Recep Tayyip Erdoğan siyasete atıldığından bu yana saldırgan, öfkeli bir siyasi tarz güdüyor. Bu, onun karakteri, siyasi karakteri. Özellikle Gezi'den beri, öfkesi ve saldırganlığı katlanarak artıyor. Soma'da yaşananların, görüntülü ve sesli çekimlerin açıkça gösterdiği gibi, işi bizzat vatandaşa kalabalık önünde tokat atmaya kadar vardırmış durumda.
İşte buradan yola çıkarak birçok siyasi veya yazar-gazeteci, Erdoğan'ın akli-ruhi durumu nedeniyle yönetme becerisini yitirdiğini iddia etmeye başladılar. Başbakan aklen hastaymış, o yüzden artık tüm davranış, konuşma ve hallerinde bu hastalığın baskınlığı söz konusuymuş.
Peşinen söyleyeyim: Olguya bu yaklaşım yöntemi hem siyaseten, hem psikiyatrik açıdan, hem etik bakımdan doğru değildir. Etik bakımdan doğru değildir, bu suçlamalar gerçek ruhsal hastaları incitmektedir.
Bir başbakanının ruhsal durumu kamuoyu önünde tartışılabilir, bunda hiçbir sakınca yok. Ayrıca bir başbakan veya herhangi bir yetkili gerçekten yönetemeyecek ölçüde aklen hasta olsa, görevden alınması için baskı oluşturulabilir, süreç başlatılabilir. Bu da olağan ve doğrudur.
Fakat yüzde yüz siyasi bir olguyu puan almak amacıyla siyaset dışına, hele psikiyatri alanına çekmek çekenlere hiçbir fayda sağlamaz, zarar getirebilir.
Önce şunu söyleyelim: Başbakan'ın yönetme becerisini etkileyen veya engelleyen herhangi bir akıl-ruh hastalığı yoktur. İlerde olursa bunu yeniden tartışırız. Başbakan'ın hal ve hareketleri büyük oranda kişiliğiyle ilgilidir. Bu kişilikte bir insan bir siyasi lider olduğuna göre olay tümüyle siyasi bir olaydır.
Bu kişilikte bir insanın ülkeyi ve bizleri yönetmesi onurumuzu incitmektedir; bu ayrı bir konu. Fakat siyasi liderlerin büyük çoğunluğu, özellikle faşizan olanları hoş olmayan kişiliktedir maalesef ve bizlere sadece, onun şu yönü daha kötü, bunun bu yönü daha feci, demek düşmektedir.
90'lı yılların başından beri liderlik için çok şey yazdım, özellikle de şunu belirttim: Siyaset "normal" insan işi değildir, hele ki siyasi liderlik. Siyasi liderlerin çok büyük bölümü belirgin kişilik bozuklukları gösterirler. Hafif veya orta derecede sosyopati, psikopati en sık rastlanan kişilik bozukluklarıdır. Bazılarında bu ağır psikopatiye kadar varır, ama ağır psikopati liderlerde nadir görülür, çünkü yönetme becerisini de bozar. Liderlerdeki kötücüllük ise "normal" insan kötücüllüğünün o insandaki yoğunlaşmış halidir.
Devrimci liderlerde de vardır en azından orta derecede bir kişilik bozukluğu, "normal" olmayan bir işi sürdürmek normal karakterlerin harcı değildir. Bakın Türkiye'nin sosyalist liderlerine, büyük çoğunluğu hiç normal değildir.
İşte böyle bir evrensel gerçeklik karşısında tümüyle siyasi bir olguyu "normallik-anormallik" tartışmasına çekmek en azından bilimsel sayılmamalıdır.
Nassir Ghaemi'nin liderlik ve duygudurum bozuklukları ile ilgili çok önemli bir kitabı var: "First Rate Madness". Yakında İthaki'den çıkacak. Ghaemi'nin tezi şu ki, ben de destekliyorum. Özellikle kriz dönemlerinde "normal" ruhsal durumdaki liderler başarısız olurlar, büyük problemleri çözen liderler ruhsal yönden büyük problemler yaşayan liderlerdir. Ghaemi, olguyu doğrudan manik-depresif hastalığa ve kişiliğe bağlıyor benden farklı olarak. Bu bilmediğim bir noktaydı.
Manik-depresif kişilik ve hastalıkla büyük liderliğin neredeyse olmazsa olmaz bağlantısını inceliyor. Dikkat buyurun, artık bir kişilik bozukluğundan bahsetmiyor Ghaemi, doğrudan akıl hastalığından bahsediyor. Manik-depresif hastalık, yaşamla uyum bakımından örneğin bir şizofreni kadar ağır değildir, ama yine de çok ciddi bir hastalıktır. Normal zamanlarda normal karakterde liderlerin başarılı olabildiğini, ama normal olmayan durumlarda onların liderliğinin çöktüğünü örneklerle gösteriyor. Anormal liderler içinse tam tersi. Örnek verdiklerinden bazıları: Lincoln, Martin Luther, Gandhi, Roosevelt, Churchill... Ayrıca bazı liderlerin açıkça paranoyak oldukları zaten bilinmekte.
Bir şeye daha dikkat buyurun: Siyasi arenada ruhsal bozuklukları olan siyasi liderler için sırf bu nedenle çekilmeleri istemi hiçbir zaman öne çıkmamıştır. Olayın tabiatında bunun zaten bulunduğu toplumca zımnen kabul ediliyor. Erdoğan da manik-depresif kişilik yönünden ayrıca değerlendirilebilir, yapılırsa bu anlamlı bir çalışma olur.
Liderlik yeteneği
Liderlik yeteneği herhalde liderlik zekasıyla, liderlik karizmasının karışımından ibaret.
Neredeyse her çıkışı kanımıza dokunan Erdoğan ne yazık ki ülkedeki en akıllı siyasi lider. Yüz üstünden 80 alır. Evet, bazı hareketleri kontrolsüzce... Ama acaba???
Her konuşmasının kamuoyundaki etkisini ve destekleyenlerle karşı çıkanların tepkilerinden oluşan genel bileşenin kendi işine yarayıp yaramadığını bu derece titiz ölçen başka biri var mı?
Denetimsiz görünerek aslında bugüne dek denetimli bir gerilim ortamını çok iyi yönetiyor. Bu denetimli gerilim ve şiddet ortamı hala başkalarına değil, en çok ona yarıyor. Bu demek değildir ki çöküşünü engelleyebilecek. Üç vakte kadar o da gidecek elbet. Geciktirerek gitme işini bugüne dek iyi yönetiyor.
Ona yakın siyasi zekada tek bir kişi var. O da çok büyük çoğunluğun sevmediği Abdullah Öcalan. Kılıçdaroğlu yüz üzerinden 50'yi biraz aşar. 50'ye yaklaşan başka bir sol-sağ parti lideri de yok. Bunlar öznel yorumdur denebilir, elbette öyle. Fakat başarının nesnel ölçütleri gözümüze batacak kadar apaçıktır.
Kanıma dokunuyor
Evet ülkenin başında Erdoğan gibi bir liderin bulunması kanıma dokunuyor. Ama olayı sadece "O gitsin"e hapseden siyasi akıl da kanıma dokunuyor.
İktidarın onca zorbalığına karşın sokağa çıkıp direnenler bizim gibileri onurlandırıyor, kıvançlandırıyor. Fakat sosyalist akıldaki bu yetersizlik kanıma dokunuyor.
Olguyu sadece "O gitsin"e hapsetmek, ki yapılan tamamen budur çoktandır, bu denetimli gerilim ortamına ve yine Erdoğan'a yarıyor. Onun gitmesini geciktiriyor.
Ortadaki bir pinpon topu siyasetedir. Onlar vuruyor biz vuruyoruz. Tak tuk tak tuk tak tuk... Bir gün karşı taraf yorulup yılabilir, bu da ihtimal dahilinde. Ama şimdilik oyun sürüyor, kuralı rakip belirliyor. Bize önce ağı yırtacak, sonra masayı parçalayacak bir siyaset gerekli.
Bir de şu var tabii, sosyalist akıl için en önemlisi: Erdoğan gitse çok mu iyi olacak? Daha kötü günlerin gelmeyeceğinin hangi garantisini gösterebilirsiniz bu sol güç, bu sol akılla. Zaten AKP'ye destek çıkan en az bir yüzde 20'nin tek kaygısı da bu. Ama gizliden, belki bilmeyerek.
Fakat sosyalistler madem toplumun en akıllıları oldukları iddiasındalar, Erdoğan'dan sonra ne olur sorusunu hiç değilse sormalılar.
Tam Soma katliamı acısına gömülmüşken Orhan Kemal roman ödülü Hamdi Koç'a verildi. Hamdi Koç belki başka ödülleri hak ediyordur, ama Orhan Kemal ödülü ona veriliyorsa ve buna karşı soldan ciddi bir ses çıkmıyorsa sol, akıl bitmiştir derim. Yüz üstünden 30 bile alamaz. Ne kadar cesaretli ve fedakarca sokağa çıkarsa çıksın demek ki bu mücadele sosyalizm mücadelesi değildir. Başka bir şeydir. Takım taraftarlığı düzeyine indirgenmiş bir sosyalist bilinç... Sosyalistler yaşamdaki bu derece önemli binlerce ayrıntıyı önemsemiyorlarsa, sosyalist bilinç minnacık kalmış demektir. Net ve kesin...
O halde de başımızda hep Erdoğan olur veya ondan da kötüsü olur.
Kaan Arslanoğlu