Anılar, adacıklar, kazanımlar, kayıplar, Fatsa, Kızıldere, Can Yücel vb. vb.

Uzun bir başlık oldu. Daha da uzardı ama “vb.” var neyse ki. Ve benzerleri. Sol tarihimizden uzun uzun hatıralar okumaya başladığımız için oluyor böyle. Bazı şeyleri sıkıştırmak kolay değil birkaç sözcüğe. Mazur görünüz, hoş görünüz, affediniz vb. vb.

 

Evet, anılara merak sardık bugünlerde. Başımıza ne geliyorsa o yüzden geliyor zaten. Onlardan hareketle bugüne dair dersler çıkarmaya çalıştığımızdan.  Gürül gürül akanlar ile tıp tıp damlayanları karşılaştırıp ne yapmalı diye sorduğumuzdan vb. vb.

 

Önce edebiyat dünyasından girdik, Ülkü Tamer’in “Yaşamak Hatırlamaktır” anı kitabında Kemal Özer’le, Memet Fuat’la, Yılmaz Güney’le, Genco Erkal’la, Nihat Ziyalan’la, Adnan Özyalçıner’le ve daha niceleriyle ilgili “fıkra gibi” anıların, sıcak bir anlatımın içinden geçtik. Edebiyat ortamının bugünkü “tırtlığı”nı düşündük, geçtik.

 

Sonra, hatıralardan devam edelim derken, siyaset dünyasına giriverince sabitlendik! TİP/TKP eksenli anılara ve ötesinde Türkiye’de (sol) tarih yazımına eleştirel katkıları olabilecek üç çalışma, Doğan Ergüden’den “Vatansız Gazeteci” (Birinci cilt sadece), Orhan Suda’dan “Bir Ömrün Kıyılarında” ve Sadun Aren’den “Puslu Camın Arkasında”, bu “süreç”in sorumlusu/suçlusu oldu!

 

Şimdi de, Mehmet Hakkı Yazıcı’dan “Koca Bir Sevdaydı Yaşadığımız” (Dipnot Yayınları, 2013, Ankara) çıktı... Oğuzhan Müftüoğlu’yla Adnan Bostancıoğlu’nun “Bitmeyen Yolculuk” adlı kitaplarından/nehir söyleşilerinden beri girmemiştik Devrimci Yol dolaylarına. İyi oldu. Önce 68, ardından 78 hareketinin içinden gelen, bir dönem Devrimci Yol dergisinin sahipliğini de üstlenen ama sonradan kendine “dışarıda” başka bir yol çizen Yazıcı’nın, içtenlik dolu bu anıları da, yakın tarih yazımına ışık tutabilecek ve bugüne dair dersler sunabilecek bir nitelikte.

 

Gerçek bir mücadelenin içerisinde pişmiş; önce önemli kazanımlara, sonra büyük kayıplara tanıklık etmiş; tüm bu yıllar boyunca yaşananları açık ve içten bir üslupla paylaşmış; kendini öne çıkarmaktan çok, yaşananları öne koyarak bu sahici deneyimleri sadece kendi gözlemleriyle değil başkalarının yazdıklarıyla da aktarmış “kararında” bir çalışma. Rahat okunuyor. Ankara, ODTÜ, SFK, Tüm İktisatçılar Birliği (TİB), TİB’lilerin DİSK içinde ilk çalışma deneyimleri bir yanda; 12 Mart darbesi ve sonrasındaki “toparlanma” sürecinde Dev Genç/THKP-C deneyiminin içinden gelenlerin neler yaptıkları ve nasıl ayrıştıkları, sonunda Devrimci Yol olarak nasıl bir yol izlendiği, AYÖD, ODTÜ-ÖTK, Direniş Komiteleri, Fatsa vb. diğer yanda, hepsi öğretici deneyimler…

 

Başlığa çıkardığım ve bugüne dair en anlamlı girdileri sunabileceğini düşündüğüm Fatsa deneyimine (ve Can Yücel’e) birazdan geleceğim ama önce bir Kızıldere parantezi açmak istiyorum.

 

Geçen hafta da bu olayın/katliamın yıldönümüydü. On’lar anıldılar. Denk geldi, kitapta da ilgili bölümü okumaktaydım. Olayın “trajik boyutu”yla birlikte aklıma neredeyse kaçınılmaz olarak şöyle bir soru/düşünce de geliverdi: Yılda bir anmalar/anlamalar tamam da, daha etkili ve anlamlı bir anma biçimi olarak Kızıldere’nin neden filmi çekilmez ki? Mahirler’in Karadeniz’e çıkışını (Batman üzerinden Suriye seçeneğinin gözardı edilmesini ya da stratejik bir kararla gündeme alınmamasını), o bölgede günbegün yaşadıklarını, on bir kişinin ayrı ayrı öyküsünü ve konumunu (sadece THKP-C’ye yönelenler değil, dönemin dayanışma koşullarında THKO’lular da var, ayrıca Fatsalı şoför ve öğretmen, Ünyeli çiftçi, SBF dernek yöneticisi ve devrimci bir üsteğmen), Niksar’daki köy ahalisinin geçmişteki ve bugünkü halini, muhtarı ve jandarmayı, Ertuğrul Kürkçü’nün kurtuluşunu, o kritik dönemde farklı sol kesimler arasındaki ilişkileri, Nurhak gibi diğer katliamları vb. anlatan; hem olayın kendisini, bugüne yankılarını, hem geçmişteki hareketi, 12 Mart’ı kameraya alan; (ona da başvuracak ama) sadece Ertuğrul Kürkçü’nün tanıklığıyla yetinmeyecek esaslı bir belgesel filmi, ayrıca uzun metrajlı bir başka yapıtı “hak etmiyor” mu bu büyük olay? Yakın tarihimizden Maraş, Sivas, Ulucanlar, Hayata Dönüş, en son Uludere/Roboski olaylarıyla ilgili, iyi, kötü belgeseller/filmler olsa da Kızıldere için olmaması biraz garip değil mi?

 

Neyse, parantezi kapatalım, geçelim kitabın sonlarında kısa da olsa ele alınan Fatsa deneyimine. (Melih Pekdemir’in ifadesiyle, “Fatsa ise Kızıldere’nin bir devamı ve özeleştirisiydi” dendiğine göre, vardır tabii ki bir bağlantı bu geçişte de).

 

Yazıcı, başta da belirttiğim gibi, kısa ve “özet” sayılabilecek bir anlatımın içerisinde, başkalarının yazdıklarına da yer vererek aktarmış yaşananları. Fatsa bölümünde de şair Can Yücel var. Uzunca iki alıntı olacak ama şöyle:

 

“Can Yücel, Kültür Şenlikleri için Fatsa’ya gittikten sonra izlenimlerini şöyle aktarmıştı: Bana sorsalar ‘nerede yaşamak isterdin?’ diye, Fatsa’da derdim. ‘Fatsa gibi bir yerde’ derdim... Bir zamanlar pek ateşli bir tartışma vardı devrimciler arasında. Devrim kırdan kente mi, kentten kıra doğru mu olacak diye. Ben de ‘Yolda olacak’ diye seçeneği üçlerdim aklımca. Benim bu kestirmeci buluşum Yol’un önemini küçültmez elbet... Fatsa’da yeni bir yaşama örneği oluşuyor, yeni bir üretim biçimine doğru ve buna paralel yeni bir kültür, yeni bir ekin elbette...

 

Yerel yönetimler, hem birimlerinin küçük olması dolayısıyla hem de devrimi bir süreç değil, bir an olarak görme yanılgısını saf dışı etme bakımından elverişli ortamlar oluşturuyor. Öte yandan sınıf çözümlemesinde, analizinde devrimsel eylemi meçhul bir ileri tarihe erteleme sonucunu doğuracak toptancılıklara sapacak yerde, yerel toplumu oluşturan halk katmanları arasında çelişkileri gözardı etmeden buluşma noktaları bulmak, ittifaklar oluşturmak mümkün oluyor...” (age s.241-2)

 

Bir de şiir var Yücel’den:

 

“Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa’ya

O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla

Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar

Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından!

Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını” (age s. 243)

 

Ve Kenan Evren’in meşhur lafını da ekleyelim, kendi sözümüze geçmeden: “Biz gelmeseydik, Fatsadakiler gelecekti.”

 

Fatsa’yla ilgili, hem Terzi Fikri, Dev Yol ve tüm Fatsa halkı olarak yaşananlar, hem de sonrasında Nokta Operasyonu ile ilgili, çok daha ayrıntılı tanıklıklar/yazılanlar var. Ama burada da, Can Yücel’in söylediklerinden hareketle akla gelen çarpıcı bir şey var: Olan bitenin daracık bir yerellikte, sol jargonda kullanılan bir ifadeyle bir “adacık”ta gerçekleşmesi… Biz bir “adacık”ta değil, bütün olarak ülkede (ve hatta dünyada) toplumsal kurtuluşu, siyasal iktidarı arıyoruz, malum. Dolayısıyla deneyim ne kadar önemli olursa olsun, illa ki bir “küçümseme” hali var.

 

Oysa (ya da öte yandan) Fatsa, toplumsal hafızaya kaydolan, nüfusun sınırlı bir kesimine toplumcu kazanımlar sağlayan, bugün de tartışılması gereken, örnek gösterilebilecek ve yeni örnekler nasıl üretilebilir/yaşanabilir diye üzerine düşünülmesi gereken bir deneyim.

 

Bununla bağlantılı olarak, ülkemizde gelecek yıl Mart gibi bir de yerel seçimler var. Türkiye solu mevcut “oyalanma hali”nin dışına çıkıp, verili sıkışmışlıkları aşıp, sahici işler yapacak, gerçek kazanımlarla yol alacaksa, buralara da bakması gerekmiyor mu sizce?

 

Elbette hepimiz biliyoruz “o iş” seçimlerle (küt diye) olmaz diye. Genel bir devrimci yükselişe, nesnelliğe bağlıdır; bu yükseliş koşullarında Terzi Fikri gibi bir halk önderinin çıkmasına, yerel ihtiyaçlara ve onların karşılanmasına; güç biriktirmeye ve biriken gücü dönüştürmeye; kolektif araçlar geliştirmeye, barınma/sağlık/eğitim/ulaşım gibi yakıcı alanlarda somut ve kamucu işler yapabilme erkine, yeni halkçı yönetim ve karar alma mekanizmalarına vb. vb. bağlıdır… Sadece geçmişteki Fatsa değil, yakınlardaki Dikili deneyimi de aynı şekilde ele alınabilir. Ya da sosyalistlere gelip giden Hopa’nın, halen sosyalist partilerden adayların belediye başkanı olduğu Samandağ ve Mazgirt’in neden Fatsa ve Dikili kadar öne çıkamadığı ya da Avrupa’nın ortasında Graz’ın nasıl böyle öne çıktığı vb. vb.

 

Tabii şöyle de denebilir ve genelde denmektedir: “Aaa, şuna bak, yerelcilik yapıyor”, “Bak hele, adacık öneriyor”, “Tövbe tövbe, şimdiden seçim diyor”, “Bir sürü işimiz, kampanyamız var, zamanı mı şimdi” vb. vb. vb.

 

alihaluk@gmail.com

 

Ali Mert

 

Facebook
yorumlar ... ( 3 )
05-04-2013
05-04-2013 11:41 (1)
aslında, bölge belediyelerinde de birçok şey denendi, yaşandı. bunların da anılmasını beklerdim. ayşe d
05-04-2013 12:20 (2)
haklısınız. ama açıkçası neler yapıldığını bilmediğimden, takip edemediğimden eksik bırakmışım. takip edemeyince de akla gelmiyor tabii. dersime ve "dersim"e ve tüm bölgeye dair çalışabilirsem, belki ileride bir başka yazı... selamlar... ali
05-04-2013 14:43 (3)
tarihsel değerleri yok saymak, üstüne basmak, yeni zamanların yeni "trendi" olmuşsa olsun... birikimli ilerlerse bilim,ampulu bulmadan televizyon üretmek gibidir geçmişi anlamadan geleceği yorumlamak.. yaratılan onca örnek değeri,onca yaşanmışlığı yok sayarak yeni bir şey yaratmak... halbuki bir direniş geleneği bıraktı kızıldere.. kendi öz gücüne dayanarak devrimci siyaset yapma geleneğini,emperyalizme karşı olma disturunu bıraktı... emperyalizme,faşizme ve her türlü gericiliğe savaşma geleneği bıraktı
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211020
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.