"Ey pijamalı, eli kumandalı! Senin sabahtan akşama kadar osura osura televizyon karşısında durduğun yıllık izin gününde, 140 yıl önce Paris barikatlarında ölenlerin hakkı var. TV’de her gördüğünde yedi sülalesine küfrettiğin kişilerin hakkı var evde geviş getirerek geçirdiğin bu zamanda… Adını hiç duymadığın, dillerini bilmediğin, yüzlerini bir kez bile olsun görmediğin ama yeri geldiğinde gıyaplarında küfrettiğin binlerce, milyonlarca insan kısalttı senin çalışma saatlerini…"
Taylan Kara'nın yeni deneme kitabı çıktı: Vasatlığa Giriş Dersleri
Önceki deneme kitabı "Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt" ile ilgili bir tanıtım yazısı yazmıştım sol bir internet sitesinde. Bazı itirazlar geldi, bildik sol, alışılmış sosyalist karşı çıkışlar. Kitaptan yaptığım alıntılara takmışlardı. Yüzde doksan dokuzunun itiraz ettiği kitabı okuduğunu sanmıyorum. Ömrü hayatımda böyle bir şey görmedim, değil bir makaleyi, üç satırlık bir maili bile baştan sona okuyamıyor artık insan türü. Okuyamıyor, ama kendinden çok emin ve hemen itirazını yapıştırıyor.
Karşı çıkışlar genelde şöyleydi: "İnsanı aşağılıyor!" "İnsana bu umutsuz bakışta ne var!" "Bu yeni bir şey değil ki, bu kitabı niye tanıttın bize?"
Bir kere o kitap da öyleydi, bu da böyle, çok zekice saptamalar, mükemmel bir dille formülleştirilmiş... Kitap baştan sona aforizmalarla gidiyor. Bazıları eskilere benziyor, ama çoğu yeni ve özgün.
Gerçi ben de eleştirmiştim Taylan Kara'yı, saptamaların çok yerinde, ama bir kanadı hakikaten eksik. Koyu bir nihilizm, ama cidden olumluya da pek az destek var, diye. Nihilizm de gerekli bir bakıma, nihilizmin, içtenlikle birçok şeyden vazgeçmiş kişilerden gelen samimi nihilizmin de kuşkusuz olumlu katkısı yadsınamaz insana. Ama gönül biraz daha nesnellik istiyor, az bir ümit, her şeye rağmen direnene de bir işaret.
Bu kitapta işte o öteki insana, farklı olan ve insanlığı ilerleten insana da bariz bir vurgu göze çarpıyor, onu ötekiyle kıyaslama... Elbette bunu yaparken çoğunluğa, vasata bol bol haşlama... Taylan, "Eğer bu kitabı Gezi'den sonra yazsaydım insana çok daha umutlu bakacaktım, belki tüm kitabı yeniden yazacaktım" dedi. Bence gereksiz, bu kadar pozitiflik yeter, "Gezi"yi önceden hissetmiş ve yeterince katmış olumluluğu diyorum.
Bizim klasik sol siyasi bakışsa umut aşılama sevdasındadır hep. İnsanın hep olumlu yanını öne çıkarma derdinde. Siyaset başka türlü yürümez çünkü. Az bir başarı ihtimali varsa, ancak umut yüksekse mümkündür bu. Hak vermek gerek ona da. Ancak bizdeki genellikle hamasi bir umut gevezeliği düzeyinde kalır. İnsana güvenmek gerek diyen solculara bakarsınız, bazılarıyla bakkala bile gitmezsiniz, o derece güvenilmezdirler. Boş konuşmuyorum, en azından bir alanda size bunu göstereceğim.
Taylan Kara bu ütopya, umut meselesini şöyle özetliyor bir yerde:
"Bu kitap insan türünün kültürel genetiğine zorla girmeye çalışan bir mutasyondur. Başarısız olması hemen hemen kesindir, ama küçük bir ihtimal de olsa geleceğin insanlarına yeni bir seçenek sunma umuduyla doludur. İnsanın kapasitesini ve olanaklarını bilmek, onlarla yetinmek için değil, olanaklarını zorlamak ve eldeki malzemeden mümkün olanın en iyisini çıkarmaya çalışmak içindir. Olasıyı çıkarmak, olanı iyi bilmekle mümkündür. İnsanla ilgili bir ütopya inancı, onun eksiklerine karşı kör olmayı gerektirmez. Bütün sorun olandan, ütopyanın temelleneceği “olası”yı çıkarabilme yolunu bulabilmektir. Bu açıdan “mevcut insan güzellemesi” ütopyayı savunmak değil körlüktür. Zaaflarını dile getirmek ise bir vazgeçiş değil “olası”ya giden yolu yapma eyleminde kaçınılmaz bir zorunluluktur."
Taylan Kara'yı Kaç Kişi Okumuştur?
İşte geldik zurnanın patladığı noktaya. Deyiş öyle değildi, ama buraya böylesi uygun. Size de gına gelmiştir. Durmadan birileri çıkıyor, "Şunu biliyor musunuz şunu... Öyle bir kıymettir ki, bir değerini bilmediniz... Yazıklar olsun size... Okudunuz mu onun kitabını? Gittiniz mi onun tiyatrosuna vs..." Tabii böyle yakınma ve fırçalara muhatap olan sizler görece veya hakikaten fazla okuyan, izleyen, katılan insanlarsınızdır; asıl muhatap olması gerekenlerin büyük bölümü zaten menzil dışındadır. Her neyse...
Taylan Kara'nın örneğin bu kitabı bir "insanlaşma ders kitabı" olarak sol parti ve derneklerde gençlere okutulmalı, üstünde tartışılmalı. İşçilere, emekçilere, ev kadınlarına okutulmalı ve üstünde tartışılmalı. Cidden iyi bir silkinme için, sosyalistleşme için büyük faydalar sağlar, okuyanın dünyasını, bakışını değiştirir tek başına.
Fakat şimdi göreceğiz, kaç kişi ilgi duyacak, kaç kişi okuyacak. Sol canlarımız ne kadar bunu kıymetlendirecek. Hiç umuda kapılma diyorum kendime.
Bir bilmece sorayım: Sağın iyi kullandığı, hele son kırk yıldır mükemmel kullandığı, ama solun henüz ne olduğu konusunda bile anlaşamayıp başlığında kaldığı, her kullanmak istediğinde yüzüne gözüne bulaştırıp hem kendini hem onu rezil ettiği şey nedir?
Kültür.
Çemkirmenin, tepinmenin alemi yok. Bu iş okumak, düşünmek, araştırmak, emek istiyor. Zor bir şey. Pek az kimsede var o heves. Ama bu son otuz yılda neler görüyoruz, ne komediler. Kişilere takmayalım, severiz sevmeyiz, aralarında da anlaşamayabilirler. "İnsancıl" diye bir dergi neyin kavgasını vermiş? Fethi Naci niye, ne için, neler yazmış? "Halkın Dostları" kimlerdir, sosyal demokratlara karşı nasıl savaşmışlardır?! "Edebiyat Dostları" niye çıkmıştır? "Nikbinlik" nedir? "Edebiyat ve Eleştiri"nin problemi nasıl bir problemdi? Ve başkaları... Hiçbirini bilmeden sosyalist olmak!!!
Öyle de olur tabii, olmaz diye bir şey yok, ama Rus devrimi muazzam bir kültür birikimi üstünde şekillenmedi mi? Ki birçokları onu yetersiz görüyor ve yıkılışı buna bağlıyor. Karışık işler bunlar.
Fakat Taylan Kara'yı bilme, Nihat Ateş'in "Çöküş Romanları"nı okuma... Ne kalır size? Hamdi Koç da girer o boşluğa, Selim İleri de, Perihan Mağden dil üstadı kabul edilir, Ece Temelkuran üslup ustası. Koca bir boşluk... Buradan devrim çıkar mı?
İki Farklı İnsan
"Bu Thich Quo Duc… Fazla yaklaşma, biraz sıcaktır.
Çayını kaynatmak, sigaranı yakmak için kullandığın ateşin bir belleği vardır. 11 Haziran 1963’te senin sigaranı yakan, senin çayını ısıtan ateş, Thich Quo Duc’u yaktı. Bruno kendisinin yanmasını hiç istememişti ama Thich Quo Duc kendisini yakmıştı. Ateş onları gövdesine aldı ve o zamandan beri yakılan her ateşte onların gövdesi vardır, bir de yakılan diğer insanların… Ateşin belleğini hiç tanımıyorsun; beyninin yanmasından korkuyorsun… Bunların sadece senden uzak ülkelerde olduğunu zannetme. Yalan yanlış bir inkârcılığa saplanıp sağırlaşmayasın diye yakınından örnekler vermiyorum. Merak edersen hemen bulursun; ateşin senin yaşadığın topraklarda da kökleşmiş bir belleği vardır.
Thich Quang Duc yanarken hiç kıpırdamadı. Bu, senin gibi serçe parmağının ucu sobaya değdiğinde çığlıklar atan birisi için inanılmaz gelebilir. Düşünsene: o da insan, sen de insansın…"
Evet iki insan var, ama bu iki insan arasında sık rastlanmasa da geçişler görülebilmekte. İnsanın şaşırtıcı ve heyecan verici gizemlerinden biri de bu. Kitaplar bu geçişleri anlayabilmek, dahası olumlu yönde artırmak için de var.
Kaan Arslanoğlu