İnsan değil, çakma insan bu!..

Yerlisi yabancısı, irisi ufağı, orijinali çakması ne yapıyorlar? Peki biz ne yapıyoruz?

 

Onlar giydiriyorlar. Biz giyiniyoruz. Bu kadar basit. Soygun düzeni kurmuşlar. Soyup soyup giydiriyorlar. Giyinip gidiyoruz…

 

Üstümüzü örtmemiz lazım mutlaka. Soğuk var dışarıda, ayıp var. Örtüneceğiz illa. Sıkıca, güzelce örtüneceğiz. Alımlı, bakımlı, şık ve belki de âşık olacağız.  Ne hoş desenler, ne çarpıcı modeller, ne güzel, ne etkileyici kumaşlar var değil mi; ince ve kalın rengârenk ipliklerle örülmüş ne güzel kıyafetler; bakacağız, deneyeceğiz, beğeneceğiz, giyineceğiz... Seve seve giyinecek, çeşit çeşit giyinip güzelleşeceğiz…

 

24 Ocak kararlarını­, ihracata dayalı ekonomiyi, ithal ikameciliğin ardından gelmekte olan bu sermaye rejiminin gereklerini, bu gereklerden en önemlisinin ucuz emek gücü olduğunu, bu gerekleri yerine getirmesi gereken sektörlerin başında tekstilin geldiğini, bu sektörün batıdan doğuya, yani bize doğru kaydığını, bu kaymanın, kararların ve tüm gereklerin hayata geçebilmesi için siyasi bir müdahale gerektiğini ve 12 Eylül’ün böyle böyle doğduğunu anlatan kitaplar, makaleler vardır. Ekonomiyi, ilgili rejimin ruhuna en uygun üç sektörde,  Tekstil-İnşaat-Turizm (TİT) üçgeninde değerlendiren, bu “gelişim”in ilk halkası olarak T’ye (Tekstil) ağırlık veren yayınlar vardır. Çorabın başımıza nasıl örüldüğünü, kalınca bir kumaşın ilmek ilmek nasıl dokunduğunu vb. anlatanlar. Hatta ayrıntıya inip, kotun nasıl kumlanıp aklandığını, silikozisin ne olduğunu anlatanlar bile vardır. Okudunuz mu hiç bunlardan? 

 

Yok. Okumayın sakın. Zehirlenmeyin. Giyinin. Okumaya değil, geçiminize bakın, geçinip gidin. İyi geçinin. İyice giyinip gidin…

 

Bu güzelce giyindiğiniz kumaş öyle bir üretilmelidir ki, öyle bir ucuza üretilmelidir ki, tüm dünya markaları ve onların yan markaları ve alt markaları ve hatta marka bile olamayanları için öyle hesaplı, uygun maliyetli bir hale getirilmelidir ki, güzel güzel, ucuz ucuz giyinebilesiniz. Yerlisi, yabancısı, irisi ufağı, orijinali çakması… güzelce bir giydirilmelisiniz.

 

Evet, ucuzu gerekir, en ucuzu gerekir emek gücünün. Tüm olanakları en çok kısıtlananı. Çalışma saati en uzun olanı. Çalışma koşulları en kötü olanı. Hakları elinden en çok alınanı. Sendikası, sosyal hakkı falan geriliye geriliye hiç kalmayanı. Aslında yaşama hakkı dışında elinde hiçbir şey kalmayanı. Sonra da bir “görülmedik kaza”, bir “beklenmedik yıkım”, bir “olmayacak patlama”, bir “kaderin oyunu”, bir “alın yazısı” daha… o yaşama hakkı da elinden alınanı…

 

Kayar böyle üretim, batıdan doğuya, doğudan daha da doğuya, en ama en ucuz olanına. Kölelik sınırında olanına. Sonra, o sınırın da daha sınırına. Sınırları ve sinirleri en fazla zorlayanına…

 

Sektörü ise en az zorlayanına. Sektör çok değerlidir. İhracat yapabilmelidir. Onurlandırır da sizi, üretim üssü haline getirir ülkenizi, büyüme rakamlarınızı daha büyük gösterir, ülkenizin adını başka topraklarda görürsünüz, mutlu olursunuz. Meydintörki, çok mersi. Bütün bunlar için çok büyük olmalıdır bu sektör, aklı rahat olmalıdır, en alt kademelerde daracık mekânlarda ama en üst kademelerde çok ferah olmalıdır, çok hesaplı, çok az maliyetli. Çok da geniş ölçekli bir sektördür. Öyle ya, herkesi giydirmek gerekir. Milyonlarca, milyarlarca insan var, dile kolay. Yediden yetmişe, çeşit çeşit, renkli renkli, capcanlı…

 

Bazen de ölü. Ölü ve canlı. Bir yanda ölü, bir yanda canlı. Bir yanda 900 ölü, öbür yanda 900 ayrı renkte alacalı bulacalı.

 

Kayar, kayar, doğuya kayar bu. Hoop “made in turkey”lerle övünür olursunuz. Biraz daha kayar. Hooop made in china, tailand, vietnam, malaysia, india ve benzeri ülkeleri okur durursunuz. Tüh dersiniz, bizden oraya kaymış. Olsun bizde de var hâlâ atölyeler, Merter’de, Antep’te, Denizli’de, her yerde, biraz oraya kayar biraz burada kalır, daha ucuz olan daha büyük pastayı kapmaktadır. Ne var ki hem bunda, biz de daha çok ucuzlatalım, daha büyük pay kapalım. Oyunun kuralı böyle değil mi?..

 

Baktınız tam olmuyor, olsun yahu dersiniz, onlar ille de daha ucuz olabiliyorsa, biz de batıdaki gibi daha çok hizmet sektörüne bakarız, yanına TİT’in İT’ini ve bilim ve teknoloji dünyasının öbür “Information Technology” olan İT’ini katar birazcık da öyle kalkınırız. En ucuz atölye giderse gitsin daha doğuya. Bizim endüstri de peşinden gider. Hindistan, Pakistan, Nepal, Bangladeş, zaten ipleri, kumaşları, dokumaları çok güzel memleketler, emek güçleri pek ucuz cennetler. Köleler, köleler, köleler. Biz de kendi atölyemize bakar, İT’imizi besler, batıdakiler gibi pazarlamaya ve satışa kayarız.

 

Sektör böyle, durmaz; kayar, kayar en minimumu verene kayar. Asgarinin de asgarisini verene, icabında askeri düzenle yönetilenine kayar; burada otuz kuruşa ise, orada on kuruşa üretebilene kayar. Burada 12 saat çalıştırabiliyorsa, orada 15 saat çalıştırabildiğine kayar. Burada binası çöktüğünde 100 kişi ölüyorsa, orada 900 kişiyi birden öldürebilenine kayar.

 

Yerlisi yabancısı, irisi ufağı, orijinali çakması ne yapıyorlar sahi? Peki biz ne yapıyoruz?

 

Mavi yakalılarız; üretiyor, ölüyoruz. Beyaz yakalılarız; satıyor, pazarlıyoruz. Geçinip gidiyoruz böyle. Giyinip gidiyoruz…

 

Sadece biz mi, milyarlar böyle. Kaç milyar insan giyiniyor, giyinecek güzelce. Paralısı başka giyinecek, orta hallisi paralıya özenerek başka giyinecek, dar gelirlisi orta halliye özenerek daha başka giyinecek. Batılısı başka giyinecek, doğulusu batılısına özenerek başka giyinecek, uzak doğulusu doğulusuna özenerek daha başka giyinecek. Tüm dünya giyinecek. Markası ayrı, hırkası ayrı. Şapkası başka, şalvarı başka. Ah o çoraplar, ne güzel oldu şimdi değil mi, penti penti. Dagi’de slip külotların üzerine eşeğin şeyini kondurmuşlar, görmediniz mi? Geçen bir tişört gördüm, Allah sizi inandırsın, böyle efil efil, tiril tiril, yanar döner acayip bir şey. Arkadaşlarla öğle tatilinde Kanyon’a gittik yine geçende, süveter var, süveter var gerçekten de; yeni sezonda Levis’in süveterine öyle ipeğimsi bir mavi kondurmuşlar ki, merdiven altında çalışanlar kıçlarını yırtsalar bunun asla taklidini yapamazlar. Görseniz, omuz kesimi şöyle ne kadar şık, bu yazın pembe modasına uygun, kırmızı deri kemeriyle öyle güzel bir elbise vardı ki Benetton’un vitrininde. İşte dedim, tam bizim annemize göre bir hediye.

 

Giyineceğiz hepsinden, çıkacağız sokaktaki defileye.

 

Üstümüzde albenili bir tişört. Üstümüzde bol yaka bir gömlek. Üstümüzde kırçıllı bir kot. Üstümüzde 900 lira cash. Üstümüzde 900 leş. Üstümüzde made in bangladesh.

 

Bangladeş’te, ucuzdan da ucuz emek sömürüsü yüzünden, ucuzdan da ucuza üretilebilsin ve dünyanın her yerinde çeşit çeşit, yerlisi yabancısı, irilisi ufaklısı, orijinali çakması giyilebilsin diye 900’ü aşkın işçi öldü atölyelerin çürük duvarlarının dibinde. İşittiniz mi?

 

Üstümüzde sıcacık tutan bir mont. Üstümüzde tam iş görüşmesine uygun bir döpiyez. Üstümüzde tiril tiril bir elbise. Üstümüzde 38 beden, 40 beden 42 beden. Üstümüzde 900 ölü beden… 

 

Duvarlar sağlamlaştırılabilirdi tabii… ama o zaman da Benetton’un pembe elbisesinin beline geçen kırmızı kemerin tokasını hayranlıkla ve bu kadar ucuza okşayıp sevemezdik… öyle değil mi?.. 

 

Ali Mert

 

alihaluk@gmail.com

 

Facebook
yorumlar ... ( 1 )
10-05-2013
11-05-2013 00:19 (1)
Bakıyorum da Bangladeş'teki olay sanki çok olağanmış gibi fazla konuşulmadan geçiştirildi. Doğru dürüst haber değeri bile olmadı. Medyamız ise çözüm sürecine kitlenmiş durumda. Ali Mert gibi bir kaç yazar dışında da, ben açıkçası bu konuyu önemseyen ve didikleyen görmedim. Sanki 900 tavuk öldü (tavuklar da ölmesin tabiki). yazıklar olsun. Recai Kulaksız
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211015
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.