Dünya Diyabet Haftası nedeniyle Düzce Diyabetik Çocuklar Derneği farklı bir model uygulama gerçekleştirdi: Batı Karadeniz-Doğu Marmara’yı kapsayan bir “Gezici Diyabet Etkinliği”. Bu konuda Dr. İlknur Arslanoğlu ile konuştuk.
İnsan BU: Nasıl bir uygulama oldu gezici etkinliğiniz?
İlknur Arslanoğlu: Düzce Üniversitesi’nin sağladığı midibüsle çevre il ve ilçeleri dolaştık. Amaç şuydu: Düzce’deki tip-1 diyabetli gençler, çevre illerdeki üyelerimizi, diyabetli çocuk ve ailelerini ziyaret edecekler, seyahatli, eğlenceli, dayanışmalı, eğitimli bir etkinlik gerçekleşecek. Bunun için 12 Kasım’da Kozlu, Zonguldak, Bakacakkadı, Çaycuma güzergahını dolaştık. 13 Kasım’da yine çocukları toplaya toplaya Bolu, Yeniçağa gezimiz oldu. 14 Kasım’da hastanemizde her hafta yaptığımız Perşembe toplantısında Dünya Diyabet Günü’nü topluca kutladık. O akşam Ereğli’de derneğimizin bir kolu akşam yemeği ve toplantı gerçekleştirdi. 15 Kasım’da Adapazarı, Akyazı, Kuzuluk gezimiz oldu. 16 Kasım’da Üniversite kafeteryasında kalabalık bir toplantı ve kutlama yaptık. Tüm etkinlikler 500 kadar insanı kapsadı.
İnsan BU: Eğlenmek ve moral vermenin ötesinde bir hareketlilik herhalde yaptığınız.
İlknur Arslanoğlu: Bu çok zor ve yıpratıcı hastalıkla mücadele için sadece moral ve dayanışma duygusu yetmiyor. Bilgilenme de şart. Üstelik bu bilgilenme sadece çocukları ve ailelerini değil, çevrelerindeki insanları, öğretmenlerini, komşularını da kapsamalı. Bu gezilerde 2 okul ziyareti ve bazı ev ziyaretleri yaptık. Öğretmenlerle, ilgi duyup yanımıza gelen vatandaşlarla konuştuk. Biz derdimizi anlattık, onlar da dertlerini…
Bizi uzaktan gören “ne kadar neşeli bir grup” der. Çocuklarımız gitarla konserler verdiler, oyunlar oynadık. Oysa içimizde yaşanan dramlar da var. Örneğin Zonguldak’a giderken bir telefon geldi, diyabetli bir kız çocuğu varmış, 8 yaşında, ikide bir sokakta düşüp bayılıyormuş. Komşuları ilgilenmeye çalışıyormuş. Çünkü annesi kanserden beyin ameliyatı geçirmiş, zor konuşuyor ve iyi yürüyemiyor. Babası Rusya’da işçi. O çocuğu bulduk, annesiyle alıp geziye kattık. İlk temasımızı kurduk, Zonguldaklı ailelere teslim ettik. Başka bir kız çocuğumuz 11-12 yaşlarında. Anne baba ayrılmış, anneyle Düzce’ye göçmüşler. Anne gece yarısına kadar işte çalışıyor. Küçük kardeşine de bizim diyabetli çocuğumuz bakıyor, zorunlu olarak –ve ne iyi ki-onu da geziye getirdi... Buna benzer bir dizi vaka…
İnsan BU: Uzun süredir benzeri çalışmalar içindesiniz. Nereden esinlendiniz böyle bir çalışma tarzını?
İlknur Arslanoğlu: Üst ihtisasımı yaptığım İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Endokrin bölümündeki hocalarımızın kurduğu bir dernek var. Çocuk ve Adolesan Diyabetikler Derneği. Başkanı Hülya Günöz hocamızdır. Bu dernek 20 yıldır yaz kampları düzenliyor. Rüveyde Bundak hocamızın başkanlığında. Ben de 15 yıldır Firdevs Baş (profesör kardeşimiz), Uzm. Dr. Nihal Memioğlu, psikoloğumuz Derya Toparlak, eğitim hemşiremiz Saliha Yılmaz ile bu kampın sorumlularından biriyim. Birlikte farklı bir tıp algısı edindik. Tıp, poliklinikte veya klinikte hasta bakmaktan ibaret değil. Tüm çocukları, aileleri ve sosyal koşullarıyla birlikte bilmeniz, izlemeniz gerekiyor. Ona göre sürekli iletişim içinde bulunmanız lazım. Benzer bir çalışmayı Kocaeli Tıp Çocuk Endokrin bölümü de yapıyor.
Ben Düzce’ye geldiğimde büyük şehrin iletişimi kısıtlayan karabasanından da kurtulmuş oldum; küçük yer, olanaklar iyi değerlendirilirse iletişim için daha uygun. Bu anlayışı daha ileri götürdüğümüzü düşünüyorum derneğimizdeki yirmi kadar canla başla çalışan arkadaşımızın desteğiyle. Başka arkadaşlarımız da destek veriyor, ama işte bayağı kalabalık bir çekirdek kadro kurduk. Hastanemizde yaptığımız geniş katılımlı haftalık toplantılar bir ilkti bu bakımdan. Ayrıca “yaz okulu” gerçekleştiriyoruz 4 yıldır. O da bir ilk Türkiye’de. “Gezici Etkinlik” de yeni bir deneyim. İki ay önce provasını yaptık Amasra gezimizle. Bize çok şey kattı. Bu yoldan ilerleyebiliriz.
İnsan BU: Çok fazla enerji isteyen bir çaba… Hayretle bakanlar acaba “bunlar bu işi niye yapıyor?” diye soruyorlar mı? Niye yapıyorsunuz bunları?
İlknur Arslanoğlu: İşini iyi, hakkıyla yapmak, insana hizmet etmek doğal bir hekimlik ve insanlık görevi. Evet, insanların kafasında bu ve benzeri sorular oluşuyor. Çünkü alışmamışlar. Bize maddi girdisi yok, çıktısı var. Siyasete atılmak gibi bir kaygımız, mevki kazanmak gibi bir çabamız yok. Eee, niye diye soran çıkıyor kuşkusuz.
Dedim ya, tıp böyle yapılmalı her şeyden önce. Her branştaki her hekim böyle çalışamaz. Gayet özverili çalışan bazı meslektaşlarım, branşları gereği kliniğe bağlı çalışmak zorunda. Ama birçok branştan birçok hekim aslında böyle çalışmalı. Ülkenin değişik yerlerinde bu tarz çalışan yüzlerce dernek bulunmalı. Ama bildiğim kadarıyla sayıları iki elin parmaklarını geçmez.
Böyle çalışmanın doğru olduğuna inanmak ilk nedense, ikinci neden duyarlılık artışı ve model oluşturma arzumuz. Tıbbın böyle de çalışabileceğini gösterirsek, böyle örnekler yaratırsak, hem halkın o yönde bilinci gelişir, hem daha katılımcı ve zorlayıcı olurlar diye düşünüyoruz. Çevremizdeki birçok kişide ve kurumda biz çalıştıkça duyarlılık artışını görüyoruz.
Ama hâlâ birçok arkadaşımız bunlar boş işler diye düşünebiliyor. Biz kendimizde birçok eksik görürken, zaten her şeyin en mükemmelini yaptıklarını düşünenlerde duyarlılık artışı sağlayamıyoruz. Bir de her şeye siyasi bakanların bir kısmı. Burada görünürde bir siyaset fark edemiyorlar, o yüzden durumu vatandaş kadar anlayamıyorlar. Terasta siyaset yapmaya alışmış büyük çoğunluk. Başka işleri küçümsüyor. Zemine inmiyor, insanlarla temas kurmuyorlar. Onların da işleri çok zor, ama zemine gelmedikçe daha da zorlaşacak. O yüzden ben kendi çalışmamıza benzer modelleri önemsiyorum. Vatandaşa sadece terastan söz söylemek nereye kadar. İş-icraat göstermek gerekiyor.
İnsan BU