Temelinde bağımsızlık harcı yatan Cumhuriyet’imiz, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalistlerin ahtapot kollarına teslim edilmiştir. Öyle bir teslimiyettir ki, yeraltı zenginliklerimiz çokuluslu şirketlerin emrindedir; öyle bir teslimiyettir ki, petrol, maden ve yabancı sermaye yasaları yabancı uzmanlarca hazırlanmıştır; öyle bir teslimiyettir ki, ülke topraklarının bir bölümü üs adı altında başka devletin genelkurmayına teslim edilmiştir (Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 30 Ekim 1978).
CHP’nin sarıldığı sosyal demokrasi ideolojisi, sermayenin (baskın olarak yabancı sermaye) önünde hiçbir engelin olmaması gerektiğini savunur. Bu ideolojiyi sahiplenmesi nedeniyle CHP, sermayenin önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmak için yapılmış olan askeri darbelerle, sermayeyi kutsallaştıran dinsel güçlerle ve Anadolu’nun bağımsızlığı için yapılan devrimin hedef aldığı sömürgecilerle aynı safa düşmektedir. Uğur Mumcu, “Çok açık görülüyor ki, İlk Meclis, emperyalizme ve kapitalizme karşı savaşmak için kurulmuştur” saptamasını yapmıştır (38). Yani CHP, varlığının nedenine zıt bir konuma düşmektedir. CHP, bu ontolojik paradoksunu, içi boş bir demokrasi söylemiyle gözlerden kaçıramaz. Varoluş nedeni, insan özgürlüğünün önündeki en büyük engelin, yani sermayenin vahşileşmesinin önüne geçmek olan bir varlık, sermayenin kucağında oturup demokrasi söylemleri ile özgürlüğü savunmaya kalkarsa bunu kimse yutmayacaktır. Sermaye duruma hâkimse, kendi özgürlüğü dışındaki hiçbir özgürlük biçimini kabullenmeyecektir. Bu nedenle sermayenin, sömürdüğü coğrafyalara uygun gördüğü ideolojiler, ya baskıcı rejimlerdir, ya da insanı bu dünya için değil, öbür dünya için yaşamaya iten rejimlerdir. Sosyal demokrasi ideolojisi ise, sömürülen değil, sömüren ülkelerin emekçilerini oyalamak için uygun görülen bir idare-i maslahat ideolojisidir. Bu nedenle sömürülen bir ülke olarak hiçbir üçüncü dünya ülkesinde sosyal demokrasi ideolojisinin iktidara gelebilmesi olanağı yoktur.
CHP’nin seçmen tabanı da buna uygun biçimde, ülkemizde faaliyet gösteren sermayeyi idare eden yöneticilerin yerleştiği bölgelerdeki, toplumun geneline göre daha yüksek gelirli kitlelerle kısıtlı kalmış, bu sınırlı coğrafyanın dışında kendine zemin bulamayacak biçimde daralmıştır. Sermayenin daha yüksek pay dağıttığı bölgelerde CHP seçmeni oranı daha yüksektir. Bu kesim artık, daha çok yabancı kökenli sermayenin coğrafyası içinde kaldığı için, sermayenin köken aldığı ülkelerdeki gibi bir sosyal demokrasi rejiminin özlemi içindedir. Ancak yabancı sermaye Türkiye’nin geneline yayılan bir refah toplumu ortaya çıkarmayı hedeflemediği için sosyal demokrasi talebi, coğrafi olarak hep sınırlı kalacaktır. Çünkü doğal olarak sermaye ülkemize kârını katlamak için gelmektedir, kârını bölüşmek için değil.
Küresel sermayenin hücrelerine kadar nüfuz ettiği Türkiye’de, sosyal demokrasinin iktidara gelme olanağı hiç olmayacaktır, çünkü iktidar, askeri darbelerin sonucunda kalıcı olarak küresel sermayenin eline geçmiştir. CHP’nin vahşi sermaye ile mücadele etmek gibi bir niyeti yoksa ve sermayenin kucağında siyaset yapmaya devam etmekte niyetli ise o durumda partinin kapısına bir an önce kilit asmakta yarar vardır. Çünkü bu tür siyaseti yapacak asli unsurlar zaten vardır ve sandık başında kimse aslı varken kopyasına itibar etmeyecektir (Bakınız-AKP’nin özelleştirme politikaları başarılıymış: http://www.odatv.com/n.php?n=chp-ekonomi-politikalarini-o-isme-emanet-etti-2410141200).
Kendimizi kandırmayalım, sermayesi dışarıdan gelen bir ülke olarak batı tipi bir sosyal demokrasiye ulaşma olanağımız sıfırdır. Kemal Kılıçdaroğlu, kendisinden önce başlayan ama çok içten biçimde sahiplendiği demokrasi ve özgürlük söyleminin ne derece havada kalan ve içi boş bir söylem olduğunun farkında değildir. Özgürlük adına tek yapabileceği şey olan turbana özgürlüğün, iktidarın payandası olarak hayata geçirilmesine hizmet etmiş olmak dışında demokrasi adına Kılıçdaroğlu’nun yapabileceği başka hiçbir şey kalmamıştır. Çünkü sermayenin özgürlüğü, onun da kutsalı haline gelmiştir ve bu özgürlük ancak halkın özgürlüğü feda edilerek gerçekleştirilebilir.
Kılıçdaroğlu’nun ağzından düşürmediği demokrasi, köken aldığı eski Yunan’daki gibi, ufak seçkin bir zümrenin seçme hakkının olduğu, halkın köle olarak kaldığı bir demokrasiye benzemektedir. Halkın yararına bir demokratik düzen nasıl olmalıdır? Bu sorunun yanıtını, 12 Eylül Darbesi’nin oluşturduğu Kurucu Meclis’in çıkarttığı bir tasarıyı eleştiren Güngör Aydın kısaca, ‘Demokrasi, halkın iktidarıdır’ diyerek yanıtlar. Güngör Aydın, 12 Eylül Darbesi ile sermayenin lehine, halkın aleyhine olan gelişimi şöyle anlatır: ‘Tasarı öngördüğü çerçevelerle, ulusal gelirden yeterli payı alamayan geniş halk çoğunluğunun daha iyi bir yaşama kavuşmak için demokrasiden beklentilerinin gerçekleşmemesi, gerçekleşmesinin engellenmesi nedeniyle ortaya çıkan genel toplumsal bunalımı çözücü değil derinleştiricidir’. Kurucu Meclis’in ‘özel teşebbüs özgürlüğü’ getirip, sermayeye halkın aleyhine olacak biçimde özgürlük vererek halkın özgürlüğünü kısıtlaması, aslında demokrasinin özüne aykırıdır (Aydın 14). Ancak bu aykırılık, ekonomik eşitsizliğin gözlerden ırak tutulmasını sağlayacak içi boş söylemler ile perdelenmektedir. Güncel büyücülüğün kilit noktası budur; midesi boş kitleleri, sanal bir özgürlük âleminde yaşatmak. Oysa demokrasi, midelere eşitlik getirilmesi için vardır, yoksa Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi, sermayenin kucağında oturarak haykırdığı söylemler karın doyurmamaktadır. Bu nedenle sandıktan CHP’ye hep tavşan çıkmaktadır.
Aydın, Güngör. Belirleyici Olan Halkın Gereksinmeleridir. Bilim ve Sanat Aylık Kültür Dergisi, Ankara: Ekim 1982, Sayı 22.
Mumcu, Uğur. Ben Uğur Mumcu’yum. Derleyen: Orhan Tüleylioğlu, Ankara: um:ag Vakfı Yayınları, 2011.
Mutluhan İzmir