azından bu satırların yazarına göre, 42 yıllık bir cesettir. Ama müthiş bir damgası da yok değildir. Söylediğimiz, içindeki devrimciyle birlikte her şeyi, tüm yaşam enerjisini de boğmuş olduğudur. Ömür, böyle sürprizlerle dolu işte.
Yinelemiş olacağız, fakat herkesin hakkını vermek zorundayız: “42 yıldır yaşamıyor” dediğimiz eski devrimci İsmet Özel, 10 yıl gibi kısa bir sürede daha önce sadece Nâzım’a nasip olmuş bir büyük şiir kurabildi. Sadece Nâzım’a yenildi. Gerçekten de Nâzım, gerek öncesini gerekse sonrasını, hele hele yaşıtlarını, parlaklığıyla diri diri gömer, kendisinden sonra “aşkın şiir” yazmayı olanaksızlaştırırken, benzer bir rüzgara, ondan daha zayıf olmak üzere, İsmet Özel’de tanık olduk.
Bir daha da benzerini yaşamadık.
Memet Fuat’ın keşfi küçük İskender, şimdilik şiirimizdeki son “görece büyük” sıçramadır, ancak onu da Nâzım ve İsmet Özel ile karşılaştıramayız. Onların etkisinden çok uzaktır.
Burada asıl mesele şu: Türkçe şiire veya Türk şiirine, artık kendisinden öncekileri unutturabilecek bir enerji, yeni bir şiir/şair doğabilir mi? Türkçe edebiyat, bir iklimi kırıp onun yerine yeni bir iklim ilan edebilecek şiddette şiire ve şaire acaba hazır mı?
Vasatisi yüksek ve gerçekten iyi şairler içeriyor Türkçe edebiyat. Fakat, bundan sonra hiçbir Türkçeli şairin, kendisinden öncekileri unutturacak ve sonrakileri de parlaklığıyla boğacak bir güç halinde bu edebiyata gireceğini söyleyemeyiz.
Bu, müstakbel şairlerin gücünden veya güçsüzlüğünden çok, bir başka imkansızlığın belirginleşmesinden, bildiğimiz edebiyatın artık yolun sonuna gelmiş olmasındandır. Genelde edebiyatın büyük bir dönüşüm yaşaması gerektiğini, hatta tanınmaz haller alacağını söylemek istiyoruz. Edebiyatı, şiiri, romanı vs. yeniden tanımlamak belki de “antika” saymak gerekebilir. Eski olanı, geçmişin manileri, koşmaları konumunda görmek zorunda kalabiliriz. Ancak...
Ancak ortada hiç öyle üzülecek bir sahne de yoktur.
Bugün artık bu düzlemde asıl gericilik, “Hayır, bu edebiyatla her şey mümkündür” diyerek mevcut edebiyatı korumaya alma çabalarından geçiyor. Bu iklimden hiçbir ilerici “şey” çıkmayacağını görmek zorundayız.
Sanat pratikleri, örneğin edebiyat, kırılıp dökülecek ve başka, bambaşka bir şey olacak. Ama biz bunu bugünden tanımlamakta büyük güçlük çekiyoruz.
Osman Çutsay