Bazı sosyalist örgütler sanata ve kültüre ilişkin konuları “sanat sepet meselesi” olarak küçümsüyorlar. Siyasetin önceliği ve belirleyiciliği bütün öteki alanları geriye itiyor, giderek gereksiz bir yük haline getiriyor. Oysa siyasetin içinde kendini varedeceği bir kültüre gereksinimi var. Daha da önemlisi, siyasi düşünceyi maddi bir güce dönüştürecek insanları ve örgütü yaratmak için ortak bir dil, kültür temeli olmak zorunda. Siyasetin dolaysız etkisini daha derinlere kazıyacak, geçici topludurumlara (konjonktür) dayanıklılık gösterecek bu devrimci kültürün en az siyaset kadar önemli olduğu söylenebilir.
Yalnızca “sanat sepet meselesi” olarak alınsa bile, konu, insanlık tarihi açısından şaşırtıcı bir yerde duruyor. Sepet, uygarlığın kuruluşunda önemli bir buluş. Ağaçtan yoksul Mezopotamya uygarlığı sepet örgüsüyle, çırpılardan evler inşa ediyor ve çamurla sıvanan bu yapılarla kurulan şehirlerde insanlığın ilk atılımlarını yapan büyük bir tarım uygarlığı doğuyor. Yazıyı yaratan bu uygarlıkla birlikte, sanatın da, ilk duyuş-düşünüş yollarından biri olarak hayata katkıda bulunduğunu görüyoruz. İnsanlığın ilk destanlarından Gılgamış, çamur tablet üstüne kazınıyor. Hayatı çerçeveleyen sepetle birlikte, toplumsal sorunlara eğilen sanat da hayata etkide bulunuyor. Gılgamış ve Enkidu, ağaçsız Sümer şehirlerinden sedir ormanının koruyucusu Humbaba’yı öldürmeye gidiyorlar. Bu, Lübnan ve Toros dağlarından büyük bedellerle getirilen kerestesi değerli sedir ağaçlarına ödeme yapmaksızın sahip olmak için yapılan bir seferdir.
Gılgamış’ta siyasi çatışma
Ölü bir dilin, bilinmeyen bir alfabenin, binlerce yıl sonra toprağın altından çıkarılan kırık tabletlerin, nice serüvenlerle çözülmesiyle bölük pörçük okunan Gılgamış destanı, o günün insanını ve uygarlığını anlamak için inanılmaz bir edebi kaynaktır. Kramer’in deyişini biraz değiştirirsek, tarih gibi, edebiyat da Sümer’de başlar, diyebiliriz. Uruk kralı Gılgamış’ın “insanlığın yazgısı” ölümü yenmek için giriştiği trajik arayışı üç bin yıl sonra bile etkileyicidir. Muzaffer Ramazanoğlu’nun, Landsberger’in katkısıyla yaptığı, 1941 çevirisinden aktarıyorum: “Ah, nasıl susayım? Ah, nasıl susayım? Kırlarda şuraya buraya koştuktan sonra, yerin altına başımı dayayıp bütün yıl uyuyacak mıyım? Hayır! Gözlerim güneşi görmek istiyor. Kendimi güneşin aydınlığına kandırmak istiyorum. Benim için karanlık, aydınlık kadar uzaktır. Ama ölü, ne zaman güneşin ışığını görmüştür?”
Destan, aynı zamanda, ilk siyasi çatışmanın da ipucunu taşır. Destanın başında Uruk kralı Gılgamış şöyle anlatılır: “Silahları kalkıktı. İnsanlara dirlik vermemek için eli durmazdı. Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe eksildi. Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa sola çatardı. Gılgamış ağılı bol Uruk’un ne biçim çobanıdır?” Bu zulümden bunalan Uruk halkı, onları Gılgamış’tan kurtarması için tanrılara yalvarır. Bu yakarışa kayıtsız kalmayan tanrılar Gılgamış’ın antitezi olarak Enkidu’yu yaratırlar. Yabanıl, çoban topluluğun simgesi Enkidu ile uygar toplumun kralı Gılgamış’ın kavgasından bir uzlaşma ve dostluk çıkar. Öykünün uygar toplumun bakış açısından yazıldığını unutmamak gerekir.
Efendi- köle çatışması ilk edebiyat eserinin temel sorunsallarından biridir.
Edebiyatın somut dili
Siyasi bilincin etkili olabilmesi için alıcısında yaşam deneyimleriyle bağ kurmasını sağlayacak, somutlaşacak bir dil kurması gereklidir. Sanat ve edebiyat bu dili geliştirmek için zengin olanaklar içerir. Siyasi dilin dolayımsızlığının darlığını, sanat ve edebiyatın dolaylı ve imgelere dayalı somut dili içinde yeniden üreterek kökleştirmek mümkündür. Nâzım Hikmet’in her bilinç düzeyinden emekçiye şiirleriyle sosyalizm duyarlılığını ve bilincini kazandırmasını düşünelim. Baskılarla sürekli kesintiye uğrayan siyasi çalışmanın kısıtlılıklarını bu dev şairin sanatı bertaraf etmeyi başarmıştır. Bugün de sosyalizmin en iyi anlatımını ve propagandasını, hayata içerilmiş imgelerini onun şiirlerinde buluyoruz.
Sosyalist mücadelenin “sanat sepet meselesi”, kitleleri siyasi bilince açık hale getirecek, hayatıyla bağ kurmasını kolaylaştıracak, bu bilinci kökleştirecek, militan bir sanat ve edebiyat yaratma sorunudur.
B. Sadık Albayrak