Sağlık olsun! Tıp Bu Değil üstüne öykülü değişik bir yazı

Otomatik kapı gülümser gibi açılıyor. Klimalı hava perdesinden geçerek büyük binaya giriyorum. Hastane binasının koridorunda yürürken içim ferahlıyor!

Kaldırımı olmayan sokaklardan, sıkış tepiş otobüslerden, etrafa çöplerin yayıldığı pis kokulu park alanlarından, havasız işyerlerinden, gürültülü apartmanlardan sonra böyle bir yere gelmek ne güzel! Sessizlik, tenhalık, temizlik…

“Hoş bulduk” diyorum beyaz beyaz gülümseyen kıza. Yanımda yürürken çeşitli açıklamalar yaparak elime broşürler tutuşturuyor. Kolesterol, kalp damar hastalıkları, tansiyon gibi sözcükler görüyorum bu minik kitapçıklarda. Her birini, bana mutlu bir haber verir gibi uzatıyor. Peş peşe. Yenidoğan, uykusuzluk, depresyon, diyet, cilt bakımı…

İlgisi çok hoşuma gidiyor, ama zamanını boşa harcamasına üzülüyorum. Gelen müşterilerle, yani gerçek hastalarla ilgilenmesi gerekiyordur. Bir rahatsızlığım olmadığını, sadece biraz dolaşacağımı anlatıyorum.

Bana hiç de sıcak gelmeyen, otomatik gibi bir ifadeyle gülümseyerek veda ediyor. Kapısında “personel” yazan odaya giriyor. Hareketlerinde, varlığında, bana hüzün vermeye başlayan bir şey görüyorum, ama ne?

Kapıyı kaparken, bir anda bambaşka bir kız haline geliyor. İçerideki birkaç çalışanı da kapı kapanana kadar, kısa bir süre görüyorum. Aynı duvar, aynı zemin, aynı kaliteli malzemeler var içeride. Ve hastanenin her tarafında rastlanan aynı çalışan insanlar. Ama yine de, sanki orası bu lüks binaya dahil değil.

Geçen sene, çalıştığım şirketin beni gönderdiği bir konferans dolayısıyla kaldığım otelde de böyle olmuştu. Tıpkı bu hastane gibi güzel, ferah bir binaydı. Oteldeki bir çalışanla, biraz arkadaşlık kurmuştuk. Çay içmeye davet ederek, beni dinlenme odasına götürmüştü.

Nereden aklıma geldi şimdi geçen yılki otel, kenar mahalleden gelen çalışanlar? En iyisi, etraftaki çalışan insanları görmezden gelerek dolaşmaya devam edeyim. Şöyle sağa sola bakınayım.

A! Ahmet Hoca… Ahmet Aydın!

“Hocam, nasılsınız? Ne arıyorsunuz bu kuytuda? Kıyıya köşeye bakınarak yürümüyor olsaydım sizi hiç görmeyecektim.”

“Biliyor musun” diye hemen anlatmaya başlıyor. “Yirmi bin yıl, otuz bin yıl önce doğan bir insanla bugün doğan bir insanın genetiği neredeyse birbirinin aynı.”

“Evet,” diyorum, “aradaki fark sadece kültürel; yetiştirilme biçimi kaynaklı.”

“İnsan aynı insan” diye devam ediyor, “ama yaşama ve beslenme biçimi tamamen farklı”.

İki milyon yıllık insan evriminde, son kırk bin yılın, son on bin yılın çok kısa bir süreye karşılık geldiğine dikkat çekiyor. Biyolojik yapısına aykırı şekilde yaşayan ve beslenen insan türünün sağlığının son zamanlarda sürekli bozulduğunu anlatıyor.

Söze giren Kaan Arslanoğlu ise ortalama ömrün uzamasının, daha çok bebek ölümlerini azaltmada ve mikrobik hastalıkların tedavisinde elde edilen başarılara bağlı olduğunu anlatıyor. Yoksa beklenen yaşam süresinde pek uzama yok.

Doğru ya, diye düşünüyorum, Mimar Sinan kaç yaşına kadar yaşadı? Ya Ömer Hayyam?

“A, Kaan! Düşünmeye dalınca… Sen de mi buradasın? Usta romancı!”

“E, buradayım elbette.” diye gülümsüyor. “Ama romancı olarak değil, psikiyatri uzmanı olarak… Senin gibi dolaşmaya gelenlere yol gösteriyorum”. Koridordan geçenlerin Ahmet Aydın’ı fark etmesi için duvara küçük işaretler yapıştırma işine ara verip benimle dolaşmaya başlıyor.

Kaan Arslanoğlu olmasaydı bu koridorlarda yanlarından geçip gideceğim, değerlerini anlayamayacağım birçok doktorla tanışıyorum. Uğur Yılmaz, Ali Rıza Üçer, Mutluhan İzmir… Ve diğerleri.

Sağlık sektörün hastalıklardan beslendiğini, dolayısıyla hastalıkları önlemenin bu sektörden beklenemeyeceğini ortaya koyuyorlar. Hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavi sürecinde eskisine oranla başarılı olunduğunu kabul etseler de, bunca ilaç, tahlil ve ameliyat kararlarından şüphe etmek gerektiğinin verilerini gösteriyorlar. En büyük kanıt olarak, dünyadaki sağlık harcamalarının silahlanma giderlerine hızla yaklaştığına dikkat çekiyorlar.

Bakışım, gördüklerim değişmeye başlıyor.

İleride, koşarcasına yürüyen Selmin’i görüyorum. Sevgili hekim arkadaşım. İşini yetiştirmek için hızla ama gönülsüzce yürüyor.

Dönüp bakıyor. Birden gülümsüyor. Çoktandır görüşmemiştik. Seviniyorum.

“Sen de mi buradasın Selminciğim. Ne güzel!”

Gülümsemesi kırılıyor birden.

“Buradayım… Buradayım ama buraya ait değilim.”

Anlıyorum arkadaşımı. Daha önce hiç anlamadığım kadar anlıyorum.

Dolaşmaya tek başıma devam ediyorum.

“Ayşe!”

Hızlı adımlarla yürürken dönüp gülümsüyor. Ablam benim, ailemizdeki doktor. Yine doğru dürüst görüşemiyoruz. Uzaktan el sallıyorum. Çalıştığı ilaç firmasının işleri için mi öyle aceleyle yürüyor yoksa?

Her birimiz bu sistemdeki bir sektöre faydalı olacak şekilde çalışıyor, öyle geçiniyoruz. Muayene odalarına, hasta odalarına birçok insan giriyor, çıkıyor. En çok sağlıklı beslenme konusuyla ilgileniyorlar. Koridorlardaki ekranlarda konuşan beyaz önlüklü ünlüleri dinliyorlar. Kitapçıklardan okuduklarını ve ekranlardan duyduklarını heyecanla birbirlerine anlatıyorlar. Nasıl yaşamak, ne şekilde beslenmek gerektiği konusunu tartışıyorlar.

Elimdeki kitabı kaldırıyorum. Böylesine büyük ilgi gösterdikleri konularda önemli bir kaynak, ama… Yok, aslında gerçek bir ilgi değil onlarınki. Kulaktan dolma bilgiler daha çekici geliyor herhalde.

Kaan Arslanoğlu tekrar yanımda beliriyor.

“Hadi, artık çık buradan.” diyor omzuma dokunarak. “Böyle yerler insanı hasta yapar!”

Güneş doğmak üzere. Saatlerdir okuduğum kitabın son sayfasını da çevirip başımı kaldırıyor ve karanlık pencereden dışarı bakıyorum. Yeni bir gün başlayacak, diye düşünüyorum.

Yine şaşırtıcı davranışlarıyla insanlar sokaklara akacak. Sağlıklarını bozan tıp sektörünü, güvenliklerini tehdit eden güvenlik güçlerini, insanları cahil bırakan eğitim sistemini, halkı habersiz yaşatan medyayı, tüketim tutkusunu ve buna bağlı olarak doğayı tahrip eden üretim gereksinimini… Hepsini bir araya getiren ve kendilerini insanlıktan çıkaran bu düzeni ihtirasla savunan, inanılmaz ama gerçek insanlar dolduracak sokakları.

Elimi hüzünle ve umutla kitabın üstüne koyuyorum. Yaşam koşullarımızın ve sağlığımızın kaybolmakta oluşu, belki de kurtuluş umudumuzdur. Sağlıklı kalmak için artık bir şeyler değişmek zorunda!

Zafer Köse
Tıp Bu Değil, İthaki Yayınları, Kolektif, Editör: İlknur Arslanoğlu

http://www.insanokur.org/saglik-olsun-zafer-kose.html#sthash.lMdGZswx.dpuf

 

 

 

 

Facebook
yorumlar ... ( 4 )
05-02-2015
05-02-2015 11:34 (1)
Değerli Zafer Köse, çok güzel anlatmışsınız. elinize sağlık. Tarzınız gerçekten orijinal. Sizi epeydir takip ediyorum. Yazılarınızı beğenerek okumaktayım. Ama Kitaplarınızı okuma fırsatım bir türlü bulamadım. ama söz romanlarınızı okuyacam. Birde konuyla alakası yok ama aklıma gelmişken sorayım, Zülfi Livaneli'yi çok beğendiğinizi biliyorum. Zülfi Livaneli' yi romancı olarak bilemem ama siyaseten ve duruşu olarak pek hazetmediğimi belirtmek isterim. Kim bilir belki de bilinçaltım( K.ARSLANOĞLU kızabilir şimdi) romanlarınızı şimdiye kadar okumamam da Zülfü Livaneli'nin katkısı vardır diyor:). Tekrar söylemem gerekirse, sizin yazış tarzını gerçekten beğenerek okumaktayım. saygılar. Recai kulaksız
05-02-2015 12:33 (2)
elinize sağlık AA
06-02-2015 21:13 (3)
Merhaba Reaci Kulaksız, Merhaba AA, Birkaç gündür internet bulunmayan bir yerdeydim. Telefonumdan İnsanbu’daki yazılar da nedense okunamıyor.(Yorumlar da okunmuyor.) Neyse, medeniyete döndüm. Recai Bey, sizi, Mevsimsiz portalda yazdığım zamanlardan hatırlıyorum. Birkaç kez yazışmıştık. Kaan Arslanoğlu’nun sıkı bir takipçisi olduğunuzu, onun yazılarını okumak için girdiğiniz sitede, benim yazılarımı gördüğünüzü ve ilgiye değer bulduğunuzu belirtmiştiniz. Sanırım yine öyle oldu. Ne güzel. Selamlar, saygılar, Zafer Köse
07-02-2015 15:24 (4)
Merhabalar Zafer Köse,İsveç te master yapan kızıma tezini hazırlamada farklı bir görüş verebilmesi için sizin yazılarınızı okuma önerisinde bulunmuştum.Gerçekten tarzınız çok farklı ve etkiliyeci Ahmet Aydın Hocamında dediği gibi' sağlığımız doktorların eline burakılamıyacak kadar önemlidir'. Saygılar. Ali Sinan Çerçel. sinanc13@hotmail.com
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210927
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.