Sosyalizm için bir bilanço / Bir Marksizm savunusu ve çözümlemesi

Ekim ayı başında Berlin’de Marx-Engels Merkezi (Marx-Engels-Zentrum/MEZ) açıldı. Açılış toplantısında Almanya’nın ünlü Wolfgang Abendroth ekolünden gelen, inadı ve verimliliğiyle ünlü komünist siyasetbilimci Prof. Dr. Georg Fülberth de görüşlerini sundu. Marburg Üniversitesi’nden emekli olan ve art arda kitaplarını yayımlayan 1939 doğumlu devrimci bilimadamı, devrimci durum dışındaki zamanlarda marksizm ve devrimci teorinin görevleri üzerine sorularımızı, bu toplantıdaki konuşmasıyla harmanlayarak yanıtladı.

 

- Berlin’deki toplantıda sizden ne istenmişti?

FÜLBERTH - Toplantıyı düzenleyenler “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” başlığıyla bir sunum yapmamı istedi. Bunu iki nedenle reddettim.

Birincisi: Malum, tam tersi de geçerlidir. Devrimci teori asla devrimci pratikten çok önce gelmez, daima onunla aynı anda gelişir. Yani: Devrimci pratik olmadan devrimci teori olmaz. Şu anda devrimci bir pratiğe sahip olmadığımızdan, etkili bir devrimci teori yoktur. İyi de, bu ikisi şu anda niye yok? Yanıt: Çünkü ne devrimci bir durumdayız ne de devrim öncesi bir durumda. Bu yüzden, ikincisi: Devrimci durum yoksa, devrimci teori ve devrimci pratik de olmaz.

Halihazırda bir devrimci duruma sahip değiliz.

Devrimci teori ile, görünen o ki, tarihsel materyalizm anlatılmak istenmektedir. Kısaca, marksizm. Ama devrimci olmayan zamanda marksizm ne olacaktır?

Marx ve Engels sorunu biliyordu. 1848 tarihli Komünist Parti Manifestosu, acil bir devrim öncesi durumda, adım ve hedefleri bu manifestoda ilan edilen devrimci pratiğe giriş için bir devrimci teoriydi.

Ama devrim başarısızlığa uğradı ve Marx ile Engels, sürgünde, devrimci olmayan bir durumda devrim yapmak isteyen devrimcilerle tartışmak zorunda kaldı. İkisi de böyle bir tutumu darbecilik sayıyordu. Marx 1850’de şu açıklamayı yaptı: “Yeni bir devrim, ancak yeni bir devrimci krizin sonucu olarak mümkündür. Ama o da aynı şekilde diğeri gibi kesindir.” (MEW 7: 440)

 

- Kriz yoksa devrim de yok...

FÜLBERTH – Evet, o zamanlarda Marx ve Engels, devrim beklentisini, bir kriz beklentisine bağlıyordu. Bu anlamda 1857 dünya ekonomik krizinden umutlandılar. Ama onun yerine, krizden sonra devrimci olmayan Viktoria ve Wilhelm dönemleri, Fransa’da da “la belle époque” patlak verdi, 1914’e dek de sürdü. 1859 tarihli “Siyasal İktisadın Eleştirisi Üzerine” yazısında, Marx, devrimin koşullarını yeniden belirledi:

“Bir toplum düzeni kapsayabildiği tüm üretici güçler gelişmeden asla batmaz ve daha yüksek üretim ilişkileri de, bunların maddi varlık koşulları eski toplumun bağrında gelişmeden ortaya çıkmaz. O nedenle insanlık daima çözebileceği sorunları üstlenir, çünkü iyice bakıldığında şu hep görülecektir ki, sorunun kendisi, sadece çözümünün maddi koşulları önceden mevcut olduğu veya o koşulların en azından oluşum sürecinde bulunduğu yerden doğar.” (MEW 13: 9)

Geçerken dikkat çekmiş olalım: Burada 1917-1991 arası sistemler mücadelesi on yıllarında devlet sosyalizmi yenilgisinin bir nedenine de gönderme yapılmaktadır.

 

- Demek ki, Marx’ın temel yapıtı “sakin zamanların” ürünü. Bunun sonuçları olmaz mı?

FÜLBERTH - “Das Kapital” bu koşullar altında oluştu: Devrimci olmayan zamanda kapitalizmin bir analizidir. Bu kitabın çift taraflı bir niteliği vardır.

Bir kere, Marx burada, daha hâlâ kapitalist gelişimin, kapitalizmin, ortadan kaldırılmasına yol açabilecek darboğazlar peşindedir: Kapitalist birikimin genel yasası, kâr oranlarının eğilim olarak düşüşü, anonim şirketlerde şirket sahiplerinin gereksizleşmesi, sermayenin merkezileşmesi... Ama hiçbir yerde bunlardan kapitalist çöküşün zorunluluğu sonucu çıkmaz, o yüzden “Das Kapital”, sadece ve sadece kapitalizmin nasıl sona ereceğini gösteren bir kitap değildir, bu kapitalizmin nasıl işlediğini de analiz etmektedir. Nitekim 1900 çevresinde Rusya’da sayıca küçük liberal burjuvazi  tarafından değerli bulunmuştur ve Çarlık sansürünce yasaklanmamıştır. Kitap, bu ülkede de kapitalist gelişimin perspektiflerini gösteriyordu.

Devrimci olmayan durumlar, marksizmin de devrimci olmamasına yol açar. Gerçi marksizm kapitalizmin analizinde işe yaramaya devam eder, ama temelde neredeyse olumlayıcı bir etkisi vardır, zira, dediğimiz gibi, kapitalizmin nasıl işlediğini göstermektedir. Buna önce Karl Korsch “Marxismus und Philosophie” (Marksizm ve Felsefe) kitabında dikkat çekmişti. Korsch’a göre, 1900 sıralarında, geçen zaman içinde yıllanmış Komünist Manifesto’nun devrimci teorisi, devrimci olmayan güncel durumun oldukça üzerinde hareket etmekteydi. Bu açıdan da Eduard Bernstein daha sadık bir marksist idi, çünkü yaşadığı zamanı (Das Kapital’e-çn.) daha uygun bir biçimde analiz ediyordu.

Burada devrimci olmayan durum, sürekli ve dinamik bir kapitalizm içi devrim durumuna göre, yani bizzat sermayenin toplumu sürekli altüst eden bir devrimci özne olması durumuyla karşılaştırıldığında, henüz pek ferah, sorunsuz bir hale karşılık gelmektedir. Bir devrimci özne olarak sermaye, teknolojik yenilikler üzerinden ve bizzat halk yığınlarının kendi arzularının öznesi olarak kapitalizmin daha da gelişmesine katkıda bulundukları ortak paydanın seferbirliğiyle toplumu altüst etmektedir.

Antonio Gramsci buna “pasif devrim” diyordu: Aşağı sınıflar sermayenin hegemonyasını kabullenmekte ve bu hegemonyayı kendi seferberlikleriyle de bizzat perçinlemektedirler. Johannes Agnoli siyasal üstyapı için bunu bir “Involution” (geriye doğru gelişim) sayıyordu. 22 Eylül 2013’teki Alman seçim sonuçları böyle bir gelişim resmi vermektedir: Burjuva hegemonyasının tamamlanması. Kapitalist siyasetin utandırıcı maskeleri (FDP) ortadan kalkmakta ve onun yerini Başbakan Angela Merkel’in dost çehresi almaktadır. Merkel’in yanında CSU’nun (kendi eyaleti Bavyera’da-çn.) mutlak çoğunluğa ulaşmış bir eyalet başbakanı durmaktadır. Bu eyalet başbakanı (Horst Seehofer-çn.) işçi sınıfı kökenlidir ve uzun süre de (CSU’ya bağlı-çn.) Hıristiyan Sosyal İşçiler örgütünün başkanlığını yürütmüştür.

 

- Bu koşullarda marksizm nasıl bir geleceğe sahip olabilir?

FÜLBERTH - Böyle bir durumda tarihsel materyalizm, eğer tamamen kaybolmazsa, akademik bir niteliğe bürünecektir. Buna bir örnek, ABD’deki analitik marksizm de denilen akımdır. Bunun temsilcileri, şunu kanıtlama çabası içindedir: Kendisine verilen isimle metodolojik bireyciliğin ekonomik ve politolojik teoride tarihsel materyalist olarak da formüle edilmesi mümkündür. Buna göre, marksistler, marksist olmayanlarla aynı şeyi söylemektedir. İkinci tür bir marksist düşüncenin akademik olma oyunu da yeni Marx Okuması denilen şeydir. Bu, “Das Kapital”i tarihsiz ve saf bir kavram mantığına indirgemektedir.

Güncel iki olgu, bu gelişmelere ters durmakta gibidir; öyle görünüyor. Birincisi, halihazırdaki Marx rönesansıdır. Tek bir kuşak içinde iki yeni Marx biyografisi -Francis Wheen ve Jonathan Sperber’in yazdıkları- ve bir de Engels biyografisi -yazarı Tristan Hunt- yayımlandı. UNESCO, “Das Kapital”in ilk cildini “İnsanlığın Belleği”ne kabul etti, ama tabii Nebra Gök Tekeri ve Lorch İlaçlar Kitabı ile falan birlikte. Bu, tarihsel materyalizmin herhangi bir politik anlamı olmaksızın müzelik hale getirilmesi, 19’uncu yüzyılın envanteri arasına düşürülmesi demektir. Tarihsel materyalizmin buradan kesinlikle 21’inci yüzyılda bir hortlak olarak sahneye çıkmaması ve can sıkmaması gerekmektedir; istenen odur.

İkinci bir görünürde güncelleme, halihazırdaki yaygın ve pratik bir işlevi olmayan antikapitalist iğrentidir. Birçok yerde ve gazetelerin kültür bölümlerinde genel bir yakınma var. Ama bu, sadece bir gaz alma işlemidir.

 

- Çevrede kaotik krizler yayılırken bazı emperyalist metropollerdeki sessizliğin hüküm sürdüğünü, ama buna rağmen sosyalizm için buralarda yapılacak çok iş olduğunu yıllardır yazıyorsunuz. Özellikle MEZ tipi girişimleri önemsediğinizi biliyoruz. Siz, içinden geçtiğimiz şu dönemin ruhuna nasıl bakıyorsunuz? Daha doğrusu, marksizme ve reel sosyalizm deneyimine nasıl bakmalı?

FÜLBERTH – Daha önce sözünü ettiğim iki “görünürde istisna”, şu anda devrimci teori için kötü bir zamanda olduğumuzu gösteren koşullardaki herhangi bir şeyi değiştirmiyor. Gerçekten de bir Marx-Engels Merkezi (MEZ)  kurmanın tam zamanıdır.  Bu MEZ’de marksizmin ne olduğu üzerine düşünülebilir. Marksizm denilince anlaşılabilecek olan şey hakkında geçici bir yanıt şöyle:

1. Ekonominin ve sınıf ilişkilerinin tarihsel materyalist analizi.

2. Buna dayalı bir siyaset teorisi.

3. Kapitalist toplumun ortadan kaldırılması perspektifiyle siyasal pratik.

Marksizmin şimdiye kadarki başarıları ve açıkları hakkında bir bilanço çıkarmak anlamlı olacaktır. Bir noktada kendisini tüm dünyada kabul ettirdi: Materyalizm doğallaştı, genel bir kabul görüyor. Tarihsel materyalizmin 19’uncu yüzyılda kurulması, maddi yaşam koşullarının üstyapı denilen şeyden önce geldiği yolundaki saptama, bilimsel bir devrimdi; bu devrimin sonuçları günümüz düşüncesini değiştirilemez biçimde belirlemektedir. 20’nci yüzyılın Max Weber’den Foucault ve Habermas’a kadar tüm burjuva düşüncesi, tam da kendini ayırmayı aradığı o yerde, önceki bu büyük dönüşüm olmaksızın düşünülemez. Biz hepimiz ve karşıtlarımız materyalistiz, olmak istemeyenler bile materyalist. Neoliberaller de, hele hele onlar, aynı şekilde materyalisttir. Bilim alanında, neoliberaller siyasetin iktisat teorisini (veya Yeni Siyasal İktisat’ı) yerleştirdiler. Sözü geçen teori, siyasetin, ekonominin üstyapısı olduğunu öğretmektedir. Bu, marksistler için son derece tanıdık bir vurgudur. Burada neoliberallerce “ekonomi”den anlaşılan, sadece “piyasalar”dır, yoksa tarihsel materyalizmdeki yine bunların kendisine dayanan şey değil: Üretici güçler, üretim ilişkileri, mülkiyet ilişkileri. Almanya’daki okullarda, işverenlerin baskısı ve sendikaların onayıyla sosyal bilgiler dersinin yerine “siyaset ve ekonomi” dersi geçti. Burada öğrenilmesi gereken, demokrasinin piyasayla mutlaka  uyumlu olmasıdır. Her neyse artık. Belki marksist öğretmenler, piyasaların altında yatan mülkiyet ve iktidar ilişkilerini görünür kılabilirler; mümkündür.

Kapital’in üçüncü cildinin yayımlanmasından beri, yaklaşık 90 yıl boyunca, Marx tarzı siyasal iktisat eleştirisinin bir Aşil topuğu vardı: Emekdeğer öğretisi ve bununla da artıkdeğer öğretisi kanıtlanamazmış görünüyordu. 1983’te bu alanda büyük bir çıkış gerçekleşti: İki İsrailli matematikçi, Emmanuel Farjoun ve Moshe Machover “Laws of Chaos” adlı kitaplarında, Kapital’in birinci cildindeki emekdeğer öğretisinin büyük ölçüde kanıtlanabilir olduğunu gösterdiler.

Paul W. Cockshott ve Allin Cottrell de, bununla bağlantılı bir biçimde, emekdeğer temelinde yükselen bir demokratik plan ekonomisinin mümkün olduğunu gösterdiler.

 

- Evet ama, doğrusu insanlar o mümkün olanı istemekte pek kararlı görünmüyor...

FÜLBERTH – Gerçekten de, bir başka soru, insanların mümkün olanı isteyip istemediğidir. Örneğin Almanya’daki 22 Eylül seçimlerinin sonuçları, insanların mümkün olanı istemediğini gösteriyor. Günümüz marksizminin en zayıf noktasında bulunuyoruz: Siyasetin ve siyasal pratiğin teorisinde. İdeoloji siyaseti açısından devlet sosyalizminin başarısızlığı boynumuza asılmış bir değirmen taşı gibidir. Bu zor işten kaçamayız; zaten Marx ve Engels de kaçamamıştı. İlk sosyalist devlet, Paris Komünü, sadece iki ay sürdü. Marx, bu Komün’ü “Fransa’da İçsavaş” çalışmasında, 1871’de, köklü bir analiz konusu yapmıştı.

 

- Yenilgimizin analizi mi eksik?

FÜLBERTH - Böyle bir çalışma önümüzde görev olarak duruyor. Sadece uygunsuz çerçeve koşulları değildir mesele. Sormamız gerekenler, şunlardır:

Bir: Şimdiye kadarki sosyalist toplumlar neden bu kadar düşük bir emek verimliliğine sahipti?

İki: Bu toplumlarda neden ürün inovasyonu çok zayıftı?

Üç: Neden demokratik değillerdi?

Bu işlerin neden böyle olduğuna dair yöntemsel bir işareti, Marx’ın 1859 tarihli biraz önce de alıntıladığımız açıklamalarında bulduk. Geçmişimizle meşgul olmak, görevden ayrılmış generallerin yitirdikleri muharebeleri yeniden kurgulayıp nasıl kazanabileceklerini düşünmelerine falan benzemesin; yani iş oraya gelmesin. Olmaz öyle şey. Sosyalist toplumlar, son dönemlerinde -daha önce mutlakiyetçilikte olduğu gibi- kapitalizmin devrimci dinamiği karşısında muhafazakâr kaldıklarını kanıtladılar.

Bu arada ama, kapitalizm kendi iç dönüşümlerini sürdürüyor. Kaçan trenlerin ardından ıslık çalmayı bırakalım artık. Kapitalizmin üstün emek verimliliği sosyalizmi yendi, ama kapitalizmin en gelişkin bölgelerinde bu verimliliğin şimdiye kadarki biçimleriyle arttırılması -ürün inovasyonundan farklı olarak- bu kapitalizm için de bir soruna dönüşecektir. Kapitalizmin tüm iç devrimleri -tıpkı kapitalizm öncesinde de binlerce yıl yapıldığı gibi- insanın insan üzerinde tasarrufta bulunması çerçevesinde gerçekleşmektedir; cinsler ve kuşaklar arasında, birlikte yaşadığımız hayvansal ve bitkisel  dünya ile datalar üzerinde bir tasarruf bu. Devrimci siyaset işte bunu kırmalıdır. Yapılacak çok iş var. Artık işe koyulma zamanı.

Osman Çutsay

 

 

 

 

 

 

Facebook
yorumlar ... ( 6 )
04-11-2013
04-11-2013 13:25 (1)
Hocanın söylediklerinin "gelişmiş" kapitalist ülkeler için % 100 geçerli olduğuna kuşku yok, fakat Türkiye için? Aslında bunu anlamak için küçük bir hayali deney yapılabilir. Gözlerimizi kapatıyoruz ve kendimizi asgari ücretle çalışan 10 milyon emekçiden biri olarak hayal ediyoruz. Öğlen yemeğine kaç para verdiğimizi, sabah çocuğumuz okula giderken cebine ne kadar "harçlık" koyduğumuzu düşünüyoruz. Sonra yurdumun kendisine "komünist partisi" diyen partilerinden birinin gazetesindeki başlıklara bakıyoruz. Hala "nesnel koşullardan" bahsedebiliyorsak gece rahat uyuyabiliriz. AA.
04-11-2013 13:38 (2)
Sol'daki arkadaşlar, sevgili arkadaşlar, sizi sevmeyenlere neden bu kadar çok malzeme veriyorsunuz. Beyinlerinizi birilerimi ele geçirdi? Bertell Ollman kim? Kitap fuarında işçi sınıfı devrimi mi olur? Bunu oyuna dönüştürenin hayat layığını versin! Bir de bunu Nazım Kültür Merkezine mi getireceksiniz? Fotoğrafa bakıyoruz, olacak şey değil! Yapmayın gözünüzü seveyim. S. H
04-11-2013 15:04 (3)
Marx sonrası komünistler, üretim araçlarını zorla devletleştirdiklerinde, bunu devrim sandılar. Oysa asıl mesele, yeni üretim araçları yaratmaktı, asıl devrim o zaman mümkündü -tıpkı burjuvazinin yaptığı gibi. Burjuvazi, aristokrasinin elindeki üretim aracına (toprağa)el koyarak değil, yeni üretim aracı (makine) yaratarak gerçekleştirmişti devrimini (Manifesto'nun başlarında anlatılan budur). FÜLBERTH'in üç sorusu, bu bağlamda çok önemli. Mehmet Yılmaz
04-11-2013 16:11 (4)
"İdeoloji siyaseti açısından devlet sosyalizminin başarısızlığı boynumuza asılmış bir değirmen taşı gibidir..." Bizim bu taraflarda böyle bir sorun var mı? Dönek Hruşçov, aptal Brejnev ve hain Gorbaçov ile meseleyi açıklayamıyor muyuz? "1-Şimdiye kadarki sosyalist toplumlar neden bu kadar düşük bir emek verimliliğine sahipti?2-Bu toplumlarda neden ürün inovasyonu çok zayıftı? 3-Neden demokratik değillerdi?" Biz bu soruların yanıtını biliyoruz.....1.C-Yeterince sopa yoktu; 2.C-Entelektüellerin canı cehenneme ve 3.C-"demokrasi" de neymiş kardeşim! Hiç biri olmadı mı! Kim lan bu adam! OG
04-11-2013 17:38 (5)
Yanıtları bilmek, demek ki sorunları çözmeye yetmiyormuş. Ya da belki, böyle bir sorunun farkında bile değillerdi -ta ki bina çökene dek. belki de "benden sonra tufan" dediler... m. ylmz
13-01-2014 12:54 (6)
Bir çok açıdan katılıyorum. Marksiszmin kendisini güncellemesi ve yeniden kavramsal gözden geçirmesine ihtiyaç var. Gramsci ekolünü kullanan ama ekonomiyi sonradan öğrenen Negri ve Hardt bu konuda epey mesafe aldılar. Gözlediğim kadarıyla pek de ilgi gördükleri söylenemz. Çünkü okumalar Profesörün söylediği uygulama dikkate alınmadan, körleme yapılıyor. Emek sermaye çelişkisinin üstüne bilişim alanında yapılanlarla insan doğa ve insan insanilşkisinde çelişkiler farklılaştırıldı. Özellikle information knowledge ayrımına dikkat çemek isterim. Bugün yaşadığımız "iyi zamanlar" dan daha fazla infor
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210991
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.