Savaşta Bir Yazar, Vasili Grossman Kızılordu’yla 1941-1945

Savaşı anlayabilir miyiz? Kolumuzun çarptığı bir insandan özür dilediğimiz, bankada sıra beklediğimiz, garsona teşekkür ettiğimiz, kırmızı ışıkta durduğumuz bir dünyada yaşarken, insanların bir anda parçalara ayrıldığı, bebeklerin ve çocukların topluca öldürüldüğü, kadınlara topluca tecavüz edildiği bir dünyayı nasıl algılayabiliriz?

Yanıt aslında net: ALGILAYAMIYORUZ.

Gerçekten de savaşta olanlar çoğumuz için anlaşılır şeyler değildir. En küçük çaplı bir savaşta bile bu sayılanlardan tonlarcası olur.

Savaş mı? İkinci dünya savaşıdır. İkinci dünya savaşı mı? Stalingraddır. İnsan kıyımıyla, vahşiliğiyle, insani olanakları alabildiğince zorlamasıyla, sokak sokak oda oda çatışmalarıyla savaşın bir örneğini arıyorsak Stalingrad’dan daha “iyi”sini bulamayız.

Stalingrad hakkında ne kadar çok okusam da Grossman’ın kitabı kadar “hakikat duygusu” yaratanını okumadım. Onunla bu konuda yarışacak kitap Malaparte’nin Kaputt’udur. Grossman yaklaşık 4 yılını cephede geçiren dürüst bir yazar olarak en az Malaparte kadar çarpıcıdır.

Grossman Stalingrad için:

 “Cephenin sıradan kokusu –morgla demirci dükkanı arası bir koku- diye yazar.

Grossman, hep insanın evrenselliğine göndermeler yapar, ortaya koyduğu savaş manzaralarıyla hep insanlık durumlarının altını çizer. Evine gelen askerlere yatağını, patatesini, gazyağını, yakacak odununun hepsini veren yaşlı kadını yazar.

Eğer bu korkunç, ağır savaşı kazanırsak halkın içinde böyle yüce kalpler olduğu, hiç pişmanlık taşımayan ruhlar, yüce ve dürüst insanlar, işte bunun gibi ihtiyar kadınlar var olduğu için…

İ. Ehrenburg’un sadık bir dostudur. Değer sistemlerinin birbirine benzediğini anlıyoruz. Grossman, Ehrenburg’u işgalcilere “Hitler’in adamları” değil “Almanlar” dediği için eleştirmektedir.

Rus insanıyla ilgili:

“ Rus insanı günahkar yaşayabilir ama aziz olarak ölüyor… Cephede Rus ölümünün kutsallığı, cephe gerisi Rus yaşamının günahları…

Gerçekliğe aykırı her türlü müdahale, savaş gibi olağanüstü koşullarda bile Grossman’ın tepki duyduğu birşeydir.

“Savaşın kanlı bedenine ideolojik, stratejik ve sanatsal dilin yararsız giysisi giydiriliyor. Geri çekilmeyi görenler ve onu giydirenler..

Bu naifliğe varan doğruculuğu, sık sık sansür yemesine neden olur.

Kapımdaki düşman filmine konu olan Vasili Zaytsev’i bizzat görür. Beevor’un yazdığına göre filmde Zaytsev ile uzun bir düelloya giren binbaşı Koenig ve Berlin Keskin Nişancılık Okulu, Sovyet propaganda aygıtı’nın uydurduğu bir efsanedir.

Stalingrad’da göğüs göğüse, ev ev, hatta oda oda çarpışmalar günlerce sürer. Sovyet askerleri nehirle Alman mevzileri arasındaki birkaç yüz metrelik bir alana sıkışmıştır.

“Sadece buradakiler bilir kilometrenin ne demek olduğunu. Bin metredir bu, yani yüzbin santimetre.”

Grossman yazar Şolohov’dan duyduğu antisemitik sözlerden çok etkilenir. Ehrenburg bu sözler üzerine Şolohov’a “pogromcu” diye bağırır. Cephede Şolohov’un antisemitik sözleri ve cephelerde kendi gözüyle gördüğü onbinlerce Yahudi askeri düşünür. Onbinlerce Yahudi, Sovyet askeri olarak cephede ölmekte, fedakarca savaçmaktadır. Şolohov’un utanması gerektiğini düşünür.

Ocak 1944’te Ukrayna Almanlardan geri alındığında gördükleri yıkım ve zulüm herkesi etkilemiştir.

-“…artık topraklarımızda iki kutsal sözcük yaşıyor: “sevgi” ve “intikam”.

Grossman’ın “gerçeğe sadakat” duygusu acımasızca çok güçlüdür, bunu okura kitap boyunca hissettirir. Kendi askerlerinin yaptığı hırsızlık, tecavüz ve yağmayı da görmezden gelmez ve gizlemeden anlatır. Askerlerin fedakarlıkları ve cesaretleri kadar korkaklıklarını, savaştan kaçmak için kendilerini nasıl yaraladıklarını da anlatır.

“Kızılordu askerleri tarafından tecavüz edilen Alman kadının bebeği ağlamaktadır; kadının akrabaları tecavüzcülerden, kadının bebeğini emzirmesi için bir süre tecavüze ara vermelerini rica ederler.”

Bu olaylar karşısında bile gerçekçiliğini titizlikle korur. Grossman’ın cephedeki en vahşi anlarda bile sürekli bir insan arayışındadır; savaşta, barışta, ölürken, yağmalarken, yücelirken, ya da alçaklaşırken: insanın her hali… Kitabın yazarının gayet yerinde saptamasıyla Grossman savaşta karakter eskizleri toplamaktadır.

           Grossman 2. dünya savaşının başında Alman işgali öncesi annesini güvenliği için Moskova’ya aldırmayı düşünür. Ancak eşi, evlerinin dar olduğu gerekçesiyle buna karşı çıkar. Grossman Nazi Almanya’sının bu kadar hızlı ilerleyip annesinin yaşadığı yer olan Berdiçev’i işgal edeceğini tahmin edememiştir. Her ne kadar annesine gelmesini teklif etmiş, annesi ise bakması gereken akrabası nedeniyle bu teklifi reddetmiş olsa da, teklifinde ısrarcı olmadığı için yaşamı boyunca vicdan azabı çeker. Bir hafta sonra olayın ciddiyetini anladığında ise artık geç kalmıştır. Annesi ve şehrin diğer Yahudileri 1941 yılında, birçok Sovyet vatandaşı gibi topluca katledilmiştir. Bu olaydan ancak 3 yıl sonra savaşın sonuna doğru haberdar olan Grossman, olayın etkisinden kurtulamaz. Annesi, daha sonra yazdığı Yaşam ve Yazgı kitabındaki Anna Ştrum karakteri ile yaşayacaktır. 1950’de annesine mektup yazar ve 1961’de ölümünün 20 yılında bir kez daha mektup yazar.

Bu anıları değerli yapan en önemli özellik, Grossman’ın savaş alanında onca kan, ölüm, katliam, zulüm altında bile hep insanlık durumları ile ilgilenmesi, insanı trajik yazgısıyla kavrayabilmesidir. Klişeler, idealize etmek ya da slogan asla yoktur. İnsan vardır: her türlü yüceliği ve her türlü alçaklığıyla insan…

Kitaba bakılırsa 4 yıllık cephe deneyiminde onu 3 yer çok etkilemiştir: savaşın doruğu ve tüm savaşın dönüm noktası Stalingrad, annesinin öldürüldüğü Berdiçev ve Treblinka toplama kampı.

Grossman, Treblinka’ya ilk ulaşanlardan birisidir. Bu kampta gördüklerini ve bu kamptaki insanların hikayesini uzun uzun anlatır. Orada öğrendiklerini detaylarıyla yazdığı ve trenle Treblinka’ya gelen bir mahkumun gaz odasında öldürülene kadar yaşadığı süreci anlattığı notları, kitabın edebi açıdan doruk noktasıdır. “Bir kurşun bile yemenin lüks olduğu” Treblinka toplama kampını anlattığı bu kısım, toplama kampları üzerine okuduğum binlerce sayfa içerisindeki en çarpıcı birkaç metinden birisidir.

Bir noktayı vurgulamakta yarar var. Bu kitapta, nesnelliğinden kuşku duyulacak kadar çok Stalin nefreti göze batıyor. Başka bir çok konuda şüpheci ve sorgulayıcı olan yazar Antony Beevor, konu Stalin olunca somut bilgileri, kulaktan dolma söylentileri ve apaçık NAZİ dezenformasyonlarını bir arada yazmaktadır. Yazar, “1 milyon kişi açlıktan öldü” cümlesinden “100 milyon kişi açlıktan öldü” cümlesine kolaylıkla geçebilir, yeter ki bunu birisi “söylesin”. Bir dedikodu bile Stalin aleyhinde ise hemen “bazı iddialara göre…” diye yer ediniyor. Yazar NAZİ’leri suçlarken bile bu kadar kolaycılığa sapmamakta, Ukrayna’daki NAZİ işbirlikçilerini ve katliamlarını bile Stalin kadar sert eleştirmemektedir.

Bunlardan dolayı okur, Antony Beevor’un kitabında Stalin konusunda herşeyi (tabii ki aleyhinde) duymaya hazır olmalıdır.     

Bu kitabı okuyacak olan okur, deyim yerindeyse Yaşam ve Yazgı kitabının “kamera arkası”nı okumuş olacaktır. Yaşam ve Yazgı’nın bazı karakterlerin kökenini, yaşamın hangi parçasından doğduğunu bu kitaptan öğrenebilirsiniz. Yaşam ve Yazgı kitabını okumayı düşünenler önce bu kitabı okursa, kitabı daha iyi kavrayabilir. Savaşı kavrayabilir mi? Sanırım savaş, güvenli evlerimizde okuduğumuz kitaplarda öğrenilecek bir şey değil. Ama savaş, bir kitapta ancak bu kadar etkileyici anlatılabilir.

Taylan Kara

taylankara111@gmail.com

Facebook
yorumlar ... ( 9 )
26-07-2014
25-07-2014 20:13 (1)
Stalingrad da ve Nazi Almanyasında bunca eziyet görmüş bir ırkın bügün daha beter ve daha kindar olarak savaşması ve bu sözde savaşta kadın ve çocukları katletmesi yakın geçmişteki Sırp piçlerinin Boşnaklara yaptığı mezalimliğin günümüzde hunharlığın gözü dönmüşlüğün dozajınında yükseldiğini gösteriyor kanımca. Savaş kaçınılmaz bir gerçekse eğer bununda adam gibi yapılması lazım
26-07-2014 09:23 (2)
Teşekkürler, Sayın Taylan Kara... MM
26-07-2014 09:51 (3)
Muhteşem bir edebiyat eleştirisi, elinize sağlık... Yaşam ve Yazgı'yı okumaya karar vermiştim. Dün yazınızı okuyunca Savaşta Bir Yazar'ı edindim ve önce onu okuyacağım. Teşekkür ederim. -Ceyda
26-07-2014 10:49 (4)
Bu yazıda hangi kitaptan bahsediliyor, kim ne yazmış belli değil. Kitap hangisi? Antony Beevor kim? Ne yazmış, nereden çıkmış?
26-07-2014 11:04 (5)
Kitabın adı: Savaşta Bir Yazar Vasili Grossman Kızıl Ordu'yla 1941- 1945 Yazarı: Antony Beevor, Lyuba Vinogradova
26-07-2014 15:46 (6)
Epeydir olumlu ve iyi bir eleştiri gelmiyordu Sayın Kara dan...şimdi bu yazıyı okuyunca insan ister istemez merak ediyor kitabı..en kısa zamanda edinmeyi ve okumayı düşünüyorum..teşekkür ederim..saygılarımla..
07-09-2014 23:28 (7)
Şahsen kitabı o kadar iyi bulmadım! Bu büyük olasılıkla Grossman'dan değil, sansürden kaynaklanmıştır. Her şey geçip gider'i yazan adam daha iyisini yazabilirdi... Ancak çok dikkatli okuma ve "yorumcu" ile birlikte değerlendirilirse bir şeyler verebilir... ve eğer bu konuda alt yapınız varsa... Ki Grossman o dönem için "Stalinizm'e" yenik, ama ruhunda temiz kalmaya çalışan bir adam... Savaşın dehşeti bir kaç yazıda... Hemşirenin yazdıklarında ve Treblinka "boğma-yakma" kampına ait... Bir kaç sahne.. Göz yaşartıcı... Bu elbette Stalin sansüründen! Ama kitap.. O kadar kalın kitaptan
07-09-2014 23:28 (8)
elde, anılarda kalanlar çok az... Bu nedenle sınırlı zamanı olana "her şey geçip gider'i" öneririm... Sansürsüz! Kitapta savaşın korkunçluğu, insanın savaş içindeki aciz ve canavar oluşuna ait anlatılar elbette değerli... Ama bu anlatı 50-60 yıl önce çok değerliydi.. Örneğin "er Ryan'ın kurtarmak" filminin açılış sahnesinden sonra o değeri günümüz için azalır... Azalaır ama aynı yazarın andığım "her şey..." ise sanırım henüz filmi çekilmedi! Ve çekilmesi de çok güç... "İnsanın insana yaptığı zulüm" anlatısında kitaplar önerebilirim... Ama gerçekten bunu arzu eden var mı... Emin değilim..
07-09-2014 23:29 (9)
oysa... bu zulmü tanımak demek, bizi bu zulüm bataklığına sürükleyen süreçleri de tanımak olacaktı... Örneğin Gezi İsyanı bu süreci kesintiye uğrattı. Bence böyle! İtiraz edeni de anlarım ama... Bilinçli bir toplum bu tür iletişimlerin "milyarlarca" olması ile gerçekleşiyor... Her birimiz bir damlayız; bazıları bir kaç bardak da olabilir! ve sonuçta birlikte bir Okyanus! Zaten bu satırlar ve buraya yazan her arkadaşın da başka kaygısı olduğunu sanmıyorum... öncelikle Kaan Arslanoğlu'nun da .. OG Ö
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211489
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.