Editör Notu: Sevgili arkadaşımız Peri Arbak'ın, Kaan Arslanoğlu'nun "Reenkarnasyon Kulübü" adlı romanı üstüne başka yerde yayımlanmamış eski bir yazısını yayımlıyoruz.
REENKARNASYON KULÜBÜ ÜSTÜNE TANIDIK BİRİNDEN NOTLAR
Kitabı okuduğumda ilgimi çeken birkaç farklı noktayı vurgulamak hem yazara hem de okurlarına karşı bir “Aktif Okurluk” sorumluluğu olarak karşıma dikildi.
Devrimciler, Karşı Devrimciler ve Sonunda Reenkarnasyon Kulübü aslen Türkiyeli sosyalistlerin değişimini anlatan bir üçleme idi.
Devrimciler’de sosyalistler 12 Eylül döneminde işkence görmüşler, öldürülmüşler ve kalanlar ya çözülmüş! olmanın ezikliğiyle ya da çözülmese bile bunun bilinmemesinin verdiği anlamsızlık duygularıyla baş başa kalmışlardı. Karşı Devrimciler’de 12 Eylül’den sonra hayatta kalabilen sosyalistlerin bir kısmı kapitalist sistemle barışmış ve nimetlerinden yararlanmaya başlamışlar, özellikle de Avrupa’ya göç edenlerden bazıları devrimci geçmişlerini, ezilmişliklerini ticari kazanca tahvil etmişlerdi.
Reenkarnasyon Kulübünde artık sosyalistler bilinçaltlarındakini sorguluyorlar. On yıllardır hesaplaşmalarını bitiremedikleri Mustafa Kemal’i sadece burjuva devrimini gerçekleştirdiği için, toprak reformunu yapamadığı için, Sovyetler Birliği ile kader ortaklığı yapmadığı için, Mustafa Suphi’nin katlinde sorumlu olduğu için didikliyorlar. Ancak biryandan da Mustafa Kemal’in ulusal kurtuluş savaşına önderlik ederken gösterdiği politik ve askeri beceri takdir ediliyor. Ülkücülerin sloganı “Ya Sev Ya Terket” sosyalistlerin Mustafa Kemal’e karşı duygulanımlarında “Ne Sev Ne Terket”e dönüşmüş gibi… Öyle bir hesaplaşma ki on yıllardır aşılamamış ve kulübün baş kişisi olarak karşımıza çıkmış… Mustafa Suphi ise sosyalistlerin Kemalizmle her tartışmalarında öne sürülen önemli argümanlardan biri… -Mustafa Suphi’ye kıyan kadro karşı devrimcidir, -Hayır Mustafa Suphi o dönem Sovyetler Birliği yönetiminin göz yummasıyla katledildi, - Bir ulusal kurtuluş savaşı sürecinde farklı dinamiklerle hareket eden kesimler vardır ve Suphi’yi katledenler en gerici grup idi… Bu savları çoğaltmak mümkün ama sosyalistlerin halen tüketemedikleri bir konu olduğu ortada.
Kaypakkaya’nın bir dincide reenkarne olması yazarın cilvesi mi?
Kitabın hemen tümüne yayılmış AKP sonrası dönemde yaratılmış yeni inançlı kuşak yazarın bazen empati çabalarına, bazen yüksek sesle -hatta bağırarak- hesap sormasına neden olur. Yazar bazen kovulan işçisini savunan bir dincinin aktarımında kendini mutlu eden öykücükler yakalar, bazen de toplanıp sağ partilere oylarını yığarak muhalifleri linç etmeye hazır güruha kızar. Romanın baş kişisi olan eski dinciden sık sık öç alır kendince… Onu bir Alevi kızla evlendirir, sonra da kızın onu aldatmasını sağlar. Roman kahramanı kendi koyu inanç dünyasına aykırı sayılabilecek şokları sırasıyla yaşamaktadır. Üstüne üstlük sosyalistlerin en özverili en çok işkenceye uğramış kadrolarından Kaypakkaya’yı da reenkarnasyonla başına bela eder. İşkence tezgahlarında çok bedel ödemiş bir nesli dinle uyuşturulmuş bir diğer nesille çok travmatik bir yöntemle karşılaştırır. Yazar balık hafızalı bir topluma “Hayır unutamazsınız, o kadar kolay değil, çok bedel ödendi!”diye haykırmaktadır.
Ama tablo yazar ne düşünürse düşünsün böyledir işte! Devrimci kesimlerin düşünsel ve eylemsel kalitesi 80 öncesiyle karşılaştırılamayacak kadar düşüktür ve kapsama alanları sınırlıdır. Ortalıkta ne kadar inançlı olduğu şüpheli, karılarını, kızlarını kapatmış, sayıları giderek artan bir toplum kesimi ve dışında kalanlar vardır. Ve sosyalistlerin kendi toplumsal dokularını tanımaları, anlamaları ve hep yeniden birlikte değişme, dönüşme sorumlulukları vardır. Son bir cilve daha yapar yazar. Baş kahramanı solcuların mitingine ve gönüllü hale getirerek katar. Bu bir dilektir doğal olarak… Hani 12 Eylül referandumu öncesi bir mucize olsa da “Hayır”lar bir tokat gibi patlasa… Kadınlar “Yeter biz bizleri kapatan erkeklerin erk nesneleri değiliz” diyerek isyan etseler… Dilekleri, keşkeleri çoğaltmak olanaklı…
Kim bilir akıla gelen başa gelir belki…
2 Şubat 2012
Peri Arbak