Dilde kısırlaşma ciddi bir bilinç daralması sorununa yol açıyor. Ne yazık ki televizyonlar, gazeteler, gazete köşe yazarları ve hatta edebiyatçılar dil tahribinin başta gelen suçluları. Bir sözcük moda haline geliyor, bazen de bir kalıp, artık herkesin dilinde o. Her türlü duygu, düşünce veya olguyu artık tek bir sözcükle, tek bir kalıpla anlatır duruma getiriliyoruz.
Son üç-dört yılda kanserli bir hücre gibi, bir vampir yaratık gibi her makaleyi, hatta her kısa iletiyi, cümleyi istila eden bir sözcük var: “Adına” Bu sözcük çevresindeki her türlü sözcüğü yiyip yok ediyor.
Niyetiyle, amacıyla, maksadıyla, nedeniyle, sebebiyle, yerine, başlığı altında, yoluyla, ötürü, namına, hesabına, vesilesiyle, bahanesiyle, temsilen, den dolayı, kaynaklı, için vb. kırktan fazla sözcük veya ifade yerine artık tek bir sözcük kullanılıyor: Adına
Aydınlarımız böyle konuşuyor ve yazıyor, edebiyatçılarımız böyle konuşuyor ve yazıyor.
Sözcük dağarcığının daralması ciddi bir dil kısıtlanmasına, dil kısıtlılığı düşünce kısırlığına yol açar; bu bilimsel çalışmalarla da kanıtlanmış. Tersinden bakarsak, o da doğru: Bilinç ve düşünce kısırlığı dil kısıtlılığına yol açıyor, bu da kısır döngü halinde bilinci daraltıyor.
TDK sözlüğünde “Adına”nın anlamı şöyle açıklanıyor: Bir şeyin veya bir kimsenin namına, hesabına, yerine.
Bir de cümle örneği verilmiş: “Haklı bir öfke adına da olsa bir insandan aklını yüreğinden ayırması istenemez.” S. Eyuboğlu. Gördüğünüz gibi balık baştan kokmuş. Ne kadar kötü bir cümle, “öfke adına” da ne demek? “Kaynaklı” ya da “dolayı” dense daha edebi olmaz mıydı? Bazen bir edebiyatçının herkesten farklı bir cümle kurma hevesi de dili bozabiliyor.
Konuya farklı bir örnek daha vermek ve genişletmek “adına”, yanlışken moda olmuş, sonra yayıldıkça yayılmış ve artık karşı konamaz biçimde “düzgün ve doğru” dile girmiş başka bir hata: “Yazılı basın.”
Ömer Asım Aksoy’un “Dil Yanlışları” adlı kitabında (acaba kaç edebiyatçımız veya köşe yazarımız okumuştur?) “yazılı basın” “adına” 107. sayfada şöyle deniyor:
“Basın” sözcüğü, “yazılı yayın” olduğu için, tek başına “yazılı” kavramını da içerir. “Sözlü basın” diye bir şey yok ki, bir de “yazılı basın” olsun. Bu nedenle “yazılı basın” sözündeki “yazılı” nitelemesi gereksizdir.
Kim takar dil ustalarını!
Bazıları diyor ki, derdimizi anlatabilelim de, yanlış yunluş olsun, ne önemi var. Bazı edebiyatçılar bile aynı görüşte. Sorun şu ki, derdinizi anlatamıyorsunuz işte bozuk bir dille, giderek anlatacak derdiniz de kalmıyor. Bazılarının dil kaygısı “düzgünlük-doğruluk takıntılarından”, bazılarının ki milliyetçilikten, bazılarınınki eğitim-öğretim biçimlenmelerinden kaynaklı; hepsine saygı duyuyorum.
Bendeki ise esas olarak toplumun bilincinin giderek daraldığını görmemden. Üstelik bu evrensel bir sorun. Artık neredeyse her okumuş İngilizce biliyor ve beş altı bin sözcük, üç yüz- dört yüz kalıpla her şeyi hallettiğini zannediyor. Çıkan sonuç felsefeden, edebiyattan, bilimden giderek uzaklaşma, sahte bilimsel bir teknoloji canavarının ve kapitalizmin köleleri haline gelme.
Kaan Arslanoğlu
Not: Haber resmi (karikatürü) beğeniyle izlediğim Erdil Yaşaroğlu’ndan. Çok tuttuğum yapıtlarından biri.