Asıl tehlike

Asıl tehlike

Seçimler yaklaşırken laik, cumhuriyetçi ve aydınlanmacı çevrelerde Türkiye’nin geleceğine ilişkin endişeler artıyor. Hükümetin bu seçimlerden de utkuyla çıkması halinde, “halk beni ne yaparsam yapayım destekliyor” diyerek Türkiye’yi geri dönülmez bir şekilde şeriat toplumuna götüreceğini düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Yine bir kesim de, hükümetin bu seçimlerde başarılı olması halinde başbakanın önünde cumhurbaşkanı olmak için hiçbir engel kalmayacağını ve ardından başkanlık sistemine geçilerek Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Türkiye’nin bölüneceğini düşünüyor. Bu düşüncelere kısmen katılmakla birlikte bu varsayımların Türkiye için çok yakın bir tehlike oluşturmadığına inanıyorum. Türkiye’yi bekleyen asıl tehlike biraz daha ileride, fakat yalnızca şeriat toplumuna dönüşmek veya bölünmek değil, tamamen YOK OLMAK tehlikesidir.

17 Aralık

17 Aralık ile birlikte Türkiye’nin içine girdiği süreci, şöyle “kutu” muhabbetlerini bir kenara koyarak, olayları magazinleştirmeden değerlendirdiğimizde karşımıza çok ilginç bir tablo çıkıyor.

17 Aralık’ta bir takım insanlar HIRSIZ oldukları iddiasıyla POLİS tarafından yakalandılar. Bu andan itibaren NORMAL beklenti, İYİ adamların ödüllendirilmesi ve KÖTÜ adamların cezalandırılmasıdır. Toplum ancak bu süreç tamamlandığında tekrar eski haline dönecek ve hayat eskisi gibi akmaya devam edecektir. Oysa 17 Aralık sonrası süreç böyle gelişmedi. Hırsızlar KAHRAMAN ilan edilirken polisler KÖTÜ adam oldular.

Şimdi ister hükümet yanlısı, ister muhalif olsun, SOYUT DÜŞÜNME yeteneği gelişmiş hiç kimse bu süreçten etkilenip DEĞERLER SİSTEMİNİ sorgulamaya başlamayacaktır. Kimileri aslında bu süreçte polisin İYİ adamı oynamadığını, olayların komplo olduğunu düşünerek; kimileri ise bu sürecin arızi bir süreç olduğunu düşünerek hırsızın KÖTÜ, polisin İYİ olduğu şeklindeki genel geçer değerlerini korumaya devam edecektir. Fakat ne yazık ki toplumumuz içinde henüz SOYUT DÜŞÜNME yetenekleri gelişmemiş ve olayları erişkinler gibi değerlendiremeyecek önemli bir nüfus var: ÇOCUKLARIMIZ.

Çocuklar nasıl öğrenir?

Burada öğrenme teorilerine girecek değilim; yalnızca çok genel hatlarıyla aslında hepimizin çok iyi bildiği bazı gerçeklerin altını çizmek istiyorum. Çocuklar dünyaya geldikleri andan itibaren çevrelerinde olup bitenlerden etkilenmeye başlarlar. Çocuk için her şey bir uyarandır ve bu uyaranlarla çok çeşitli şekillerde ilişkiler kurarlar. Çocuk ilk olarak DİL öğrenmeye başlar. Burada dikkat çekmek istediğim nokta şudur: hiç kimse çocuğuna dil öğretmek için özel bir çaba sarf etmez; çocuk evde konuşulan dili kendi kendisine öğrenir. Hatta evde diyelim iki farklı dil konuşuluyor olsa, çocuk hiç zorlanmaksızın, diğer çocukların bir dili öğrendiği süre içinde iki dili kolayca öğrenecektir.

Çocuk büyüme süreci içinde dünyayı aynı dili öğrendiği gibi KENDİ KENDİNE öğrenir. Öğrendiği şeylerle DEĞERLERİNİ de oluşturmaya başlar. Dinlediği masallardan, evde yaşananlardan, TV’de gördüklerinden, evdekilerin yaptıklarına verdikleri tepkilerden kendisine göre sonuçlar çıkartmaya başlayan çocuk İYİ, KÖTÜ, DOĞRU, YANLIŞ kavramlarını geliştirmeye başlar. Fakat bir çocuğun dünyayı ERİŞKİNLER gibi kavrayabilmesi henüz mümkün değildir.

Çocuklarda SOYUT DÜŞÜNEBİLME yeteneği genellikle 10 yaşından sonra gelişmeye başlar. 10 yaşına kadar çocuklar henüz soyut düşünemedikleri için atasözlerini, deyimleri, TV’de gördükleri bazı şakaları anlayamazlar. Örneğin bu nedenle pedagoglar 4 – 5 yaşlarında çocuklara dini eğitim verilmesinin doğru olmadığını savunurlar. Bu yaşta kötü şeyler yapanın cehennemde CAYIR CAYIR yanacağını “öğrenen” çocuk, bir yaramazlık yaptığında ruhsal dünyasında çok kötü deneyimler yaşayabilir.

Belki çoğumuz farkında değiliz fakat 17 Aralık’tan beri çocuklarımız İYİ, KÖTÜ, DOĞRU, YANLIŞ algılarını hallaç pamuğu gibi atan bir süreç yaşamaya başladılar. Biz onların henüz dünyadan haberlerinin olmadığını sanıyoruz, fakat onlar bizim gibi gazete okumasalar da, TV karşısına geçip haberleri izlemeseler de, olup bitenlerden en az bizim kadar HABERDARLAR. Ancak çok önemli bir FARKLA: biz soyut düşünebilme becerilerimiz sayesinde DEĞERLERİMİZİ sorgulamadan olayları anlamlandırabiliyoruz, fakat onlar yapamıyor. Bugün 5 yaşında bir çocuk HIRSIZ – POLİS oyununda kendisini kaybedebilir...

Özal çocukları

Aslında Türkiye yakın geçmişinde çok benzer bir süreçten geçmişti ve bugün olan biten bir “de ja vu” olarak tanımlanabilir. Çocukluk yıllarını 1980’li yılların ortalarında yaşayanlar, o dönemin popüler tümceleriyle büyüdüler: “benim memurum işini bilir”, “anayasayı bir kez delmekten bir şey olmaz”, “köşeyi dönmek”... Biz bu dönemin etkilerini, o dönemin çocukları gençlik çağlarına eriştiğinde görmeye başladık. Amaca ulaşmak için her yolun mübah olduğuna, her koyunun kendi bacağından asıldığına ve gemisini kurtaranın kaptan olduğuna inanan bu nesil, Türkiye’nin bugünlere gelen yollarını döşedi.

1990’ların sonlarını anımsayın. Özal çocuklarının çalışma yaşamına girdiği bu yıllar, Türkiye’de DAYANIŞMA kültürünün tamamen yok olmaya başladığı yıllardı. Emeğe karşı yapılan hiçbir saldırıya direnmeyen gençler, KENDİLERİNİ KURTARMA yolları arıyorlardı. İşte bu ortamda emeklilik yaşı 65’e çekilirken, Özal çocukları “bana ne, ben bireysel emeklilik sigortası yaptırırım” diye düşündü. Sağlık Ocakları kapatılıp Aile Hekimliği sistemine geçilirken, “ben birkaç yıl yüksek ücret alıp köşeyi döneyim de...” dedi. 

Aslında Özal döneminin etkilerini toplumsal olaylarda açıkça görüyoruz. Meydanlardaki kalabalıklara bakın; ya saçları aklaşmışları (Özal döneminde artık değerleri oluşmuş yaşta olanlar) ya da gençleri (Özal öldükten sonra doğanları) görüyorsunuz. Aradaki kuşak Sezen Aksu’nun Özal dönemini çok iyi tasvir ettiği şarkıdaki gibi: “Bir yanımız her duruma müsait. Ne kadar uyarsa o kadar ister” diyor.

Asıl tehlike gelecekte

Bugün etraflarında olup bitenleri bir sünger gibi çeken çocuklar, yarın genç olduklarında, Türkiye şeriat veya bölünme tehlikelerinin çok daha ötesinde bir tehlikeyle karşı karşıya kalacak: tamamen yok olma tehlikesi.

İster şeriat toplumu olsun, ister etnik temelde bölünmüş toplumlar olsun, bütün toplumları o toplumun bireylerinin üzerinde az çok uzlaştığı DEĞERLER ayakta tutar. Bir şeriat toplumunda laik bir birey olabilirsiniz; örneğin bugün İran’da veya Suudi Arabistan’da yaşayan HERKES şeriat yanlısı değil. Fakat İYİ, KÖTÜ, DOĞRU, YANLIŞ konularında üç aşağı beş yukarı uzlaşabilirsiniz. Örneğin HIRSIZ şeriat yanlısı için de, laik içinde KÖTÜ kişidir. Fakat tam tersi durumda eğer İYİ, KÖTÜ, DOĞRU, YANLIŞ konularında farklı düşünüyorsanız, o toplumun yaşama şansı kalmaz.

Türkiye’yi bekleyen tehlike Mart’ın sonunda değil, eğer 17 Aralık süreci böyle devam ederse 2023 yılında, bugünün çocukları genç olduğunda karşımıza çıkacak. Türkiye’nin kuruluşunun 100. yılını kutlamak yerine, tarihe karıştığını göreceğiz. Akif Akalın

Facebook
yorumlar ... ( 5 )
24-02-2014
25-02-2014 21:43 (1)
İnsan BU'da yönetim değişikliğinden sonra daha az yazı, daha az yorum... Böyle bir hisse kapıldım kaç gündür baktıkça... Eski yöneticiyi arıyoruz ama böyle :) Özlem Ö.
25-02-2014 21:51 (2)
Bu görüşünüzü içtenlikle paylaşıyorum, inanın eski yöneticiyi ben de arıyorum! Ancak "durmasındansa" "yavaşlama" tercihi bu. Yorum konusuna gelince S.Demirel'den uyarlarsak: yazdınız da yayınlanmadı mı?! ne kadar yorum gelirse, o kadar yayınlanmakta... taylan kara
26-02-2014 08:34 (3)
Taylan Bey yanlış anlaşılma olmasın, yorumlarımız yayınlanmadı demek istemedim, her zaman herkese yer veriyorsunuz gördüğüm kadarıyla, teşekkürler :) Yazılar azaldı, ilgi azaldı, az yorum geliyor insanlardan gibi geldi bana, naçizane bu düşüncemi paylaşmak istedim... Size işlerinizde kolaylıklar diliyorum, bu siteyi kuranlara da, teslim alıp yöneten sizlere de sevgi ve saygıyla... Özlem Ö.
26-02-2014 08:34 (4)
2023'ü değil bugünkü psikiyatrik bozukluğumuzu nasıl gidereceğiz? Özal'la başlayan toplumsal çürümenin sınırı var zannediyordum, yok olduğunu görüyoruz. Sosyologum,toplumsal yapıyı analiz edebiliyorum. Ama analiz etmem değiştirmemi sağlamıyor. Psikiyatrlar gibi kendime terapi yapma tedavi etme şansımda yok. İşsiz biri olarak kpss'ye çalışmak yerine buradaki yazıları okumayı tercih ediyorum. KPSS dışında da birilerine yamanmaya çalışıp iş bulmaya çalışacak kendimi kirletecek biri de değilim.
26-02-2014 10:49 (5)
Doğru yazı... Aynı tema, Doğan Ergun'un "Türk Bireyi Kuramına Giriş" başlıklı kitabında geniş bir şekilde işlenmişti.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211479
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.