Solcunun solcuya yaptığını (2) – “Türk Solu” ne zaman ortaya çıktı, nasıl provokasyonlar yaptı?

Türk Solu Dergisi’nde “Tıp Bu Değil”le ilgili söyleşimiz çıkınca bazı dostlardan ağır sitem dolu iletiler aldım.  “Bir kitabın ve bir görüşün yaygınlaştırılması adına Türk Solu'na röportaj vermek nereden çıktı gözünü seveyim? Hani bu adamların kim olduklarını bilmesen, adlarına kanmışsındır diyeceğim. İnsanların imha edilmesini savunan ırkçı (…) tıp etiği açısından kullanılacak mecra mı sence? Cidden çok üzüldüm...” diye başlıyordu biri,  devam ediyordu.

 

Bir başkası, “Ürettiğiniz fikirlerin daha fazla insana ulaşması için göstermiş olduğunuz çabayı anlıyorum. Peki bunun bir sınırı yok mu? Olmamalı mı? Neyi konuşup tartıştığınızdan bağımsız, düşüncelerinizi paylaştığınız zeminin niteliği önemli değil mi? Açıkçası Türk Solu adıyla yayın yapan dergiye röportaj vermenizden mutsuz olduğumu ifade etmek isterim. Açık bir şekilde ırkçı yayın yapan, sola düşmanlığını sergilemekten çekinmeyen bir yayına, topluluğa, konuşmasaydınız eksilir miydiniz? (…) ‘Lahmacun Kürt yiyeceğidir. Yemeyin’ diyen, ‘Türk oğlu Türk kızı Türklüğünü koru’, ‘Kürt varsa sorun var’, ‘Kürt sorunu yok Kürt istilası var’ diyen bir yayın... Bana kalırsa Taraf, CNN, Hürriyet vb. de rastlamadığımız bir dildir bu.”

 

O saate kadar dost bildiğim bir başkası, işi aşağılamaya vardırdı: “Sosyalist yazarların kitaplarını ‘daha çok kişiye ulaşır’ düşüncesiyle banka yayınevlerine vermesini eleştiren bir kişinin, kendi kitabını pazarlamak adına, açıkça Kürtlerin kafasının kesilmesi gerektiğini savunan ve Zaman, Aksiyon, hatta Akit gibi gerici yayınların aksine, genel kamuoyunda dahi hiçbir meşruiyet yaratamamış olan bir yayına röportaj vermesini nasıl tanımlayabileceğimi bilemiyorum.” (…) “ve fakat, bundan böyle sola akıl ve etik dersi verme girişimlerinde bu röportaj karşına çıktığında şaşırma.” 

 

Öncelikle bir yayın organına röportaj vermekle, kitaplarını banka yayınevlerine vermek arasında nasıl bir özdeşlik kurmuş arkadaşlar, bilemiyorum. İkisi de pazarlamacılık diyorlarsa belki minnacık haklı olabilirler. “Tıp Bu Değil”in bir para kazanma kitabı olmadığını, çok yazarlı bir kitap olduğunu, bir misyon kitabı olduğunu, para kazanmanın aksine cebimizden harcama yapmayı gerektirdiğini anımsatarak insani iletişim ve etikte en “fundamental” seviyeden kendimi ifadeye çalışayım. Oraya kadar düşmüşüm demek ki.

 

Söyleşi yapmaya gelince. Başka bir tartışmada da belirtmiştim, o konularda yüzüm yumuşak, biraz ilkesiz ve ahlaksızım, kabul ediyorum. Dört yıl kadar önce Aksiyon’a da röportaj vermiştim. Söylediklerimi çarpıtmadıkça, dürüst bir biçimde benden fikir soran herkese cevap veriyorum. Sanırım bu ilkesizliğim böyle devam edecek.

 

Ama hem bu dostları daha fazla üzmeyeyim diye, hem hakikaten Kürt düşmanı ırkçı söylemi meşru görme gibi algılanır kaygısıyla Türk Solu Dergisi’ne bir daha söyleşi vermeyeceğim. Burada hiç şaka yapmıyorum, ciddiyim. Kürt düşmanı söylemleri onaylamıyorum.

Nereden İcap Etti Bu Söyleşi?

“Tıp Bu Değil” kitabımız çıktıktan bir süre sonra Gökçe Fırat kitap hakkında bir yazı kaleme aldı Türk Solu’nda. Kitabı ve ereğimizi gayet iyi anlamış, güzel, düzgün bir yazıydı. Zaten sol siyasi lider konumunda bir o, bir de Haluk Yurtsever yazdı kitap hakkında. (Sevgili Yurtsever bir kez daha kendini değerlendirmeli bu durumda.) Ülke gündeminin en hareketli maddelerinden birinde, insan sağlığı ve hayatıyla doğrudan ilgili ve politikanın kalbinin gümbür gümbür attığı bu alan hakkında bir şeyler karalamaya,  on ay boyunca öteki çok önemli işlerinden ötürü başka hiçbir sol yazar, lider zaman ayıramamıştı!

Neyse, ikinci kitabımızın daha geniş katılımlı yazarlarca hazırlanacağının duyurularını yapmaya başladığımızda, Ankara’dan Hazar Arısoy isimli bir doktor bize başvurarak yazı göndermek istediğini  söyledi. Biz de gönder, değerlendiririz, dedik. Gelen yazı gayet tutarlıydı, katkı sağlayacak düzeydeydi. Bu yazar Ulusal Parti merkezinde görev yaptığını da belirtmeyi ihmal etmedi. Biz “Tıp Bu Değil-2” de hem bu yazıya, hem de yazarın kimliğine yer verdik.

Ardından aynı yazarımız bize Türk Solu için görüşme teklif etti, tereddütsüz kabul ettik. Bahsettiğim dostlarım kitabı okumadıkları için Hazar Arısoy’un zaten bizim yazarlarımızdan biri olduğunu kaçırmışlar. Bu söyleşi çıkınca Gökçe Fırat fırsattan istifade bir güzel yazı daha döşenmiş ki, anlatmak istediklerimizi bu kadar somut ve doğru olarak biz bile ortaya koyamazdık.

 

O gün söyleşiye başladığımızda ilk sorum şuydu: “Herkes size MİT ajanı, diyor. Nedir bu işin aslı?” Hazar kardeşimiz MİT ajanı olmadıklarını söyledi ve nüfus kağıdını çıkararak gösterdi. Orada öyle bir şey yazmıyordu. Nüfus kağıdı işi şaka! Şu ünlü “Ordu Göreve” pankartını sordum. O dönem ulusalcı kesimde herkesin böyle şeyler söylediğini belirtti. Haklıydı, Cumhuriyet Gazetesi’nin bile kimi manşetlerini düşündüğümüzde.

Sonuç olarak MİT ajanlarıydılar veya değildiler, biz belli bir konu çerçevesinde fikir belirtecektik, belirttik. Şahsen onların ajanlıklarına düşük ihtimal veriyorum, çünkü açık biçimde Turancılığı savunan, söylemlerini en uç biçemlerde ortaya seren bir grup provokasyon veya ajanlık açısından pek de işlevsel sayılamaz.  

Meşru Yayın Çizgisi Ne demek?

Yukarıda bahsettiğim bana sitem eden dostlarımdan birine sordum. Tamam, bunlar provokatif bir grup, fakat kaç kişiyi öldürmüşler şimdiye dek? O açıdan bakıldığında haklı görülebileceğimi, ama madem söz konusu olan bir söyleşi, işe yayın çizgisi açısından bakmam gerektiğini belirtti dost. Türk Solu’nun yayın çizgisi, dili, meşru bulunabilecek bir dil, çizgi değildi.

Şimdi Meşru Olan Bir Yayın Çizgisine Bakalım

Türkiye Devrimci Komünist Partisi Merkez Komitesi ve Kürdistan Bölge Komitesi’nin 13 Ekim 1993 tarihli bildirisinden bir bölüm:

“9 Ekim 1993 Cumartesi günü Dersim Hozat bölgesinde, (…) Partimizin Kürdistan örgütünün on militanı pusuya düşürüldü, açılan yaylım ateşiyle Kürt halkının en değerlilerinden on evladının altısı katledildi. (...) Ne var ki, bu katliamı yapan ne kont-gerilla, ne Hizbullah ne de devletin öteki cinayet örgütleri oldu. Bu on devrimciyi pusuya düşürerek yaylım ateşine tutan, altısını katleden, dördünü yaralayan örgüt, Kürt ulusunun özgürlüğü için mücadele ettiğini öne süren PKK Dersim örgütü oldu. PKK Dersim örgütünün silahlı bir timi, kendilerinin görüşme talebini kabul eden, ağırlayan ve içtenlikle konuşan bu on devrimci halk adamını, bu kabul ve ağırlama sırasında aniden bastırarak katletti.”      

11 Ekim tarihli PKK eyalet konseyi bildirisinde ise, uyarılara rağmen bölgede “provokasyonlarına” devam eden TDKP-Halkın Kurtuluşu adlı gücün bazı “karşıdevrimci” militanlarının öldürülmek zorunda kalındığı ifade ediliyordu. 

Olayın ülke çapında ve hatta yurt dışında duyulması ve artan tepkiler üzerine son derece “meşru” ve legal bir yayın organı olan Özgür Gündem Gazetesi, PKK Dersim “eyalet” komutanı Dr. Baran’la geniş bir söyleşi yapar. (28 Ekim) Yukarda gördüğünüz fotoğraf da ilgili söyleşinin baş sayfadaki haberidir.

Türk Solu misafirimizdir.” Dr. Baran 8. Sayfada, yaptıkları katliamları açık açık savunuyor, bunun gerekçelerini sıralıyor, öldürdüklerini kabul etmekle kalmıyor, katlettikleri insanları  aşağılıyor. Örneğin “6 TDKP militanının öldürülmesi nedir?” sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Bunlara TDKP’li diyemeyeceğiz ve kesinlikle bunlara da inanmıyoruz. Bu birliğin faaliyeti düşmanca bir faaliyettir. (…) Halkımız arasına girerek yaptıkları propaganda şudur: PKK nerede? Gördünüz mü ihbar edin. Bize bildirin. (…) Sivil kılıklı subay ve polisler Kahrolsun PKK sloganı atmışlardır. Nasıl olur da TDKP’lilerin cenazesine kontralar sahip çıkar.”

 

Yine aynı ay. 22 Ekim 1993 tarihli Yeni Gündem, baş sayfa. “ARGK, SHP İl Başkanı’nı Kaçırdı.” “PKK, Kürdistan’daki partilerin kapatılması için çağrı yaptı.” “‘DYP, SHP, ANAP, RP, DSP, CHP vb. (…)nin her kademedeki temsilcilerine yaşam hakkı tanımayacağız’ denildi.” Aynı yayın çizgisi daha sonra alay edercesine hep şunu sorar: “Kürdistan’da neden CHP’nin esamesi okunmaz, öteki sol partiler Kürt halkına kendini kabul ettiremez?” Böyle bir yayın anlayışına ad verilmek istense ne denir?     

Bakınız bu haberlerde ne yok ki. Irkçılık var, bildiğimiz ırkçılığın daha üst boyutunda bir ırkçılık. Sadece halkı değil devrimcileri de milletlerine göre ayırma var: Türk Solu, Kürt Solu. Burada şiddete övgü var. Vahşeti kabul var. Burada daha kötüsü öldürdüklerine hakaret var. Belli ki Denizler’e yakışır biçimde hiç tavizsiz ölen devrimcilere düpedüz iftira ve yalan var.   

 

PKK ve onun hattını savunan yayın organları bunu münferit olarak değil, sola karşı binlerce kez yaptı. Yüzlerce öldürme, binlerce darp ve tehdit. PKK zorla, baskıyla, öldüre öldüre döve döve Türkiye sosyalistlerini ve tüm Kürt solcularını kendine biat ettirdi.

En saygın sosyalist yazarlar bu gazetelere, dergilere yazılar yazdılar, her kesimden sol liderler (bugünün saygın ulusalcıları, liberalleri…) bu çizgiye yaranmak için sıraya girdiler.

Ya ben? Tüm bu saldırıları 1979 yılından bu yana biliyordum. Değişik zamanlarda onlarca kez dile getirdim. Ama Yeni Gündem’den ve aynı çizgideki organlardan bilgi istemi, söyleşi talebi geldikçe geri çevirmedim. Bir değil, en az üç dört kez… Değişik yerlerde katledilmiş eski mücadele arkadaşlarımın kanlarına bastığımı bile bile onlarla konuştum.

Niye? İster kendini pazarlama deyin, ister yüz yumuşaklığı, ister nezaket. Fakat bugün Türk Solu Dergisi’ne söyleşi yaptıysam bunun ayıbı bir kürektir, önce yaptıklarım bir kamyon dolusu utanç… Öte yandan “Niye onlara röportaj verdin” diye bir tek kişi beni ayıplamadı. İlginç değil mi?

Ya bu sol örgütlere ne demeli? Aynı güç defalarca onların yoldaşlarını öldürdü, yaraladı, darp etti, hakaret etti; onlar bu gücün peşinde ayrılmadılar, hiç mi hiç değmeyen kırıntılar ummaktan geri kalmadılar. Tek tek ve bütün olarak Türkiye sosyalistleri ile PKK arasındaki ilişki, üstünde onlarca kitap yazılabilecek sosyal psikiyatrik bir olgudur.   

“Türk Solu” kavramı gördünüz mü nereden çıkmış, ırkçılık nereden çıkmış!

Türkiye sosyalistleri PKK’nın siyasi gündeme soktuğu “Türk Solu” kavramını benimsemekle ırkçılığı da benimsediler, meşrulaştırdılar. Görüldüğü üzere Türk Solu kavramı bugünkü Türk Solu Dergisi’nin icadı değildir, PKK ve Türkiye sosyalistlerinin ortak yapımı bir projedir.  

PKK ne yaptıysa anlayışla yaklaşmamız telkin edildi hep. Çünkü yapılanlar yanlış bile olsa, çekilen onca acılara bir “reaksiyondu.” Haklılık payı var mı? Bence var.

Aynı şeyi Türk Solu için niye düşünmüyorsunuz peki? Özellikle şu son yirmi yıllık dönemde. Çünkü PKK uzun süredir bağımsızlık isteğinin altını çizmiyor. Uzun süredir “Niye Diyarbakır’la yetineceğiz, İstanbul da bizim, İzmir de bizim” diyorlar. Oralarda da çok sivil öldürdüler, Türkleri, genç kızları, çocukları yaktılar. Şimdi de büyük ve güçlü TC için uğraş verdiklerini söylemeye başladılar. Sonunda o büyük ve güçlü TC’yi, K.C yapacaklarını fısıldıyorlar.

Kürtlere karşı düşmanlık yaymanın onaylanacak bir tarafı yok. Ama “tepkisellik” lafı bir şeyleri açıklıyorsa her yerde açıklamalı.

Şimdi “Türk Solu ırkçılık yapıyor” isyanları (ki bence yapıyor ve yanlış) hiç içgörülü gelmiyor bana. Biz ırkçılığı doksanlı yıllarda tam anlamıyla onaylamışız zaten. Irkçılık için sivillerin, hatta devrimcilerin öldürülebileceğini, bunun önemsenecek bir şey olmadığını zaten tasdik etmişiz. Bunun için her türlü yalan dolanı meşru gören medyayı hep birlikte dost bilmişiz.

  

Yüzde yarımın fikri mühendisliği

Yürek dağlayan binlerce öldürüm öyküsü halkın belleğinde. Sağcılarda toplumsal vicdan kırıntılar halinde dağınık durur, solcularınki kavidir, ama artık kayış gibidir. Sağcıların toplumsal aklı uzaktan kumanda TV cihazı gibi çalışır, solcuların büyük çoğunluğununki bant kaydıdır. Birtakım öyküler anlatırız, bazı yeni fikirler, bilgiler veririz de Türkiye sosyalistlerinin kaçta kaçı bunları umursar. Yürekler kapalıdır, zihinler kemikleşmiş, kalıplara konuşuruz.  Yüzde sıfır nokta onlar, on beşler kendi içlerinde iknada pek sorun yaşamazlar. Ama bu vicdansız cinayetler sola yakın sıradan insanlarda soru işaretleri bırakır. Kazanma şansımız olan insanlarda. En sağlıklı düşünebilenler de onlardır aslında. Bizlere sorarlar: “Niye?” Biz çoğu zaman zaten onlardan uzağızdır, bizim hep daha önemli işlerimiz vardır da, muhatap kaldığımızda, bu “niye” sorusu karşısında bant kayıtlarımızla yanıtlar veririz. Kadın veya adam, genç veya yaşlı, tatmin olmaz. “Ama niye onlarla birliksiniz?” diye sorar tekrar. O zaman “bu kişi faşistlerin etkisinde kalmış” deriz, kalkar gideriz. Bizi bırakmıyor, üsteliyorsa, “faşistsin sen” deriz, “ırkçı olmuşsun! Git başımdan.” Çeker gideriz. Acımasızlığa, kendini aldatmaya ve sahici ırkçılığa dayalı bir sosyalist praksis. Yüzde yarımın altına çakılmanın fikri mühendisliği budur.     

Güçlenin Öyle Gelin

Benim Türk Solu’na tavsiyem: Şöyle hiç değilse on bin sıkı militan örgütleyecek kadar güçlenin. Size “Bir tanesiniz, aslansınız, kaplansınız, vurduğunuz yerde gül biter, sizin kulunuzuz, köleniziz” demeyen herkesi bir güzel pataklayın. Ama öldürmeyin. O kadar ileri gitmeyin. Bakın bugün size ajan diyenler, Kürtler, Türkler kapınızda kuyruğa dizilecektir, bizimle de ittifak yapmaya tenezzül buyurur musunuz diye. O zaman ambargo kalkar, ben de yeni bir söyleşi imkanı bulabilirim belki pazarlamacılık açısından. Şaka gibi değil mi, şaka zaten. Ama hayat zaten berbat bir şaka değil mi!      

 

 

   

 

 

 

Facebook
yorumlar ... ( 20 )
06-05-2013
06-05-2013 14:07 (1)
Yazıya genel hattı,doğrultusuyla katılıyorum. Mademki tanıtım açısından görüşülmüş bunun kaçınılacak bir tarafı olmasa gerek. Bütün ulusların faşistleri var mı var. Peki kürtlerin faşisti yok mu? Onlarla bu gün kimler görüşüyor.Kimler ittifak halinde .Dinci fşitlerini biliyoruz da bizdeki Türk faşistlerine benzer Kürt faşistler yok mu.Henüz örgütlenemediler mi.Onlar masum mudur,öyle mi kabulleneceğiz. Hasan B. Aksoy
06-05-2013 20:57 (2)
Gökçe Fırat'ın 'tıp bu değil kitapları' ile ilgili yazılarını, Kaan Arslanoğlu'nun yukarıdaki yazısından sonra merak edip okudum. Gökçe Fırat'ın zıddı epey görüşüm olmasına rağmen, Kaan Arslanoğlu'nun tıpla ilgili düşüncesini en iyi anlayanlardan ve analiz edenlerden olduğunu belirtmek isterim. Benim düşüncem şu; bir kişinin nereye röportaj verdiği değil, düşüncelerinde taviz verip vermediği önemli. Gerisi teferruat. Recai Kulaksız
07-05-2013 08:14 (3)
Yanlışım varsa düzeltin. Kaan Arslanoğlu yakın zamana kadar SİP-TKP üyesi idi. Ve bu parti TKP 1920 üyelerine Aksiyon dergisine röportaj verdi diye demediğini bırakmamıştı*. Bu parti üyelerini Fettullahçı olmakla suçlamış hatta fiziki saldırılar yapmıştı. Kaan Arslanoğlu bu dönemde partisini bu konuda eleştirdimi? * ki SİP-TKP'nin kendiside geçmişte Aksiyon'a röportaj verdiği halde.
07-05-2013 08:14 (4)
Bu sitede iktidar, cemaat, haksız davalar, gaz bombaları, şiddet kültürü, tıpta performans sistemi gibi dişe dokunur somut olayları eleştiren bir tane yazı görebilen oldu mu? Düşene bir de ben vurayım, saptamadan saptamaya koşayım, ezeni eleştirmeyeyim, ezileni ezmenin tam zamanı, akıllı da gösteriyor, eski ezen bunlar zaten, iktidar bu çerçevede haklı bile sayılabilir, ama bu konuları bu şekilde açmayayım, gerçek yüzüm ortaya çıkar da durumumdan özveride bukunmam gerekir anlayışı hakim.
07-05-2013 08:44 (5)
TTB vb. de on yıllardır uygulanan sözel terörden bahsetmiştim. Bu yukardaki arkadaş bunun tipik örneğini vermiş. Onlar gibi olmadığınız zaman ilk silahları sizin mücadele etmediğiniz, iktidara dokunmadığınız gibi vicdansız laf sokmalara başlamaktır. Tam da bunu anlatmak istiyoruz, yılda bir kaç kez gaz yiyip sonraki zamanlarda sol içi tatmin duygusu yaşamak değildir "sınıf mücadelesi". Ne yazsak, ne etsek o lafları sokacak, sizi bezdirmeye çalışacaklardır ki meydan onlara kalsın. Kaan Arslanoğlu
07-05-2013 09:50 (6)
TKP1920 sorusunu soran arkadaşa: Türkiye solunda içerik zayıftır, o yüzden şekillerle uğraşır. Aksiyon'a rop. verme şuna verme, saçma şeyler bunlar. Her somut durumda zarar ve fayda hesabı yapılır, faydası fazlaysa herkesle konuşulur. Fayda ne zarar ne asıl onları konuşmak gerek. TKP1920'nin düz TKP diye ortaya çıkması tehlikeli ve çok yanlıştı, Aksiyon da bunu kullandı. Şimdi de TKP'ye yakınım. Ama TKP adı bana çok sıcak değil. Baştan yapılmış, olmuş bitmiş, şimdi kaşımak gereksiz. Kaan A.
07-05-2013 11:36 (7)
"solcuların büyük çoğunluğununki bant kaydıdır." ne uzun ömürlü tekrar yazılamayan bir bantmış bu.
07-05-2013 20:51 (8)
Bu sitede iktidar, cemaat eleştirisi yok diyen arkadaş, sitenin amacını herhalde okumamış olmalı, iktidar eleştirisi, cemaat eleştirisi okumak istiyorsa başka bir sürü site mevcut. Elbette yeri geldiğinde bu konulara da girilebilir ancak sitenin amacı güncelden çok felsefi temeli olan bir edebiyat, medya eleştirisi şeklinde özetlenebilir. Recai Kulaksız
07-05-2013 21:11 (9)
"İktidar,cemaat",sınıf iktidarının geçici görünümleridir.Aynaları kırarak,yüzünü değiştiremezsin!Asl'olan gerçek iktidarın bileşenleridir."Düşenler""egenekondan"yeterince suçlu olmasalar da 1980lerin türk solcularının,1990ların kürt isyancılarının katlinde yakın ya da uzak suçortaklarıdır;hayatın adaleti!"Saptamadan saptamaya koşma"bir eleştiri değil,kişisel entelektüel yetersizliğin kabulüdür.Üç günlük bir siteye yapmadıklarının eleştirisini getirmek insafsızlıktan öte,bir tuhaflıktır.O.Gürsel
08-05-2013 08:33 (10)
Köle- efendi diyalektiğinde ölüm- kalım savaşıdır mücadele. Köle hayatını ortaya koymazsa köle olarak kalır. Bunun rasyonel altyapısını da kurar. Edebiyat, nihilist, salt eleştirel felsefe eşlik eder neden hayatını öne koymadığını açıklamak için. 80 sonrası apolitik insan oluşturmanın amacı tam da bu olmuştu. Sonuç etkisiz kısırdöngüler, kölenin en akıllısı olur mu, sınıflar varlıklarını sürdürürken hayatını korumaya odaklı köle desteğiyle... S. Bartın
08-05-2013 08:33 (11)
Hayatını öne koyanlar tarih yazarken, diğerleri verilmiş içeriği izler ve yargılarını belirtirler. Politikanın olmadığı yerse aslında yoktur. S.Bartın
09-05-2013 11:00 (12)
Değerli Yorumcular, yazıyla doğrudan ilgisiz, yazıdan çağrışımla başka konulara atlayan, oradan birbirini suçlayan, hatta hakaretler eden, hatta siteyi aşağılayan yorumlar artmaya başladı. Burası bir forum sitesi değil. Oraların durumu malumunuz. Lütfen, ilgili yazıya katkıda bulunan veya o çerçevede karşı çıkan, konu çerçevesini zorlamayan yorumlar gönderiniz. Saygıyla. Kaan Arslanoğlu
10-05-2013 09:22 (13)
Türkiye'de sağ sol her türlü siyasi çevre birbirini suçlamak için hemen iki kavrama sarılıyor: Sen ırkçısın sen faşistsin. Hepsi de Türksolu'nun ırkçı ve faşist olduğu konusunda hemfikir. Demek ki buradan iki sonuç çıkıyor. Birincisi Türkiye dünyanın en antifaşist ve ırkçılık tehlikesinin en düşük olduğu ülke. İkincisi Türkiye'deki tek ırkçı ve faşist hareket Türksolu. Zaten Türksolu da "marjinal"miş. O zaman yine ırkçılık ve faşizm adına korkacak bir durum yok! Ali Ö.
10-05-2013 09:19 (14)
Bence artık Marksistler her gördükleri ulusalcılığı ırkçılık ve burjuva kurgusu olarak damgalamaktan kurtulursa böyle kısır döngü tartışmalardan kurtulurlar. 200 yıllık ütopyadan uyanın. Ne yazık ki ulus bir ideolojik kurgu değil. İşçi sınıfının da diğer emekçilerin de vatanı var. Fabrikalardaki artıdeğer sömürüsünden 300 yıl önce Amerika uluslarını sömürgeleştiren ve kesesini dolduran Batı "işçi sınıfının vatanı yoktur" demek için çok gecikmedi mi?
10-05-2013 09:21 (15)
O zaman bırakın Türksolu da biraz milliyetçilik yapsın. Marksistler her sınıfın kendi çıkarlarını savunmasını doğal karşıladıkları gibi her ulusun zaten yaptığını ve yapacağını da doğal karşılasınlar. Materyalist olsunlar. Belki o zaman ilerici ulusalcılık ile gerici ırkçılıkları analiz edebilirler. Türksolu ile PKK arasındaki eşitlik denkleminin kalkması ve "acaba ırkçı mı oluyorum" korkusu yaşamadan Türklerle empati kurulabilmenin yolu da böylelikle açılır en azından. Ali.
10-05-2013 19:54 (16)
Bugünün doğrusu"yarının"yanlışıdır!Diyalektik düşünürsek belki,"bugünün"doğrusu belki"ertesi günün"yanlışı olur!Milliyetçilik,burjuvazinin öncelikli ticaret,sömürü bölgesinin bir aracı değil miydi?Değişen ne ki milliyetçiliğe meşruiyet tanınsın?Tarihsel süreç olarak kapitalizm-burjuvazi insanlığı elbette ileriye götürdü.Sonuç olarak"iyi"bir şeydi!Ama artık değil!Artık insanlığa verecek"iyi"bir şeyi kalmadı!Ve artık milliyetçilik yapılmasın! O.Gürsel
11-05-2013 10:36 (17)
Milliyetçilik, monarşilere ve teokrasilere karşı ileri bir adım olarak ortaya çıktı. Milliyetçilik olmasa idi halen o düzeylerde kalıyor olacaktık. Sömürgeci burjuvazinin uygulaması milliyetçilik değil, milliyetçilikten geriye dönüştür, ırksal-dinsel değerleri öne çıkartan bir uygulamadır. Örneğin Nazizm uygulaması milliyetçilik değil, ırksal-dinsel bir imparatorluktur. Sömüren ya da sömürülen hiçbir toplumsal düzen milliyetçilik düzeni değildir. Sömürüyorsanız ya da sömürülüyorsanız, mutlaka
11-05-2013 10:37 (18)
milliyetçiliğin eşit kimlikler iddiasından geri adım atarak, ırkı ya da dini yüceltmek zorunda kalırsınız.Buna da milliyetçilik denmez.Sorun, devrimi yapan burjuvazinin kendisini her şeye hakkı olan bir sınıf olarak kutsallaştırması ve giderek nüfusu artan ve mutsuzlaşan bu kitlenin tüketim yoluyla oyalanmaya çalışılması ve kaçınılmaz sömürgeciliktir.Bir modelin yanlış uygulamaları onun toptan yanlış olduğunu göstermez.Milliyetçiliğin karşıtının sosyalizm değil monarşi ve teokrasi olduğunu unut
11-05-2013 10:37 (19)
mamak gerekir.Milliyetçiliğin sömürmeden-sömürülmeden,yani mekânsal onarıma kapalı bir coğrafyada,doğru biçimde uygulanışı,sosyalizme geçiş için gerekli olan,doğumsal kimliklerin aşılmasına yardımcı olan zorunlu bir ara basamaktır.Yoksa dedemin kimliğini aşamamam ve dedemin kimliğine sarılmam durumunda sosyalizme geçemem.Bir ülke dedesinin acılarının peşine düşenlerle dolmuşsa bu ileri bir adım değildir, adı demokrasi de olsa.Bu nedenle,sömürmeden ve sömürülmeden daha çok milliyetçilik M. İzmir.
17-11-2014 14:37 (20)
Bol iddialı, bol aşağılamalı, ama isimsiz! yorum yayımlanmadı.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211386
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.