Ali Rıza Üçer dostumuz geçen ay bir kampanya başlattı: TTB yöneticilerini istifaya çağırıyor. Gerekçe: Abdullah Öcalan'ın sağlık nedenleriyle tahliyesi için uluslar arası bir girişim mevcut. TTB yöneticileri bu girişimin parçası haline geldiklerini gösteren bazı işaretler vermişler.
Bizde, yani sol tarafta karar alma ve girişim başlatma süreci genelde şöyle gelişir: Bir veya birkaç kişi bir şeye karar verir. Programı, bildiriyi, sloganları belirler. Sonra "kitleye" haber verilir, gelin katılın, destekleyin, denir. Sosyalist partilerimizde, "demokratik" kitle örgütlerimizde "konsept" budur.
Herkes bu şekilde davranıyor, alışkanlık iyice oturmuş, artık eleştirmek de anlamsız... Tamam da, bir genel yasayı anımsatalım: Bir kampanyayı ne kadar az kişiyle karara bağlar ve ne kadar az tartışarak başlatırsanız, başarı şansınız da o kadar düşük olur. Bakınız: Son 30 yılın sosyalist pratiği.
Bunu sevgili Ali Rıza'ya anımsattığımda, zaten katılımınızı beklemiyordum, o yüzden sormadım gibi bir açıklamada bulundu. Kendi açısından haklı. Ama başlamadan sorsaydı ona üç çekincemizi söyler, tartışır, belki bazı noktalarda anlaşırdık, kim bilir imza bile atardık.
Üç çekinceden ilki, yine son otuz yıllık pratikte imza kampanyalarından gına geldiği. Varsa imza kampanyasının bir faydası, onun da bu enflasyonla çoktan ortadan kaldırıldığı.
İkinci çekince, bu kampanyanın zamanlaması, dayandığı taban ve ortamı. Bu biraz soyut bir tartışma konusu. En kolay orada ikna olabilirdik sanırım.
Üçüncüsü ve en önemlisi imza metinin siyasi dili. TTB'yi kendine vazife olmayan siyasi işlere sürekli biçimde kalkıştığı için istifaya çağırabiliriz. Bizim asıl derdimiz budur. Ama hiç değilse bunu isteyen dilekçenin metni başka bir taraftan keskin siyasetten uzak durmalı.
"Büyük siyaseti" siyasi partiler yapsın arkadaşlar. Demokratik kitle örgütleri kendi alanlarının siyasetini yapsınlar. Küçük küçük alan siyaseti yapsınlar. Aslında gerçek "büyük siyaset" budur. Bizdeyse büyük siyasetle herkes aşk ilişkisi yaşadığından "reel" siyasetimiz hep küçük kalıyor. Gezi direnişi bir kez daha gösterdi. Sokağa çıkın çağrısı için bu "büyük" kitle örgütlerine gerek yok, millet zaten kendiliğinden çıkıyor. Ama hadi grev yapalım denince kimse yanaşmıyor.
Çünkü o örgütler hergün büyük siyaset yaparak siyaseti küçük düşürmüşler. Tabanla sosyalist doğrultuda bağ kurmamışlar. Çıkar ortaklığı, herkes birbirinin kirine göz yumsun anlayışı ve sol sevicilik bağları üstünden borularını öttürmüşler. Bu örgütlerin bir teki bile devrimci değil, keşke demokrat olsalar, o daha iyiydi, demokrat da değiller. DİSK, KESK, TMMOB, TTB'yi kast ediyoruz. Saydığımız örgütlerde gerçekten samimi devrimci, inanmış sosyalist insanlar da bulunuyor, hem de çok sayıda. Peki bunca devrimci insanın örgütleri neden devrimcilik yapamıyor? İşin püf noktası işte tam da burada. Devrimci ve belki sosyalist olabilmelerinde ama demokrat olamamalarında. Kapatmışlar kendilerini eleştiriye, farklı yol yöntem önerilerine; aşık olmuşlar kendilerine, her şeyi en doğru bu şekilde kotardıklarını sanıyorlar. Siyaset taban katılımından, açıklıktan uzaklaştı mı, kararlar hep birkaç kişinin kafasından çıktı mı, gizli pazarlık masalarına hapsedildi mi, ne doğruluk kalıyor, ne başlangıçtaki iyi niyet, ne siyasi başarı. Bu yöntemlerle sağ başarıya ulaşabilir, ama sol çok zor. Hiçbirimizin aklı çok üstün değil, ortak aklı çalıştırmak gerek. Bunları söyleyenler düşman ilan ediliyor, sonra gelsin otoerotizm.
Başka deyişle TTB'ye tavır alan solcu dostlarımızın da büyük çoğunluğunun tarzı, dili aynı. Öyle görünüyor ki, onlar başa gelse, aynı anlayış sürecek, sadece bugünkü liberal söylem bırakılacak, ulusalcı söylem kullanılacak.
Ali Rıza da öyledir demiyorum. Tıbba, sağlığa sosyalist bakışı bizim açımızdan sağlam. Ama dil sanki bunu göstermiyor. Haberi olmayanlar için, destekleyecekler için söz konusu kampanyanın bağlantı yeri iştedir:
TTB bu çağrıyı hak ediyor mu, bizim tarafta işler ne kadar insani?
TTB'nin etkin çekirdeği Demokratik Katılım Grubu, İstanbul'da inşa edilirken 1987-90 arasında, en çok telaffuz edilen ilkelerin başında ne geliyordu biliyor musunuz? İlki, kararları en geniş katılımlı toplantılarla tartışa tartışa almak. İkincisi, tabanın seçtiği yöneticileri böyle toplantılar yoluyla geri çağırma hakkı. Ne kadar ateşli dile getirirdik, ne kadar "samimi" fikir birliğine varırdık o konuda. Şimdi o iki ilkeyi kaç kişi anımsıyor?
Sonuçta evet, TTB yöneticileri geri çağrılmayı hak ediyorlar, şu nedenlerle:
1) Açık, dürüst, insani iletişime dayanan yöneticilik yapmadıkları, siyasi şatolarda, gizli pazarlıklarla işleri bağladıkları için,
2) Devamlı surette büyük siyaset yaparak siyasetin itibarını düşürdükleri için,
3) Üye tabanının görüşlerine hiç saygı duymadıkları, eleştiri ve muhalefeti nobranca bastırdıkları için,
4) Koruyucu hekimlik anlamında halk için hiçbir ciddi girişim ve çalışmaya yanaşmadıkları için,
5) Tedavi edici hekimlik anlamında net ve açık biçimde kapitalist-ticari tıptan yana tutum sergiledikleri, gerçek bilimsel anlayışları engellemeye kalkıştıkları için,
6) Sağlık alanındaki büyük yolsuzlukların üstüne gitmedikleri için,
7) Sağlık alanında medyadaki büyük şarlatanlığın üstüne gitmedikleri için.......
Böyle kitleye böyle yönetim
Hiç zorlamadan böyle yedi önemli madde daha bulabiliriz. Her biri tek başına istifa çağrısı için yeterlidir.
Tabanın, seçtiği yöneticileri geri çağırma hakkından bahsettik ya. Bu hak, isteyen için her an kullanılabilir. Ali Rıza'nın girişimini biraz böyle yorumlarsak içimize az su serpilir. Ama gerçek pek öyle değil. Bu "yöneticileri geri çağırma iradesi gösterme" üç beş kişinin alacağı kararla ancak anımsatılabilir. Tabii o da bir şeydir, hiçbir şey yapmamaktansa. Ama hekim tabanının acaba yüzde birinin şu yukardaki yedi maddeyle bir derdi var mı? Yüzde 1? O durumda bulunsak şimdi bambaşka şeyleri tartışıyor olacaktık, çok ileri şeyleri.
AKP'yi her gün haklı olarak yerin dibine batırıyoruz, demokrat olmamakla, insani olmamakla, halktan yana durmamakla. Bizim tarafta işler nasıl gidiyor? AKP'ye karşı mücadele biraz da bu noktalarda samimiyetimizin artmasıyla yükselmeyecek mi?
Kaan Arslanoğlu