Editör Notu: Sözcükler dergisinin Eylül-Ekim sayısı (45) yine birbirinden ilginç yazılarla, güzel şiirler ve öykülerle dolu. Geçenlerde yitirdiğimiz değerli şair Ahmet Erhan’la ilgili de dört yazı yer almış içinde. Bunlardan Turgay Fişekçi’nin yazısını seçtik sizler için. Her sayısını olduğu gibi bu sayısını da okumanızı tavsiye ederiz. Kaan Arslanoğlu
Bir resmin öyküsü ve bir hayattan sahneler
Yandaki tablo (üstteki K.A) Adam Sanat dergisinin Ekim 2001 tarihli 189. sayısının kapağında yayımlanmıştı. 0 sıralar derginin her sayısında yaşayan bir şair ya da yazarın bir ressam tarafından yapılan portresini yayımlıyordum.
Ahmet Erhan’ın Ankara’dan İstanbul’a taşındığı yıl. Kazancı Yokuşunun hemen yanında eski adı Sormagir, yeni adıyla Başkurt sokakta eski bir Beyoğlu evinin küçücük birinci katı. Kendisini sevenler ve gelen gidenlerle zaman tanımadan içtiği günler.
Onu evinden çıkarıp birkaç saat poz vermesi için Artin Demirci’nin Kuzguncuk’taki atölyesine götürebilmem inanılmaz zor oldu. Bir gün önce Hüseyin Alemdar gelmiş. Bakkaldan alınan likörlerle geçirilmiş son yirmi dört saat. Evin kapısından çıktığı anda başlayan bir panik atak. Yol boyu önce evin anahtarını kapıda unuttum geri dönelim ısrarı, ardından anahtarım yok eve nasıl gireceğim telaşı.
Artin’in atölyesinde de sürüyor aynı telaş. Yerinde duramayan bir model örneği. Bu yüzden yarım saat ya da kırk dakikada yapılıyor Ahmet Erhan portresi. Bence Artin Demirci’nin yaptığı sanatçı portreleri içinde en başarılısı.
Üzülüyorum, ilk şiir kitaplarımızın birlikte yayımlandığı gençlik arkadaşımı bu durumda görmekten. 1980’den sonra Ankara’ya çok az gittim. Daha çok o geldiğinde İstanbul’da görüştük hep. Her gelişinde de İstanbul’a taşınması, yerleşmesi planları yaparak.
Ona ve şiirlerine hayranlığımın başladığı günü, bugün gibi hatırlıyorum. 1978 yılıydı. Sanat Emeği dergisini yayımladığımız günlerdi. Bir gün Ataol Behramoğlu, dergi bürosuna girer girmez, cebinden bir zarf çıkarmış, “Ahmet Erhan’dan yeni şiirler geldi. O kadar güzeller ki, kıskandım. Doğrusu o şiirleri ben yazmak isterdim,” demişti. Bizim kuşağın devrimci ozanlarının örnek aldığı biriydi Ataol Behramoğlu. Onun söylediği her şey çok önemliydi bizim için. Şiirleri okudum: “Alacakaranlık yok artık bu dünyada / Kopkoyu bir karanlığa çekiyor yurdumuzu / Suskunluklar, bekleyişler, korkular” diye başlıyordu ilk şiir. İkincisi, “Bugün oturdum ölümü düşündüm” başlığını taşıyordu, üçüncüsünün başlığı “Yıldızlar Oynaşırken Perdeleri Örtmek”ti.
Yirmi yaşında bir genç ozan, ölüm temalı şiirler yazıyordu.
Ankara’ya gidip Erhan’ın Etlik’te ailesiyle oturduğu o zemin kat daireyi gördüğümde anlayacaktım, yirmi yaşında bir gence ölümü düşündüreni de, yıldızlar oynaşırken perdeleri örtmek zorunluluğunun nedenini de. Etlik sağcıların egemenliğinde bir bölgeydi ve hemen her gün yapanı belli olmayan cinayetler işleniyordu. Çok kolay bir hedefti Erhan. Sokaktan geçen birinin rahatlıkla kurşunlarla doldurabileceği bir odada yaşıyordu. Böyle bir odada on sekiz, yirmi yaşını geçiren, her gece silah sesleri arasında uyuyan, hemen her gün bir arkadaşı öldürülen bir genç durmadan ölümü düşünmeyip de ne yapabilirdi? Ardından “Çiçekçi bana bir gül ver / Sevgilime değil, bir ölü için” diye başlayan ünlü şiiri geldi.
Yine o zemin kat daireye bir gidişimde İtalyanca kitaplar göstermişti, “İtalyanca öğreniyorum, Pavese’yi çevireceğim” diyerek. Onun ölüm temalı şiirleriydi önünde duran.
1981’de altı ozan ilk kitaplarımızı yayımlamıştık birlikte. Bizlerden daha önce ünlenen Yaşar Miraç öncülük etmişti bu girişime. Ahmet Erhan’ın Alacakaranlıkta Ülke’si büyük yankı uyandırmıştı. Dönemin ruhunu en iyi yansıtmayı başaran şiirler içeriyordu bu kitap. Kitabın başarısından sonra bir süre Lir Yayınları adıyla kendi yayımladı kitaplarını; sonra da Can, Bilgi, Everest gibi büyük yayınevlerinin yazarı oldu.
Türk Dil Kurumu kapatılmadan önce kurumun genel yazmanı olan Cahit Külebi, masasının üstündeki camın altında kesip sakladığı Yaşar Miraç ve Ahmet Erhan şiirlerini gelip giden konuklarına okur ve “Bu iki ozanın elinde şiir cennetinin altın anahtarı var,” derdi.
İstanbul’da kalışı kısa sürdü Erhan’ın. Önce Silivri, sonra da Beylikdüzü’ne taşındı. Arkadaşlarla arada bir ziyaretine gittik bu yıllarda. Silivri’de, deniz kıyısında uzun bir masa olmuştuk bir gün. Bir başka gün Refik Durbaş’la onu alıp Tekirdağ’a götürmüştüm. Gününü de buldum. 9 Ekim 2004. Sonraki çarşamba günkü Cumhuriyet'te o günü yazmışım. Alova daha Sivrice’yi keşfetmemiş olmalı. Tekirdağ’da geniş bahçesi kayısı ve elma ağaçlarıyla dolu bir evde kalıyor. Elmaların dallarından yerlere sarktığı o bahçede koca bir gün geçirmiştik. O günden bir fotoğraf kalmış her nasılsa...
***
Hepimizin bir gün öleceği şu dünyadan daha da erken ayrılabilmek için çabalamanın insanlık ve dünya için nasıl koyu bir umutsuzluk duygusu barındırdığını düşünmeden edemiyor insan.
Yeni Türkü’nün seslendirdiği şiirinde “Kalırsa bir soru kalır benden” demişti.
Seksenlerden günümüze otuz yıl geçti. Bu otuz yılda eğilip bükülmeyen kaç kişi gösterilebilir? Ahmet Erhan, bunlardan biriydi. Belki bir yenilmiş olarak son otuz yılı kıyıda geçirdi ama düşüncelerinden ayrılmadı. Tutarlı bir hayatın ve şiirin temsilcisi oldu.
Ölümünden sonra yazılıp söylenenler içinde hep kuşağının en önemli şairi olduğu yinelenmiş. Şaşırdım. Bunca önem verilen bir şair neden bu kadar az anımsandı bunca yıldır?
Dergimizin 11. sayısında (Ocak-Şubat 2008) yayımlanan “Büyük ilan” başlıklı şiiri son yıllarının ruh halini gösteren iyi bir örnek.
Turgay Fişekçi
BÜYÜK İLAN
Sahibinden satılık
Hasarlı Bir Hayat 1958 model
Kaçıncı el olduğu bilinmiyor
Bana geldiğinde bundan beterdi
Yedirdim, içirdim, giydirdim
Alkolle çalışır - ÖTV hariç
Sırtında şişe taşımaktan beli büküldü
Ha, bir de egzoz niyetine cigara içer
Kanserli
Bir de ülser
Tekerleri laçka, benden söylemesi
Memleketin bütün yollarında
Bunun yazısı var.
Sahibinden satılık
Markası silik, okunmuyor
Antika niyetine
Ama niye
İçi temiz olmasa dağlarda bırakırdım
Bir kötülüğünü görmedim, yalan olur
Bir hayrını da
İçi temiz dedim ya, has deri kaplama
Amerikalı değil, sanki dünya kırması
Uçurumdan atardım, üstüme kayıtlı
Devlet malına zarar vermekten filan
Korktum açıkçası
Üçe beşe bakmam
Hasarlı bir hayat - 1958 model
Sahibinden satılık
Alacaksan
Al, artık...
AHMET ERHAN