Vasat EDEBİYATI 101- Vasat endüstrisi
Ne zaman sıradan bir yazarı ya da bir piyasa kitabını övmek isteseler çok tanıdık cümleler sıralanır. Yazar, başka bir kitaptan alıp olduğu gibi kendi kitabına aktarmıştır, yani çalmıştır. Damda dolaşan, miyav diyen dört ayaklı hayvanın adı kedidir, bu işin adı da “intihal”dir, yani hırsızlık…
-Hayır o "metinlerarasılık" derler.
Vasat yazar, kitabında son derece bayağı bir dil kullanmıştır: bu durum ortaya konduğunda:
-Hayır, “dilin sınırlarını zorlayan bir deneysellik" derler.
Vasat yazar, aklına gelen herşeyi olduğu gibi yazmış ve yazdığı metni bir daha okumamıştır:
-Hayır bu "bilinç akışı tekniği" derler.
“Tarihe tanıklık eden roman” diye ortaya çıkarılan bir kitapta, tarihe tamamen aykırı koca koca mantık hataları bulunur:
-“Roman gerçeklikle uymak zorunda değildir” denir. “Tarihe tanıklık ettiğini, tarihin bir dönemini aydınlattığını” iddia eden de onlardır, “gerçekliğe uymak zorunda olmayanlar” da onlardır.
Sonuç olarak edebiyat “piyasası”nda, herşeyin bir kulpu vardır. Sürecin sonunda bu bayağılıkları görenler suçlu çıkarlar. “Moderniteye saplanmış eski sanat anlayışları”nı savunmakla itham edilirsiniz. “Modernötesi arayışlar”a ve “insan kavrayışının sınırlarını genişleten” sanatçılara engel olmakla suçlanırsınız.
Önünüzde bir “sanayi” vardır, hatta “ağır sanayi”: son ürünü “vasat edebiyatı” olan koca bir kültür endüstrisi… Yazarıyla, okuruyla, eleştirmeniyle, yayıneviyle, “best-seller”larıyla, ödülleriyle bu gördükleriniz, bu duyduğunuz sesler, holding gazetelerinin kültür köşelerinde ve kitap eklerinde okuduklarınız, kültür endüstrisinin makineleri, kayışları ve çarklarıdır.
Bugün bu kültür endüstrisinin aleti yazarlardan birisi, sayfalarında tek bir sözcük olmayan 500 sayfalık boş bir kitap çıkarsa “bu da nesi” diye garipseyenlere, kültür endüstrisinin CEO’ları “büyük eleştirmenler” şöyle diyebilirlerdi:
“Yazar roman sanatının temellerindeki anlamı kökünden sarsan bir arayış içinde”,
“Dilin sınırını zorlayarak bu sınırın ötesine geçen yaratıcı bir çalışma”,
“Modernitenin dayatığı güncel estetik değerleri ve çağrışımlarını kökünden reddederek yeni bir estetiğe yelken açan sanatçının cüretkar çığlığı”…
Hiçbir edebi donanımı olmayan liseli bir ergenin bile aklına gelebilecek bu türden bir iş, kültür endüstrisinin aletleri tarafından “yaratıcı sanat” diye pazarlanabilir, kültür endüstrisinin “eleştirmen” aletleri de bunu güzelleyebilir. Ne de olsa çark dişlileri birbirine uymalıdır, endüstrinin yazarı ile eleştirmeni aynı tornadan çıkmıştır.
Bu yazıyı yazarken “acaba abartılı bir örnek vererek yazının inandırıcılığını zedeliyor muyum?” diye düşünürken geçen yıl olan bir olayı öğrenince bunun hiç de fantastik bir örnek olmadığını anladım.
“Dahi” ressam Bedri Baykam, boş bir çerçeveyi 125 bin dolar (yüzyirmi beş bin dolar) fiyatla bir işadamına satmış.
http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/22971169.asp
Gazetelerin bu haberi verirken öne çıkardığı şey, Bedri Baykam’ın siyasal görüşü ile resmini alan işadamının ideolojik uyuşmazlığıydı. Olayın bu açıdan tutarlılığı beni hiç ilgilendirmiyor, bu nedenle bir kenara bırakıyorum. Beni ilgilendiren şey “büyük sanatsal olay”… “Büyük sanatsal olay”, boş bir çerçevedir.
Biraz önce yazdığım, “sayfaları boş kitap” için yazılabilecek o anlamsız cümleleri, bu durumu yermek için yazmıştım. Bu durumun resimde bir benzerini yapan B.Baykam ve boş çerçevesi için de benzer saçma cümleler kurabilirdim. Oysa benim espri olsun diye yazdığım anlamsız cümlelerin gerçekten ciddi ciddi yazıldığını hayretler içinde gördüm. Hasan Bülent Kahraman, “boş çerçeve sanatı” için tam da bu kıvamda, tam da aynı anlamsızlıkta tam da aynı “anlamlılık pozları” içinde “ağırmış gibi yapan” bir yazı yazmıştı.
http://www.bedribaykam.com/bb/hbk_yazi_090413.html
Ancak mizah amacıyla yazılabileceğini düşündüğüm bu yazıyı uzun uzun incelemeyeceğim. Sabrı olanlar için http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1342 bu linkteki yazıyla birlikte okunmasını öneriyorum.
Ancak Hasan Bülent Kahraman’ın bu yazısını okurken üç şeyi düşündüm.
İlki şu: mizah yapacak alanımız, her geçen gün daralıyor. Gerçek yaşamda olanlar, her geçen gün mizah alanımızdan yer çalıyor. Biz ne yaparsak yapalım, bu adamların ciddi ciddi yazdığı yazılardan daha komik olamıyoruz, olamayız.
İkincisi şu: “saçma” sözcüğünün bazı olayları-ifadeleri artık tek başına yeterince tanımlamadığını düşünüyorum. “Saçma” sözcüğü için pratik yaşam, dil yetimizin önüne geçmiş. Bazı olaylar-ifadeler için sadece “saçma” demek yetersiz kalıyor. “Saçma”nın derecelerini tanımlayan yeni sözcükler bulmalıyız-bulunmalı: “saçma”, “sapsaçma”, “çoksaçma”, “aşırısaçma”, “ensaçma”, “hepsaçma”, “tümsaçma”, “üstsaçma”, “ötesaçma”,”saçmaötesi”…
Üçüncüsü de Gramsci… Bu tür yazıları okurken onu anmadan olmuyor. Gramsci, yine Gramsci, yeniden Gramsci akla geliyor:
Ey saçma, bir tek sen ölümsüzsün!
Taylan Kara
taylankara111@gmail.com