Felsefe yoluyla kişisel gelişim: İlgi çekici bir mecra

“Biz mümkün olan dünyaların en iyisinde yaşıyoruz.” Leibniz

Felsefeyle Terapi (Felsefe Yoluyla Kişisel Gelişim) adlı kitap Andreas Mussenbrock’ca yazılmış, Nafer Ermiş Türkçeye çevirmiş. Büyülüdağ Yayınları Kasım 2013’de çıkarmış.

Kitaptan alıntılarla eseri tanıyalım

Felsefe, bir terapi yöntemi olabilir mi? Anlam ve yönelim arayışında, günümüz insanına yardımcı olabilir mi?

Bu kitap, felsefe tarihi içinde, bu bakış açısıyla yapılan bir yolculuktur. Burada, önemli oldukları kabul görmüş 18 filozof seçilmiştir. Bu filozoflar, bu ve benzer bir felsefe pratiği içinde bir çözüm arayan dört (kurgusal) kişinin örnek hikâyeleri üzerinden incelenecektir.

Kendini tanı…

… diye yazar, Delfi’deki Apollon Tapınağı’nın giriş kapısı üzerinde. O günün filozofları böyle bir çaba içindeydiler. Bu ilke o günden bugüne felsefenin en temel hedefi olarak kabul edilir. O halde, kendini tanıma amacı taşıyan her türlü düşünme felsefedir. Bu açıdan bakıldığında her insan, kendi ve “dünyadaki varoluşu” üzerine düşünmeye başladığı andan itibaren filozoftur.

Böyle bir düşünme süreci zaman ve cesaret gerektirir…

***

Sokrates’ten sonra felsefenin neden giderek sokaklardan ve meydanlardan çekildiğini ve akademilere ve üniversitelere hapsedildiğini araştırmak ilginç olabilir.

***

Kendimizi geleceğin felsefi danışmanı olarak hayal edip, günümüz felsefi kliniklerine başvurması muhtemel dört örnek danışanı tanıtacağız. Bu esnada, büyük düşünürler de tanı ve tedavi yetilerini kanıtlama imkânı bulacaklar. Her bölümde, bu büyük filozoflar kısaca tanıtılacak, hayatlarına ve öğretilerine dair kısa ve temel bilgiler verilecek. Onlara sırasıyla söz vermeyi daha uygun gördük, yani her biri tarihsel kronolojiye göre sahne alacaklar. Böylece, Sokrates öncesi filozoflardan başlayıp, postmodernizmin vahşi ormanlarında yolculuğumuzu sonlandıracağız.

***

Bugün Sokrates denince akla ilk gelen şey, onun şu ünlü sözüdür: “Bilmediğimi biliyorum.” Bu söz haklı olarak çağlar boyunca yorumlanagelmiştir. Bu, kendi bilgisizliğinin bilgisi, Sokrates’in insanları taş taş üstünde bırakmayan o ünlü felsefe tartışmalarına çekmek için kullandığı en önemli temellerden biriydi. Sokrates, önce muhatabını hiçbir şey bilmediğine ikna eder. Çünkü ancak böyle bir noktadan hareketle, insan yanlış düşüncelerin kıskacından kurtulabilir ve hakiki bilgiyi aramaya hazır hale gelebilir. Konuşmalarda Sokrates için önemli olan, örneğin mutluluk, erdem ya da iyi konusundaki bazı sorulara sağlam yanıtlar aramak değil, tersine önceden edinilmiş ya da başkalarından devralınmış katı düşünceleri sarsmaktır. Bu sarsmanın hedefi alçakgönüllülüktür. Çünkü sadece alçakgönüllüler entelektüel gösterişin ve kibrin ayartmalarına direnebilirler.

***

Bilgileri sadece üst üste yığmak suretiyle acı geçmişinden kurtulabileceğini sandı. Ama bu da başarısızlıkla sonuçlandı. Okulda, üniversitede ve mesleğinde edindiği bilgiler gerçek bir bilgiye dönüşmedi, tam tersine ona her zaman engel oldular. Bilgi onda kendini tanıma içeriğinden yoksun bir bilgiydi.

Annegret, kendini duygusal olarak sınırsız derecede boş hissediyor. Bu sınırsızlığın bir alçakgönüllülük eksikliğinin ifadesi olduğu konusunda hiçbir kuşku yoktur, zira yüzeysel bilgi fazlalığı gerçek bilgisizliği görmeyi engeller; oysa kendi sınırlarını hissetmeye başlaması, bu gerçek bilgisizliği ortadan kaldırmasıyla mümkün olabilirdi.

***

Zayıflıklarını açığa vurabilen biri, bu açığa vurma esnasında güçlüdür. Tekrar ayağa kaldırma, işte tam da bu ifade etme ile bu ifade etmenin açığa vurduğu şeyle zıt bir ilişki içinde olduğu andan hareket eder. Bu anlamda, ifade etmenin kendisi ifade edilen şeyin tam tersi olan durumu kesinkes tecrübe etmektir.

***

Tamamıyla adetâ yatay bir yaşam sürmektedir ve bu yaşam her türlü derinlik ve yükseklik boyutundan yoksundur. Tekdüze bir çizgi üzerinde yassı bir varoluştur bu ve bir süre sonra bıkkınlık yaratması kaçınılmazdır. İçinde sadece niceliğin çoğaldığı ama niteliğin artmadığı bir dünyadır.

Nitel değişimlere kapalı olduğu için nicel olan sınırsızca büyümekte ve sonunda yıkıcı bir boyut kazanmaktadır: büyüyen borçlar, aşılması gereken bir dağ haline gelen zaman, anlam açlığının sürekli olarak yemekle doyurulmaya çalışılması… Her zaman daha fazlasını isteyen yaşam biçimi hiçbir sorunu çözmemekte, tersine onları yaratmaktadır. Sadece maddi çokluk hayatı doldurmaz, bilakis onu giderek fakirleştirir.

***

Absürt kavramı, Camus için bir tarafta bir anlam ve düzen getiren mutlak bir birlik hedefleyen akıl ile diğer tarafta kendi içinde akıl dışı olan gerçeklik arasındaki kırılmayı ifade eder. Absürt olan dünyada değildir, akılda da değildir; bilakis aklın birlik talebi ile kendi içinde, akıl dışı olan dünya arasındaki çelişkidedir. “Absürt, büyük ölçüde bir yarılmadır. Bu karşılaştırılan unsurların ne birinde ne de ötekindedir. O, bu iki unsurun karşı karşıya gelmesinde ortaya çıkar.

“Akıl düzleminde absürdün ne insanda ne de dünyada olduğunu söyleyebilirim, bilakis o bu ikisinin birlikte oluşundadır.”

Peki absürt nasıl karşımıza çıkar? Boşluk, bıkkınlık, sıkıntı ve bulantı absürdün ortaya çıktığı birbirinden şiddetli dört temel biçimdir. Camus’nün absürt kavramına verdiği cevap devrimseldir. Absürde karşı duruşuyla insan kendini bulur ve bunun sonucunda özgürlüğüne kavuşur. Onun yolunu artık ne kader ne de tanrılar çizer. Sisifos kendi kaderinin efendisidir. “Sisifos’un gizli sevinci buradan doğar. Kaderi ona aittir. Kaya onun nesnesidir. … Zirveye karşı verilen savaş bir insan kalbini doldurmaya muktedirdir. Sisifos’u mutlu bir insan olarak düşünmeliyiz.”

***

Kitabın başında sorduğumuz, felsefe bir terapi olabilir mi sorusuna net bir cevap verebiliriz: Evet, onun iyileştirici etkisi vardır. Ama bu ancak felsefenin bir kendini tanıma süreci olarak anlaşılması ile mümkündür.

Bu anlamda, burada tanıtılan felsefi öğretiler, fikirler bir kullanım kılavuzu olarak değil düşünceye yönlendiren çıkış noktaları olarak sunulmuştur. Böyle yapmamız gerekir şeklinde bir yaklaşım, kesinlikle yoktur. Felsefe bir ilaç değildir.

Filozof, bu esrarengiz kendini tanıma sürecini harekete geçirmeyi, kontrol etmeyi ya da tamamen belirlemeyi deneyebilir ama yapmamalıdır. Felsefi danışmanın kesinlikle bir psikoterapi olmamasının temel nedeni de budur. Psikoterapik “kurgu” -burada “sağlıklı” terapist, karşıda “rahatsız” hasta- bir hâkimiyet ve bağımlılık yapısı ortaya koyar; felsefi terapi ise tam da bu kurguya karşı durur.

Kendini tanıma arayışı bir hastalık değildir ve bu yüzden onu tedavi edecek ya da kökünü kazıyacak bir doktora ya da terapiste ihtiyaç duymaz. O, insan olmanın harika bir yoludur…

Facebook
yorumlar ... ( 3 )
08-01-2014
16-01-2014 23:19 (1)
Bugun ayin 16`si 8 gundur bu yaziya bir yorum yazilmamis,hayret,!!.,Oncelikle belirtmeliyimki buraya ilk defa geliyorum,bundan boyle de arada bir firsat buldukca gelecegim.Yaziyi sonuna kadar okudum tabii`ki,beni heyecanlandiran yeni bir ogrenimim olmadi,fakat yazinin en ustundeki giriste "Biz mumkun olan dunyalarin en iyisinde yasiyoruz."Leibniz.Icinde cok uzun bir yorumuda bulunduran su soruyla bitirmek istiyorum.Leibniz,oteki dunyalari gezmis, gormus,incelemisde`mi bir kiyaslama yapmis.hoscakalin simdilik,osman ozkan
17-01-2014 10:20 (2)
Soruyu soran arkadaşa bir ipucu: (İnsanı ve hele felsefeyi anlamak zordur, çok emek ister) Leibniz o sözü 30 yıl savaşlarında Almanya'da taş taş üstüne kalmadığı, nüfusun önemli bir bölümünün öldüğü, kalanların çoğunun göç ettiği, şehir diye, tarım diye bir şeyin kalmadığı yıllarda söylemiş. Neden acaba?
18-01-2014 19:41 (3)
Soru sormaya ve sorgulanmaya açık olmakla başlar felsefe. Adam kayırmaz, kendini bile kayırmaya izin vermez. Örneğin Leibniz "benim dediğim doğru, bu dünya yanlış" diyerek işe başlamıyor. Mümkün olan dünyalar derken de, daha iyisi mümkün değil demiyor. Mümkün olan dünyaların en iyisini bekleyerek zaman kaybetmeyin, ne yapacaksanız bu dünyada yapın diyor. Başka dünya hayalleriniz bile bu dünyadan kaynağını alıyor diyor...
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211467
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.