Soma ve ben
İlk görev yaptığım yer
olarak Soma yaşamımda önemlidir.
Kasım 2014 de " Ölüm Vardiyası" adlı bir kitap geçti elime.
Tilki Kitap Yayınları arasında çıkan bu kitapta 37 yazarın Soma üzerine öyküsü bir araya
getirilmiş. Kitap basıldığında İLO' nun 176 numaralı " Madenlerde
Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’ henüz imzalanmamıştı.
Bir hafta önce imzalandığını TV’den öğrendik, tabii ne kadar güvenilir
olduğunu bilemiyoruz.
***
Soma, benim ilk tayin olduğum yerdir.
Ankara Ü. Tıp Fakültesi’ni 1971 Temmuz ayında bitirdim. Üniversitede uzman cerrah olmak için sınavlara girmiştim. Sonuçların ilanı üç ay kadar gecikince, akademik kuruldaki arkadaşım beni uyardı. “İstenmiyorsun, seni almayacaklar, vazgeç,” dedi.
Kendime iş aramaya karar
verdim. Herhangi bir hastanede hemen işe başlamak istiyordum. Böylece hata
payım azalacaktı. Çevremde danışabileceğim doktorlar olmalıydı. Üniversitede
istenmeyen adam olan ben, Sağlık Bakanlığı'na bir destekle gitmeliydim. Genel müdürlük
ve bakanlık müsteşarlığı yapmış olan baba dostu Rahmi Bey amca ile bakanlık
tayin şubesine gittik. Karadenizli olduğunu sandığım genel müdür yardımcısı, nereyi
istediğimi sordu. Her yer olabilirdi. Sivas'ta bir arkadaşım olduğundan, Sivas
olabilir, dedim. Vesikalık fotoğrafımda
bıyığım iri göründüğünden, birden “ Sivas olmaz, siz solcular orada
toplanacaksınız değil mi?” diye beni tersledikten sonra, “Seni batıya, Soma'ya
göndereceğim,” dedi. Rahmi Bey amca ile bakıştık ve bana Soma'nın nerede
olduğunu anlattı.
Benim için sorun
değildi, hemen kabul ettim. Tayin işlemine başlar başlamaz kalınca bıyıklı
fotoğrafımı yüzüme fırlatarak, “Bana bıyıksız bir fotoğrafını getir, hemen
tayinini yapayım” dedi. Yere düşen zarftaki vesikalık fotoğrafları Rahmi Bey
amca ile toplarken, içinde bulunduğumuz hali ve susma zorunluğumuzu hiç
unutmadım. O tarihte fotoğrafçılıkta henüz şip şak işi pek yoktu. Hiç vakit
yitirmeden bıyığımı kesip fotoğraf çektirerek hemen alıp getirmeliydim. Doğruca
fotoğrafçıma gittim. Derdimi anlattım. Bıyıklarımı beyaz bir boya ile kapatarak
tab ettiği fotoğrafımı bana uzattı. Üst dudağımın üzerinde beyaz bıyık varmış
gibi bir fotoğraf sayesinde tayinim Soma'ya çıktı. Elimde tayin yazım,
devlet terbiyesini
öğrenmiş olarak eve döndüm. Evde harita üzerinde Soma'yı çalıştık ve nasıl
gidileceğini öğrendim.
***
Trenden Soma istasyonunda indim. Eşyam azdı. Hastanenin yerini öğrendiktan sonra, o civarda bir otele yerleştim. Sonra çıkıp bir kahvede çay içtim. Tren istasyonundan dosdoğru yukarı yüründüğünde Soma’nın merkezine varılıyordu. Sol taraftaki termik santralinin yoğun duman saçan bacaları ile insan ve araç hareketliliği hemen dikkati çekiyordu. İş ve çalışma görüntüsü idi bu. İşçi sınıfı herhalde burada olmalı, diye mırıldandım. Böyle bir merkeze gönderildiğim için kendimi şanslı saymalıydım.
Soma'da yaptığım kısa
bir turdan sonra tayin yazımla birlikte SSK’ nın 50 yataklı Soma Hastanesi’ne
doğru yola çıktım. Hastanenin önü kalabalıktı. Anlayamadığım bir hareketlilik idi
bu. Önce seyrettim, oradaki polislere yeni tayin olarak gelen doktor olduğumu
söyledim. Beni yavaşça içeri aldılar. Başhekim ile tanıştırıldım. Kalabalık ve
hareketlilik vardı. Hastane koridorunda yerde battaniyeler üzerinde yatan insanların
bir çoğu yanık içindeydi. Doktor, ebe, hemşire ve personel yanıklara pomat
sürüyor, sarıyor, tetanos aşısı ve ağrı iğnesi yapıyordu. İşleri yoğundu.
Başhekim bana maden ocağında
yangın ve çökme olduğunu, yaralıların geceden bu yana taşındığını; hastaların taburcu
edilerek yalnızca yaralı işçilerin kabul edildiğini, koridordaki yanıklı
hastaların, gelenlerin en hafif grubu olduğunu, bunların yanında durumu ağır
olanların hiç de az olmadığını anlattı. Bir yandan hastane yönetiminin
dikkatli çabası sürerken, Soma kaymakamı ile emniyet müdürü geldi. Polisler
geldi.
Kazaya uğrayan işçilerin yakını ile arkadaşları ve sendikacılar megafonda, işçilere
yeterince bakılmadığı, yaralıların ölüme terk edildiğini söyleyerek içeriye
girip onları görmek istediklerini söyleyerek gürültü çıkarmaya çalışıyordu.
Megafondaki ses bir ara. Sendikalarının başkanı Çakırefe'nin geldiğini, doktorlara
hadlerini bildireceğini, söyleyip grubu kışkırtıyordu. İçeride de kaymakam, dışarıda
olan bitenler karşısında acaba başhekimle doktorlara silah dağıtsak mı, diye
çevresiyle konuşuyordu. Arada emniyet müdürü de katılıyordu söze. Ben de onların
yanında idim ve sürüp giden saçmalığı kavramıştım. İşçiler yakınlarını görmek,
onların ihtiyaçlarını öğrenmek istiyordu. Hastane personeli de yaralılara yardım
etmek için içeriye kimsenin girmesini istemiyordu.
Kapı kilitli idi. İşçilerin
kilidi kırıp içeri girmeleri hiç de zor değildi.
Başhekimden yakınlık gördüğüm için ona yanaşıp bu konudaki önerimi anlattım. “Aile
temsilcisi beş kişiyi önce içeri alalım, durumu anlatalım, onlar da gördükleriyle
dışarıyı ikna eder ve ikili sıra ile tek istikamette herkes içeri girer ve sonra
dışarı çıkarak dağılır” dedim. “Böylelikle yaratılan karmaşa da sona erecektir.”
Bu önerim yerinde görüldü ve verilen görevi üstlendim. Hemen kapıda duran nöbetçi ile dışarıda sakin olarak gördüğümüz beş kişiyi içeri davet ettim. Yaralıları gezdirdim, sükûnet ve temizliğin önemini anlattım. Heyecanla dışarı çıktıklarında, içerdeki hummalı yaşamı coşkuyla arkadaşlarına anlattılar. Biraz sonra hastane önündekiler ikili sıra halinde kapı önüne dizildi. Beş kişinin direktifi ile alt kat ve üst kat sessizce, duygulu şekilde ziyaret edildi. Kapıdan çıkarken yaralılara şifa, doktorlara güç diliyorlardı. Toplam yarım saatte sessizlik sağlandı. Sonra herkes evine çekildi. Sendika başkanı Çakırefe ve megafoncu içeri bile girmedi. Kaymakam ve emniyet müdürü sonradan hastaneyi terk etti.
Sade ve gerçekçi bu önerimle
hem içerdeki hem dışarıdakilerin sempati ve güvenini kazanmıştım. Başhekim
odasında otururken birçok dost edindim. Bu arada evrakımı verip işe başlamıştım
bile.
***
Soma SSK Hastanesinde,
1971 yılının kasım ayında işe başladım.
Otel ile aylık olarak anlaşmıştım. Üçüncü katta üç adet tek yataklı oda vardı. Birisi
bana aitti. Kapılarımız koridora açılıyordu. Koridorda bir soba duruyordu. Kış
günleri oda kapımız açık tutulmalıydı. Penceremiz Soma açık hava sinemasına bakıyordu.
Geceleri sinema seyretmek kolaydı. Sorun, bir filmin sadece üç gece oynuyor olmasıydı.
***
Madencilerden zamanla birer ikişer taburcu olanların yanı sıra, durumu kritik olup kaybedilenler de oldu. İLO 176’ yı bekleyişleri sürüyordu.
Madencilerle, onların
ortamında görüşülmeli fikri beni heyecanlandırmaya başlamıştı.
Hastanede odamda poliklinik yapıyordum. Karadenizli, yaşlı ve dünya tatlısı
bir erkek sekreterim vardı. Bana yardımcı oluyordu. O kadar ki, bir olumsuzluk
çıktığında başım ağrımasın diye hemen gelip bana bildiriyordu. Sonra emekli
oldu, gidip Trabzon’da bahçıvanlığa başladı. Ardından gelen bir hemşire
arkadaşın varlığı da işimi epeyi hafifletmişti.
Pratisyen, uzman, başhekim ve eczacı arkadaşların hemen hepsi yaşamımın tamamlayıcısı
idiler. Onları sevgiyle anıyorum.
***
Hafta sonları eczacı
arkadaşlar ve İzmir'e dönen reprezantlarla ya da trenle yaptığımız İzmir gezisi
doğrusu bana soluk aldırıyordu. Bazen İzmir'de amcamlara uğruyor, bazen de
askerliğini İzmir- Hatay’da bir askeri hastanede yapan Ergin Ağabeyin yanına
giderek farklı bir çevre gözlemiyle içim rahatlıyordu. Birkaç ayda bir
Ankara'ya da kısa geziler yapıyordum.
***
Hastane ve otel gidiş gelişlerine,
hastanede nöbet tutma da eklenmişti. Nöbet odamız geniş ve güzeldi, ayrıca
banyo yapmam da rahatlatıyordu beni. Daha çok nöbet tutmam diğer doktorlarca da
isteniyordu. Nöbetler ayrıca daha çok hasta görmemi ve gelişmemi de sağlıyordu.
Ayrıca nöbetlerde hastane çalışanlarını daha yakından tanıma olanağını
buluyordum.
İşte böyle bir nöbette hastanenin ambulans şoförü Adem'i de tanımıştım.
Görevini ikiletmeden yapan bu adamın imam olması da ayrıca ilgimi çekiyordu. Güler
yüzlü ve herkes tarafından sevgiyle konuşulan bu adamı çok seveceğimi,
zamanla yakın dostum olacağını doğrusu başta hiç düşünmemiştim. Ona ilk
sorum, imamlığının gerçek olup olmadığı şeklinde idi.
İmamdı, ancak din
adamlarının bir çoğunda gördüğümüz iki yüzlülük (takiyye ) ve bencillik onu,
hayırsever başka bir işte çalışması gerektiği duygusuna inandırmış ve bu yüzden
ambulans şoförlüğünü seçmişti.
Yardım etme duygusu Adem'i yönetiyordu adeta. Adem Abim oldu. Zaten herkesin
Adem Abisi idi. Hastanede kırık, üzüntülü gördüğü bayan personeli, hemşireleri
eşi ile tanıştırır, evine davet ederdi. Aile içi dostluk yapısı Adem ve eşini
ayrıca önemli kılıyordu. Zamanla ben de Adem'in evine gidip gelen, o evde
yemek yiyebilen, yaz aylarında ek iş olarak tütün ekiminde ve toplanmasında çalışan
Adem'in çevresinde olanlardan biri haline geldim. Çocukları arkadaşım oldu.
Küçük kız Ayşe, tütün tarlasında uyurken saçları tütün balyası üzerinde birbirine öylesine
yapışmıştı ki, bunu makasla üç numara kesmek bana düşmüştü. Tütün toplamada
eldiven şarttı. Çünkü kara, yapışkan ve tutkal gibi bir sıvı hemen elinize yapışıyordu.
Adem, tüfeği ile avcılık
için beni dağlarda da gezdirmişti. Artık çok yakınımdı. O da beni sevmişti.
Özellikle ilk günümdeki maden işçilerine yardımım, o günden beri ilgisini
çekmişti.
Maden işçileri sendikacıları ile çığırtkanlarına duyduğum kızgınlığı da
paylaştım onunla. Bu konuda beni destekledi. O da destekledi. Konuşmalarımızda
sık sık yurt dışı yayın yapan Bizim Radyo’ yu dinlediğini, söylemlerini
beğendiğini söylemişti. Bana da bir gün dinletmişti. Çevremde ne kadar büyük
güç olduğunu böylece hissetmiştim.
Adem koşuyor, ben
çalışıyor, dostluğumuz pekişiyordu. Soma' da güvenilen kişileri öğrenmek
istiyordum. Bunu Adem'e açtım. O da beni, şekerci Zühtü Ağabey ve gömlekçi
Bayram Ağabeyle tanıştırdı.
Çevrem genişliyor, dostlarım çoğalıyordu. Bu mutlulukla otelde, gece
penceremden yine açık hava sineması izlerken düşen bir ateş parçası ile
yorganımda avuç içi kadar bir yanık deliğim oluşmuştu.
Ankara'dan getirdiğim kitapları tekrar hızlıca okumaya karar verdim. Her kitap
bana örgütlenmenin önemini gösteriyordu. Özellikle Dr. Hikmet Kıvılcımlı
örgütlenmeyi parti olarak anlatıyordu. İzmir'de Ergin ağabeye duygularımı
anlattım. O tarihlerde toplumda var olan sinerjiyi görmek, hissetmek olanaklı
diye düşünüyordum. Ne eksikti acaba?
Birçok kişi ile bu bilinç ve duygu uyumunu konuşuyordum. Ta ki o dönemde
illegal yayın olan Şafak dergisinin bir sayısında, adım açık
açık yazılarak " Dr.Mehmet Altınok Soma'da devrimci çalışmalarını sürdürüyor"
haberini okuyana dek. Çok kızmıştım. Öğrenme durumundan yönetme durumuna geçirmişti
beni. Doğru değildi bu.
O sıralarda madende işçi
olarak çalışan Şinasi ile tanıştım. Hastane nöbetlerime gelir- gider olmaya
başlamıştı. İzmir'den Ergin Ağabey de Soma'ya gelip gitmeye başlamıştı.
Şinasi bekârdı ve bekâr gecekondu evinde beni çay içmeye davet etti. Adem’le
gittik. Madende işçiler arası huzursuzluğun varlığını konuştuk. Sendikacılardan
rahatsız
olanlar çoğalıyordu. Ben de ilk günkü rahatsızlığımı anlatarak ne
yapılabileceğini düşünmelerini istedim. Akla ilk geliveren sendikacıları
değiştirmekti tabii. Ancak
bu nasıl olabilirdi? Adem'e baktım, “deneyelim” dedi. Şinasi hazırdı. Zühtü
Ağabey ve Bayram Ağabey, “Doğru ama önce gücü artırmak gerekir” dediler.”
Madende ne düşünülüyor, bilmiyoruz” dediler.
Ben, öğrenciliğimde
sağlık işkolu sendikası kurulması için çalışmıştım.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Hür Per Sen'i kurmuştuk
Orhan ile. Hacettepe’de de sağlık işkolunda bir sendika kurulmuştu. Benim ve
Orhan'ın bütün öğrencilik dönemimiz bu iki sendikanın birleştirilmesi için çalışmakla
geçmişti. Zaman zaman her iki üniversitedeki olumsuzluklara karşı eylemimiz
sürmekte idi.
Karşı örgütlenme
olanaklı ise yapalım, dedik Soma'da. Adem bir dakika, dedi. İmam- dinci kesim
ile ilişkilerim var onların ne düşündüğünü bilelim, dedi. Eski grubu ile
görüştü.
Onlardan gelen cevap, sendikacıların değişmesi yönünde idi. Coştuk.
Destek halkası giderek büyüyordu. Çakırefe’ye başkaldıran biri daha çıktı ortaya.
O da grup kurmaya uğraşıyor ve
çevrede adı çokça geçiyordu. Şinasi görüşme istedi, Adem olur, dedi. Zühtü Ağabey
ve Bayram Ağabey temkinli davranın, dediler. Karar verdik, onunla görüşeceğiz.
Şinasi randevu verdi. Evinde ve hastanede olmazdı. Bir kahvede buluştuk.
Çakırefe’nin aleyhinde konuştu. Birlikte deviririz onu teminatını verdi, gücünü
anlatmaya çalıştı. Hadi, dedik.
Seçim günü ben Adem'in
evinde idim. Konuşmalar oldu. Bizim takım Çakırefe’yi topa tutmuştu.
Keyiflendim. Adem de öyle. Eşinin gözlerinin içi pırıl pırıldı. Akşama
doğru Adem eve sinirli geldi. Hırçındı. Bir ufak rakı getirmişti. Küçük bir çilingir
sofrası hazırladı. İçmeye başladık. Ben merakla bekliyorum başımıza gelenleri.
Seçimler ertesi gündü. Muhalefet olarak sonradan bize gelen adam satmıştı bizi.
Ekibi ile Çakırefe listesine geçmişti. Bizim için önemli bir bozgundu bu. Ben
çok şaşkındım. Adem'in yüzü çökmüş gibi duruyordu. İş yapmak ve kaybetmekten
çok satılmışlığa kızgınlığı idi bu. Birer daha içtik, olmadı. Otele döndüm.
Ertesi gün seçimlerde
tabii ki Çakırefe kahramanca seçildi. Ekibi ile eğlenmeye gitti İzmir'e. Soma
ve biz hüzünlü kaldık. Yılların Zühtü ve Bayram Ağabeyleri haklı çıkmıştı. İlk
iş onlara gittim. Sakin olun, dediler. Zamanı öğütlediler. Adem de geldi, yüzü
düzelmişti, yine eski Adem'di. İş, çalışma devam etti. Fırtına sonu sessizlik
vardı. Aranıyordum.
Şinasi'deki olumsuzluk çoktu. İzin aldı. Memleketine döndü. Oradan bir daha
geri gelmedi. Aradan aylar geçti. Yaz geldi.
Temmuz ayında kardeşim evlendi. Düğün için İstanbul'a gittim. Fazla kalmadan Soma'ya
döndüm.
Ankara'da sıkıyönetim azmıştı. İzlemeye çalışıyordum.
Ağustos ayının ilk günü işe gelmiştim. Öğleye doğru başhekimlikten çağrıldım.
İçeri girdiğimde iki kişi oturuyordu. Gelin, dediler. Bir iskemleye iliştim.
Kimliklerini gösterdiler. Polis olduklarını öğrendim. Hakkınızda tutuklama
kararı var, dediler. Neden? dedim. Biz yalnızca sizi götürmeye geldik, dediler.
Tamam, dedim, birlikte çıktık.
Kapıdan polislerle
birlikte sakin olarak çıkınca birden durakladık. Çünkü, hastanenin bahçesi dışında
silahlı jandarmalar ayağa kalkmış toplanıyordu. Meğer teslim olmadan önce
bir çatışma çıkarabileceğime göre vaziyet almışlar…
Oteldeki odamda da arama yaptılar. Kitaplarımı toplayıp götürdüler. Beni bir
arabaya bindirip önce Manisa emniyetine, oradan da İzmir sıkıyönetimine teslim
ettiler. Sıkıntılar ve Ankara sıkıyönetimi sonrası Mamak Cezaevi bir numaralı
koğuşta arkadaşım Raif'in ranzasının üst kısmında buldum kendimi.
İkinci duruşmada tahliye
oldum. Soma hep aklımda. SSK’den tazminat alacağım vardı. Saçlarım traşlı Soma'ya
döndüm. Ben geldim demek istiyorum ama nasıl? Müstafi yapıldığım için işsizim. Kimi
nasıl görmeliyim? Adem'in kızı hastanede işe başlamıştı. Önce ona gittim. Tazminat
işimi hallettik. Evde buluşalım dedi, ayrıldık.
Adem'in evine gittim.
Eşi bekliyordu beni. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Adem ölmüştü. Kızı bana
söyleyememişti.
Durdum, birden kapanarak hıçkırığa ortak oldum. Bilemediğim bir zaman geçti.
Susuştuk. Bakıştık.
Olayı anlattılar. Adem arabası ile giderken hemzemin geçitte tam ortada durmuş.
Tren de onu en az elli metre sürüklemiş. Adem'i tanınmaz halde çıkarmışlar
arabadan.
Zühtü Ağabeyle Bayram Ağabey, Adem'in arabasının önünde ve arkasında birer
araba olduğunu, sıkıştırıldığına inandıklarını söylediler. Ayrıldım oradan ve
Soma'dan.
Soma SSK hastanesinde tutuklanan doktor hikâyesi abartıları ile devam ediyor hâlâ.
Adem artık yok. Eşi, iki
kızı Gülizar ve Ayşe, oğlu Mehmet benim dostlarım olarak hep var oldular.
Şekerci Zühtü Ağabeyi de kaybettik eceliyle. Gömlekçi Bayram işi bırakarak kızının yanına İzmir’e göçtü.
Ben de bir ay işsiz
bekledim, derken Sağlık Bakanlığı sınavı sonuçlandı, Ankara Hastanesinde
cerrahi asistanlığına başladım.
Dikili'de yazlığıma
giderken zaman zaman Soma'ya uğruyorum. Adem'in oturduğu evi Somalılar
aralarında para toplayarak satın alıp Adem'in eşine vermiş. Çocuklarına iş
bulunmuş ve hayatlarının sürdürülmesine
yardımcı olunmuş. Şimdi çocuklar büyüdü, torunlar ve yeni Adem'ler dönemi
başlıyor.
Buna inanıyorum, çünkü görüyorum.
Maden ocaklarında kimbilir daha kaç göçük- yangın oldu? Yuva köylüleri zeytin
ağaçlarına sahip çıkıyor. Yani hayatın gerçeği bütün
hızı ile yaşanmaya devam ediyor.
Adem büyük, Soma büyük! |
|
Dr. Mehmet Altınok
Ankara, Aralık 2014.