Sultangaliyev’in yalanlarla kurşunlanmış saygınlığını sosyalistler ne zaman tanıyacak?

Halit Kakınç’ın, Sultangaliyev adlı kitabının ÖNSÖZ’ünden bazı parçalar. (İmge Kitabevi, Kasım 2011, 447 sayfa.)

MİRSEYİD SULTANGALİYEV “DOĞRU” YORUMLANMALI

Sultangaliyev olgusu ile ilgili Türkiye’deki değerlendirmeler, hakkındaki belgelerin gün ışığına çıkışından bugüne kadar genel itibarı ile belirli bir duygusallık çerçevesinde ve içi boş politik göndermeli yorumlar içerdi.

Ulusalcılar, Sultangaliyevciliği Türk Milliyetçiliği’nin uzak coğrafyadaki bir ayağı olarak – Sultangaliyevci bütün ile çelişen bir olgu şeklinde algılamakta ısrarcı oldular.

Kemalist çizgiyi savunanlar, Kemalizm’in kendi içindeki bütünselliği yeterli olduğu halde, Sultangaliyev ile Kemalizm arasında bir köprü kurmaya çalışarak yapay bir bütünleştirme gibi Sultangaliyev olgusu ile örtüşmeyen bir çaba içine girdiler.

Sultangaliyev’in dünya kamuoyunda tanınmasını sağlayan Batılı araştırmacıların SSCB dönemindeki ilk çalışmalarının CIA fonları ile gerçekleştirildiği iddiası da, Stalinci sol fraksiyonlar tarafından Sultangaliyevciliğin SSCB’nin yıkımı için kullanılan bir ideoloji olarak algılanarak empoze edilmesine yol açtı.

(…)

Sovyet pratiği Marksizm-Leninizm’i, sosyalist uygulama kapsamındaki tek model olarak ele alan kimi sol görüşler, bu arada ideolojik olarak sonlarının geldiği inancı ile küreselleşme’ye entegre olma yarışında kendi geçmiş ve kişiliklerine taban tabana zıt bir görüşe sarılmışlardı.

Bu da beni doğal olarak Sovyetler Birliği tarihi, gerçekler saptırılmadan doğruları ve hataları ile birlikte yeniden yazılabilir mi? sorusuna götürdü. Sovyet uygulaması, sosyalizm için yolun sonu olan bir uygulama mıydı? gibi konular, bir dönem için sorulması yasak sorular olduğu için, Türkiye Solu, bu hayati noktaları hiç tartışmamış… Gündeme bile getirmemişti.

Ve hangi noktada duruş sergilerse sergilesin, bir bütün olarak Türk Solu, bugünkü ideolojik dağınıklığın köklerini, SSCB’deki dogmatik uygulama ile olumlu veya olumsuz yönde özleşleştirdiği için yitirmişti.

Ben, Sovyet arşivlerine girdiğimde önüme çıkan dokümanlar tek yönlü değildi. SSCB Tarihi’nin resmi tarih yazımı ile onun tam zıddı – eleştirel Troçkist tarih yazılımını ve orijinal Marksist ama batılı formasyonda Sovyetler’i işleyen yazılımı topluca ele aldığımda, karşıma koskoca bir gedik çıktı.

Bu gedikteki pratik materyal, Sovyet arşivlerinde zindana kitlenmiş gerçekler olarak en nihayet incelemeye açıldı. Ve bu metinler içinde, Sovyetler Birliği’nin bir sağ darbe ile yıkılacağı, ulusal sorunun çözülmediği ve de ulusal sorun geçiştirildiği için bu dağılmanın tohumunu taşıdığının 1920’li yıllarda net olarak söylenmesi, bir kişinin iradeci bir tavrı mıydı? Yoksa yaşadığı maddi ortamdan çıkarsadığı kuramsal bir tarihsel gelişme sürecinin geleceğe yönelik gerçekçi ve doğru bir projeksiyonunun ilk ışıkları mıydı?

Bu gerçekleri ve doğruları en açık biçimde söyleyen kişi, MİRSEYİD SULTANGALİYEV idi.

Tarihsel Gerçeklerin Üzerine Çekilen Sünger, Artık Kalktı…

Sovyet Literatürü’nün kaynaklarını incelediğiniz zaman, içsavaşta Kızıl Ordu ile ilgili olarak – Troçkist Tarih Yazımı, Çar Ordusu Subayları ile genel Rus Köylülüğü’nün sentezinden oluşan bir Ordu’nun Troçki tarafından kurulması ön plana çıkartılır.

 Stalinist tarih yazımı ise SSCB KP Merkez Komitesi’nin inisiyatifinde gelişen kararları uygulayan işçi ve köylülerin ağırlıkta olduğu bir Kızıl Ordu konusunu işler. Burada Leninist-Stalinist formülasyonda, ulusal sorun, sadece ve sadece köylü sorunudur. Sapmanın kaynağı da işte bu noktada yatmaktadır.

Bu tarihsel olguya batıcı bir Marksist gözlükle veya klasik bir Bolşevik yaklaşımı ile baktığımızda, içsavaş tarihinin ne kadar çarpıtıldığını göremeyiz. Ama, ulaştığımız belgeleri değerlendirdiğimiz zaman, köylü kitleleri olarak gizlenenin, aslında Tatar Kızıl Birlikleri olduğu güçlü ve dinamik bir kitle ile karşılaşırız.

İçsavaşta Sovyet Devrimi’nin boğulmasına ramak kaldığı, elindeki tek dayanak olarak Moskova’ya sığındığı bir noktada… Doğu’da Sibirya’da Kolçak’a, Güney’de Denikin’e, Kırım ve Ukrayna’da Wrengler’e karşı çarpışan Kızıl Ordu’nun yarıdan çoğunun ana çekirdeğini Tatar ve diğer Türki halklar oluşturmuştu.

Bu olgu, Sovyetler Birliği’ni bir halklar hapishanesi olarak algılayan ve dolayısıyla buradaki Türkler’i ve Tatarlar’ı Bolşevik Devrimi’nin esirleri olarak gören milliyetçi tarih anlayışı ile çelişmektedir.

Bolşevik Devrimi’nin ayakta kalabilmesinin silahlı gücünü Türki ve Tatarlar’ın oluşturması ve üç büyük saldırıyı bu kuvvetlerin dağıtması, iki tarafın tarihçileri tarafından da kabul edilmez bir olgu olarak bugüne kadar üzerine hep sünger çekilmiştir.

(…)

Tarihin bu yüzü, Sultangaliyev’in kaynakları ve içsavaşın incelenmesi ile birlikte ortaya çıkınca, Sovyet Devrimi ile ilgili birçok teorik ve pratik olgunun yeniden sorgulanması gerektiği de belli oldu.

(…)

İçsavaş sonrası Sultangaliyevcilik, kuramsal bir olgunlaşma dönemine ulaşmıştı. Bu olgunlaşma, Lenin ve Stalin’in artık doğucu değil batıcı görüşleri savunan, buna karşılık ise Sultangaliyev’in doğucu görüşlerinin ön plana çıktığı dönemdi.

(…)

Bu yaklaşım, Bolşevik Partisi ile Sultangaliyev’i birbirlerine düşman etti.

(…)

Sultageliyev’in İzlerinin Peşinde

Türk Solu’nun özellikle halk savaşını savunan 70’ler sonrası ortaya çıkan grupları – THKP-C, THKO, TİKKO – 50 yıllık oportünist-revizyonist bir geçmişten sonra, devrimci bir canlanış ile kökleri olarak Mustafa Suphi’yi refere ettiler.

TKP ise kendi kökü olarak Mustafa Suphi’yi almakta ve/fakat tez ve görüşlerini çarpıtmaktaydı. Çünkü bu çarpıtma aşıldığında, Mustafa Suphi’nin de Sultangaliyevci tezlerin savunucusu olduğu ortaya çıkmaktaydı.

(…)

Sultangaliyev ile Lenin Arasındaki Görüş Farkı

Lenin ile Sultangaliyev arasındaki görüş farkı, Lenin’in batılı devrimci partilerin de devrimci özünü yitirdiğini, ama işçi sınıflarının devrimci olduğunu savunmasına karşılık, Sultangaliyev’in emperyalist sömürünün sömürücü ulus’a dağıtılması ile proletaryanın da sömürüden pay aldığını vurgulayarak bu nedenle devrimci niteliğini yitirdiğinin altını çizmesiydi.

Sultangaliyev, 1920’lerin dünyasında devrimin ana merkezinin Doğu’da yer alacağı tezini ileri sürmüştü. 

Sultangaliyev’in idamına neden olan varlığı şüpheli mektuplar da, İran’daki ve Türkiye’deki devrimcilere yazılmış olan mektuplardı.

Bu konuda Sovyet Merkez Komitesi’ni, kendilerine değil, Kemalistler’e destek vermekle suçlamış, Mustafa Suphi’nin dışlandığını söylemişti.

Türk Solu’nun anlayamadığı en önemli nokta işte budur.

Günümüzde Sultangaliyev ile Mustafa Kemal arasındaki paralellikleri öne çıkaran tezler ne derece tarihsel verilere dayanmaktadır sorusu, Türk Solu için hayati derecede önemlidir.

Mustafa Suphi ile Sultangaliyev arasındaki örgütsel ve ideolojik beraberlik ise Türk Solu tarafından, sürekli olarak görmezden gelinmiş bir olgudur.

(…)

Sultangaliyev olgusu yerine oturtulmadıkça, Türkiye’deki bakış açısı hep şaşı kalmaya mahkumdur.         

Halit Kakınç

 

SULTANGALİYEV’İN İFADESİNDEN:

Gerçekten ben kimim?

Komünist mi, devrimci mi?.. Yoksa siyasi şantajcı, maceracı ve provokatör mü?.. Karşı devrimci mi?..

Tüm yaşamımı kafamda canlandırıyor ve görüyorum ki, ben bir devrimci, bir komünist olmuşum. Beni hayatın ta kendisi doğurmuş; kölelik, ağır zulüm ve asırlık yoksulluk doğurmuş. Ben ezilen bir halkın ezilenlerin oğluyum.

Evet, ben bir devrimciyim, fakat köle bir devrimci. (…)

Bu nedenden dolayı, fikir ve duygularımı, isteklerimi açıklayamıyor veya yarım yamalak açıklıyordum; bunları tam olarak açıklayabildiğimde ise fırsatın kaçırıldığını ve bir yarar olmadığını görüyordum.

Ben sadece Ekim Devrimi sırasında ve devrimin ilk yıllarında kendimi “özgür” hissedebildim.

Fakat bir gün (Ekim İhtilali’nin üçüncü yılında) bana dediler ki, sen kölesin ve biz sana güvenmiyoruz ve ben kendimi tekrar köle gibi hissetmeye başladım. Bana güvenmeye başladıklarını gördüğümde zaman zaman canlanıyordum. Fakat küçücük de olsa bir güvensizlik hissettiğim zaman tekrar umutsuzluğa kapılıyordum. (…)

Evet, ben bir devrimciydim, zira köleliğin, aşağılanmanın ve yoksulluğun evladı olarak doğmuştum. Ben köle oldum, çünkü bana inanmadılar.

Fakat ben köle olamam… Ben devrimci olarak devam etmek ve böyle ölmek istiyorum.”         

Sultangaliyev (1892-Elimbetova, 1940 Lefortovo Hapishanesi) 

Facebook
yorumlar ... ( 14 )
07-01-2014
07-01-2014 08:05 (1)
Kızıl ordunun iç savaş surecindeki yapısına dair (sınıfsal ve etnik) bu saptamaya ilişkin belgeleri adı geçen eserde bulabiliyoruz demek? Aksine ilişkin kaynak göstermeden önce öğrenmek istedim . Ozan Akalın
07-01-2014 08:08 (2)
Eserde o yönde saptamalar ve ipuçları var. Yoksa bir nüfus sayımı, askeri birlik sayımı, istatistik vb. yok.
07-01-2014 09:12 (3)
Devrimi yapan KIZIL MUHAFIZLARIN silahlı İŞÇİLER olduğunu biliyoruz. Dünyanın her yerinde olduğu gibi ordunun KÖYLÜLERDEN oluşması çok doğal. Ordunun KIZIL ordu olması bunu değiştirmez. Fakat devrimin ayakta kalmasını "Türki köylülere" bağlamak en hafifinden abartıdır. Dr. Jivago bile bunun aksini kanıtlamaya yeterdi... AA
07-01-2014 09:24 (4)
Kitabı henüz okumadım.Fakat Sosyalist,Sovyet tarihini iyi bildiğimi düşünüyorum. Bu tarihten şırıl şırıl akan rahatsız edici şeyler:1- F Tipi mahkemeleri mumla aratacak düzmece mahkemeler2-Muhaliflere hiç niyetli olmasalar bile devlet eliyle yabancı ajanlık ilişkisi temini3- Batıya gizli bir hayranlık,doğu halklarının sürekli küçümsenmesi4-Çin devrimi sırasında bile Çinli komünistlerin hafife alınması5-Müslüman halklara adeta isyana zorlayıcı ağır muameleler6-Rus olmayan halkların bir türlü fazla ilerleyememesi7-Köylülerin potansiyel hain görülmesi. Bunlar Galiyev'in tezleriyle örtüşüyorAÖ
07-01-2014 11:19 (5)
Ben de o zaman kaynak ve belge gösterme zahmetine girmeden ekleyeyim; devrim ve iç savaşta etnik kökeni belirgin olan önemli muharip birlikler yarbay Vacietis komutasındaki Litvanyalı piyadeler ve Frunze komutasındaki Don Kazaklarıdır. Bu grupların yine de mensubu oldukları grubu temsil ettikleri pek söylenemez. Devrimin yayılma sürecinde de tutunduğu ilk yerler Ukrayna, Transkafkas ve Orta asyada öncelikle Rus nüfusun yoğun yaşadığı sanayi bölgeleridir. Bakü ve şehirdeki kızıl ordunun yapısı sınıfsal ve etnik olarak çok açıklayıcı bence. Komuta kademesinde ise çok az Türki unsur görüyoruz.
07-01-2014 11:23 (6)
Müslüman Kızıl Ordu ne yapmış o sırada peki? Bir de Troçki ne yapmış? Öğrenmek için soruyorum.
07-01-2014 12:09 (7)
Tabi ki savaşmışlar. Troçki de kızıl ordunun kumandanı imiş. Ben sadece etnik kimliği ile öne çıkan ve iç savaşta kritik hamleler yapmış iki grubu saydım. Diğer bir çok ünlü birlik ve tugaylar için bir etnik referans çok önde değildi. 1. Süvari Birliği Kumandanı Budyenni'nin ya da diğer birliklerin "neci" olduğu çok öne çıkmıyordu. Bir çok ordunun da etnik olarak karışık olduğunu belirtmek gerek, yerel isimlerle anılan birliklerin de. İç savaş sona erdiğinde zaten Kızıl Ordu'nun ara komuta kademesi ağırlıkla eski Beyazlardan oluşmaktaydı. Müslümanlardan oluşan bir Orta Asya ordusu bilmiyorum.
07-01-2014 17:08 (8)
"Kızıl Ordu’nun yarıdan çoğunun ana çekirdeğini Tatar ve diğer Türki halklar oluşturmuştu." tezini ben de abartı buluyorum. En azından benim okuduğum kaynaklarda denk gelmedim. Asıl değinmek istediğim devrimi yapan kadroların devrimin kaderini batıdaki bir devrime bağlamış olmalarıdır. Bunun da o şartlarda yanlış bir politika olduğunu düşünmüyorum. Polonya savaşından sonra yüzlerini biraz daha doğuya da dönseler, hep batıya bakmaları anlaşılabilir, hatta bunun bir gereklilik olduğunu düşünüyorum. E. Talat
08-01-2014 21:11 (9)
Batılı olanın değerli olmasına o kadar alıştırılmışız ki, komünizmin bile doğulusunun bir değeri yok. Kafaları işgal etmiş olan bu kültürel emperyalizm, Sultangaliyev'in doğru değerlendirilmesinin önündeki en büyük engeldir.
09-01-2014 11:40 (10)
Bırakın Sultangaliyefi eski defterleri karıştırmayı. Sosyalistler içinde popüler olmak isteyen resmi ve hür ve kabul edilmiş sosyalist öğretilerden birini seçer, o yoldan ilerler, yolu açık olur. Sittin sene devrim yapılmaz bu resmi ve kabul edilmiş öğretilerle, ama olsun ne fark eder. Önemli olan kabul görmüş doğruyu savunmak. Kaynaklarımız hep üstünde oynanmış, her bir yanı silik içinde kaynaklardır, yine de kaynak kaynaktır. Kaynak olsun resmi olsun, batıdan olsun.
09-01-2014 12:53 (11)
Elbette sosyalizmin "doğulusu" değerlidir. Ancak benim asıl değindiğim, Sovyet devrimi özelinde, devrimin izlemesi gereken strateji, devrimin asıl dayanması gereken sınıftır. Avrupa'daki bir devrimin aranması, devrimin kentli bir sınıf olan işçi sınıfına dayandırılması gerekliliktir. Marksizmi, tarihsel ilerlemeyi göz önüne almak, dünyaya böyle bakmaya çalışmak; sağlıklı bir sosyalist aklın gereğidir. Elbette bu söylediklerim; Marksizmin, "kafamızı işgal etmesi" kültürel emperyalizmin bir tezahürü olarak görülmüyorsa geçerlidir. E.Talat
09-01-2014 18:17 (12)
Bu tartışmada Sultancılar haksız, öteki tarafa 1'e 100 koyarım.Neden mi? Ne demiş Galiyev, batılı işçi sınıfı satılmış, güvenmeyin, devrim sömürgelerde olacak. Kim haklı çıkmış? Tabii ki Sovyetler, Marx tarafı. Batıda hiç devrim yok ama herkes Marksçı. Doğuda devrim çok fakat bakın ki oradaki her ipten kazıktan kurtulmuş akımda kendini Marksçı sanıyor. Batıdakiler, Sovyetler bağırıyor bunlar Marksçı değil, ama biz Marksçıyız diyor adamlar.Garip bir trajik hal, ama hayat böyle. Kim kalabalıksa, kim devletse, güçlüyse o haklı. Galiyev öldüğüne göre, devlet kuramadığına göre demek haksız.
22-01-2014 22:45 (13)
Bolsevikler Basmaci isyaninida onlardan daha hizli atli tatar birlikleri tafindan bastirdi(bak.oliver roy)F.Yüksel
17-12-2015 15:55 (14)
Bugün Halkın Kurtuluş Partisi çok sayıda makalesinde Sultangaliyev'in pratik görüşlerini savunduğunu beyan etmekte (teorik görüş olarak ise farklar mevcut, özellikle "Doğu halklarının tümünün proleter olduğu" şeklindeki görüşte farklar mevcut). Gelecek dönemlerde Sultangaliyev'in Tatar ve Türk uluslarına yönelik görüşleri daha egemen olacaktır diye düşünmekteyim. Editör notu: İmza??? Uzun süredir imzasız yorum yayımlamıyoruz. Hatırlatma maksadıyla bunu onaylayalım. Saygılar.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211421
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.