GİRİŞ:
Dünya Sağlık Örgütü şiddeti “Kişinin kendisine ya da başka birisine, bir gruba ya da topluma karşı fiziksel gücünü istemli olarak kullanması ya da tehdit etmesi” olarak tanımlamaktadır (WHO, 2002). Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ise, “belirli bir zarar veya yaralanmaya yol açan, önceden planlanmamış beklenmedik olayı” iş kazası olarak tanımlamakta ve işyerinde yaşanan şiddet olayları iş kazası kapsamında değerlendirilmektedir (ILO, 1983).
ŞİDDETLE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER:
Literatür verileri sağlık çalışanlarının şiddete uğrama riskinin diğer meslek gruplarına göre çok daha yüksek olduğuna işaret etmektedir. Örneğin Finlandiya’da yapılan bir çalışmada, psikiyatri hemşirelerinin, hapishane gardiyanları ve polislerin ardından en çok şiddete maruz kalan üçüncü meslek grubu olduğu gösterilmiştir (Salminen S, 1997). Benzer biçimde acil servis çalışanlarının da sağlık çalışanları arasında en fazla şiddete uğrayan grup olduğu dikkati çekmektedir (Fernandes CM, 1999). Öte yandan Türkiye’de yapılan çalışmalar da, sağlık hizmeti alanında şiddetin son yıllarda giderek yaygınlaştığı yönündedir (Adaş EB, 2008; Elbek O, 2012).
Sağlık çalışanlarına yönelen şiddetin ekip uyumu ve sağlık biriminin yönetici desteği ile negatif, hasta sayısı ile pozitif korele olduğu bilinmektedir. Öte yandan veriler şiddetin en fazla mesai saatleri içerisinde yaşandığına işaret etmektedir. Ayrıca kadın cinsiyet, şiddete uğrama açısından dezavantajlı konumdadır. Benzer biçimde birinci basamakta, acil serviste ve kamu hastanelerinde çalışma da şiddete uğrama ihtimalini arttırmaktadır. İlaç alma, alkol alışkanlığı ve uzun süre bekleme hasta ve hasta yakınlarından kaynaklanan şiddet riskini arttıran diğer etmenlerdir (GKTO, 2008).
Ne üzücüdür ki, her beş çalışandan ancak birisi mesleki riskler konusunda eğitim almaktadır (Ergör A, 2003). Ancak korkutucu bu tablo karşısında dahi sağlık çalışanları, kendilerine yönelen bu travmada sıklıkla yalnız kalmakta, çoğunlukla olayları rapor etmemekte, rapor edilen durumlarda ise idari yapılar hemen daima hastayı sağlık biriminden uzaklaştırarak olayı kapatmaya çalışmaktadır (GKTO, 2008). İngiltere Tabip Örgütü’nün Ocak 2008’de yayınladığı bir çalışmada; şiddete uğrayan hekimlerin %52’sinin olay sonrasında hiçbir girişimde bulunmadığı görülmektedir (BMA, 2008). Benzer biçimde Gaziantep-Kilis Tabip Odası’nın yaptığı başka bir çalışmada da benzer bir suskunluk halinin Türkiye’de de yaşandığına ve hekimlerin %62’sinin kendisine karşı yönelen şiddet eylemi hakkında herhangi bir şikâyette bulunmadıklarına işaret etmektedir (GKTO, 2008). Ancak Gaziantep-Kilis Tabip Odası tarafından gerçekleştirilen çalışma, az sayıda yapılan şikâyetlerin yaklaşık yarısı hakkında da herhangi bir işlem yapılmadığına ya da uzlaştırılmaya gidilerek sorunun “çözüldüğüne” dikkat çekerek suskunluğun asıl nedenini ortaya koymaktadır (GKTO, 2008).
Öte yandan sağlık çalışanlarında yaşanan tükenmenin de şiddet iklimine katkı sunduğu açıktır. Tükenme Maslach tarafından “kişinin özgül anlamı ve amacından uzaklaşması ve hizmet götürdüğü insanlarla gerçekten ilgilenemiyor olması” olarak tanımlanmıştır (Serinken M, 2002). Halsizlik, yorgunluk, güçsüzlük, takatsizlik, özgüven ve coşkunun azalması/yitimi ile karakterize “duygusal tükenme”; hizmet sunduğu kişilere karşı olumsuz davranışlarla karakterize “duyarsızlaşma” ve iş gereği karşılaşılan insanlarla ilişkilerdeki yetersizlik duygusunda artış ile karakterize “bireysel becerilerde azalma” tükenmişliğin yapısını oluşturmaktadır.
Özetle hem hekimlerin hem de hastaların içinde yaşadığı mevcut ekonomik ve toplumsal koşulların yarattığı sosyal psikoloji, karşılıklı tahammülsüzlüğü, empati ve tolerans yitimine neden olmakta ve gündelik hayatta varolmak için bencilce rekabeti “olumlu” bir değer olarak kodlamaktadır. Böylesi bir ortamda, sağlık çalışanları ve hastaların birbirleriyle olumsuz etkileşimlere girmesi ve mevcut olumsuz etkileşimlerin bir süre sonra şiddete dönüşmesi ise neden değil, aksine sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır (Elbek O, 2012; GKTO, 2008).
ÖNERİLER:
KAYNAKLAR: