Küçük burjuvalar ekşiyor

Onlardan birine, “Ne yazık, biz edebi bir kuşağız diyen Deniz Gezmiş’lerin romanını küçük burjuvalar yazdı,” diyecek oldum, hemen sesi ekşiyiverdi. “Bütün edebiyatı, sanatı yapanlar küçük burjuvalardır” dedi. Kesin konuşuyordu. Tam, “Ama…” diye söze başlıyordum ki, “Zaten edebiyatta böyle bir kategori yoktur”u yapıştırdı. Küçük burjuva, sınıf içgüdüleriyle ayaklanmıştı; sözün kendisini de vuracağını anlamış olmalıydı. Şaşırtıcı ölçüde öfkeliydi, fokur fokur ekşiyordu. Ama bu ekşimeden tadından içilmez bir şarap çıkmayacağı belliydi. Konuyu hemen kapattım.

Küçük burjuvalar ekşiyorlar. Sanki yıllarca içinde mayalanmaya bırakılmış üzümlerle unutulmuş, taşıp kabarmış koca bir fıçıya saman çöpü düşüyor. Çöpün zavallı cüssesiyle ölçülmeyecek büyüklükte bir fışıltı ortalığı kaplıyor. Ekşimiş küçük burjuvalar kimyasal bir tepkimenin ani ve kendiliğinden patlamasıyla fırlıyorlar.

İthaki ile Yordam’ın kabahatinden büyük özürleri

İthaki Yayınları, Virginia Woolf’un bir kitabını yayınlamış. Başına beş altı cümlelik “ironi” yüklü bir biyografi koymuş. Bunu gören ve beğenmeyen küçük burjuva hemen fotoğrafını çekip twitter’a yüklüyor. Bu da ne ya! Woolf’a dil uzatma; paronoya ve bekâret yakıştırma. Eril söylem! Saman çöpü twitter kuyusuna düştü. Ekşimiş küçük burjuva patlayacak meseleye kavuştu. İthaki Yayınevi küçük burjuvaların baskınına uğruyor. Kapısına boya dökülüyor, duvarına,  Virginia Woolf’un ruhu slogan oluyor. Yayınevi özür twitt’leri atarken, arada eklediği birkaç sözcükten, “uğradığımız sosyal linç”, ekşiyen küçük burjuvanın faşist lümpen proletaryayı hiç aratmadığı, acı bir toplumsal gerçek olarak karşımızda sırıtıyor. Ak-trolleri de aratmıyorlar. “İroni” tutkunu küçük burjuvaların bu hali, hiç de ironik değil.

Aynı gün, belki de aynı saatlerde twittir’da bir başka saman çöpü geziniyor, demeyelim; koca Stalin yoldaşa saman çöpü diyecek değiliz. Yordam Yayınları, Stalin’in ve Chavez’in doğum günlerini kutlayan bir açıklama yayınlamış. Küçük burjuvalar patlıyor; diktatör Stalin’in, Gulag toplama kamplarının, Moskova duruşmalarının ve Boğazlar’dan üs, Kars ve Ardahan’ı isteyenin doğum gününü kutlamaya nasıl cüret edersin! Yordam Yayınları’nın özür refleksi, İthaki’den daha hızlı; hemen açıklamayı geri alıyor. “Çok özür dileriz, biz zannetmiştik ki, 20 milyon yurttaşının canı pahasına Alman faşizmini yenilgiye uğratan ve halkları barışa ve özgürlüğe kavuşturan Stalin az da olsa iyi bir şeyler yapmıştı…” Yordam, bunu bile diyemedi. Piyasanın herkese şirin görünme tezgâhında dokunmuş, yuvarlak bir özür açıklaması yayınladı.

Ama küçük burjuvalar ekşiyordu ve sarılacak, patlayacak, akacak yer arıyordu. Bu açıklamadan sonra Stalinci küçük burjuvalar ayaklandı. Yordam Yayınları, özür dileyerek Stalin Yoldaş’ı anılmayacak bir kişi durumuna düşürmüştü. Ekşime bu yakada da yükseldi.

Jdanov’u haklı çıkaran tarih

Stalin Yoldaş meselesi derindir. Emperyalist-kapitalist karargâhın üç meşum günah keçisinden biridir; ötekiler, Jdanov ile genetikçi Lisenko’dur. Lisenko’nun neden bu kadar düşman görüldüğünü bilmiyorum ama Jdanov düşmanlığının, sanatın ve edebiyatın küçük burjuvalar elinde ne kadar yıkıcı bir silah olduğunu görmüş olmasından kaynaklandığına kuşku duymuyorum. Küçük burjuvaların sanat ve edebiyat işiyle uğraşanları, hâlâ, Sovyetler’den sosyalizm kazındıktan sonra bile Jdanov’u karalamaya devam ederler.

Sonuçta, tarih Jdanov’u haklı çıkardı. Sosyalizmi işçi sınıfı değil, sanatla, edebiyatla, bilimle teçhizatlandırılmış küçük burjuvalar yıktı. Saharov’lar, Soljenitsin’ler, Pasternak’lar, Aytmatov’lar, Kundera’lar, Havel’ler yıktı. Onların en ateşli ve ekşimiş acenteleri Türkiye’den çıktı. Büyüdü, yayıldı, sermayeleşti; aydınlanma, akıl ve toplumsallık düşmanı küçük burjuvazi Türk edebiyatını, sanatını, kültürünü gasp etti. Gerçekçi sanatı ve edebiyatı inkâr etti. Yerine getirdikleri, edebiyatın ve sanatın inkârı oldu. Ekşimiş küçük burjuvalar, bana, inkâr edenlerin inkâr edileceklerini, tarihin diyalektik ilkesini anımsatıyorlar.

Vera’nın düşlerinde Stalin gölgesi

Stalin yoldaş meselesinin özel hatıraları vardır. Yıllar önce, emekçilerden ve küçük burjuvalardan oluşan küçük bir toplulukla, Edebiyat Atölyesi’nde, 19. Yüzyıl Rus gerçekçiliğini inceliyorduk. Haftalarca Puşkin, Gogol, Herzen, Lermontov, Dostoyevski, Gonçarov, Turgenyev, Çernişevski’nin birer romanını okuyup tartıştık. Katılımcılar öğrendikçe, edebiyatın tadına vardıkça, bunu daha çok insana gösterme çabasına girdiler. Bu romanlardan bir okuma tiyatrosu hazırlamayı önerdiler. Romanlardan seçmeler yaptım; bunları birleştirecek arasözler yazdım, sahnelenecek bir metin oluşturdum. Hayatında hiç sahneye çıkmamış, lise çağıyla emeklilik yaşı arasında, değişik koşullardan gelen toplulukla zorlu bir prova süreci geçirdik. Sonunda, Çağlayan’daki son büyük 1 Mayıs’lardan birinden bir ya da iki gün önce gösteriyi programladık. Yıllar önceydi, henüz dijital teknoloji olanaklarımız yoktu. Gösteride perdeye görüntüler yansıtmak için bir dia makinesi kullanmıştık. Diaları ressam-fotoğrafçı-grafiker arkadaşım İrfan Ertel çekmişti.

Kitaplardan bazı vurucu cümleleri seçmiş ve dialarla perdeye yansıtmıştım. Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı kitabından Vera’nın gelecek düşleri okunurken, Sovyet ressamlarından bazı tabloları yansıtıyordum. Gösteriden iki gün önce, genel provada, Vera’nın düşünü okuyan arkadaşımız, perdeye yansıyan tabloyu görünce zınk diye durdu. Perdede, bir şehir meydanında şenlik vardı; insanlar, yemişler, sevinçler coşkulu renklerle taşıyordu. Arkada bir okul binasının duvarında koca bir Stalin portresi asılıydı. Küçük burjuva, Stalin’i görünce durmuştu; kanlı bir diktatörün şirin gösterilmesine alet olamazdı.

“Ama, bu resimde Stalin tarihsel bir gerçeğin parçası olarak var. O ülkenin devlet başkanı, tıpkı Atatürk gibi, duvarda resmi asılı.” Küçük burjuvanın ekşimiş duyarlığı ayaklanmıştı, söylediklerimi duymak bile istemiyordu. Topluluğumuzdan ona katılanlar oldu. Bu resim kaldırılmazsa oynamayacaklardı. Küçük burjuvanın ekşimiş bilincine Stalin gölgesi düşmüştü.

Lenin’in eritilen büstü

Derin bir düşkırıklığına kapıldım. Aylardır okumalar, tartışmalar neye yaramıştı. Stalin’i tarihsel bir gerçek olarak bile kabul ettirmek mümkün olamıyordu. Küçük burjuva, hiçbir şey bilmediği bir tarihsel kişilikle ilgili kulaktan dolma bilgilerle yargıda bulunuyor, sonuçlar çıkarıyordu. Arkadaşlarımda en küçük bir toplumsal bilinç oluşturamamıştım demek. Ben dayatması yerine, ortaklaşa bir çalışmanın genel yararını gözetmek istemiyorlardı.

İki gün sonra duyurusu yapılmış gösteri vardı. Bir ay boyunca iş çıkışında geç saatlere kadar süren provalar yapılmıştı. Stalin resmi yüzünden her şeyin boşa gitmesi sözkonusuydu. Herkese evine gitmesini ve bu konuyu düşünmesini söyledim. Ertesi akşam son provadan önce, sorunu bir çözüme kavuşturacaktık. Neyse ki, kızgın da olsam, ekşimiş değildim; o akşam, Stalin yoldaştan özür dileyerek, tabloyu gösteriden çıkarmaya karar verdim. Kendimi, Nâzım Hikmet’in şiirini yazdığı Konstantin Paustovski’nin Bataklık romanındaki, sel baskınını önlemek için, bozuk kepçeyi tamir edebileceği tek metal parçası olan Lenin büstünü eriten kahramana benzetiyordum.

Hayatımın en güzel işlerinden biridir Rus Gerçekçiliğinden Sahneler; afişte ve davetiyede Chagall’ın Rus köyünü betimleyen tablosu vardı, salon dolmuştu, izleyenlere derdimizi anlatabilmiştik. Konuklardan yazar Nursen Karas, şöyle demişti: “Yıllardır Rus romanlarını okurum, ama bu bütünlükte, bu açıklıkta ilk kez kavrıyorum.” Bu gösterinin bir kaydını alamadığımıza hep yanarım. Çünkü bir ikinci kez sahneleyemedik. Ekşimiş küçük burjuva bilinci, ortaklaşa yaratılan bu başarıdan fena halde ürkmüştü. Atölye de, topluluk da hızla dağıldı. Herkesin anılarında sisli bir güzellik olarak kaldı.

Adı yanlış yazılan akademisyen

12 Mart günü, büyük yazarımız Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı anlatan bir toplantımız var. Beylikdüzü Belediyesi Kültür Merkezi’ndeki toplantıda, Hüseyin Rahmi’yi anlatacak, bilgili konuşmacı bulmak için çok uğraştım. Yeni kuşakların edebi bilincinden bütünüyle silinmiş. Telif hakları süresi doldu diye kitapları birçok yayınevince yayımlanıyor yayımlanmasına ama üzerinde yakınlarda yazılmış inceleme yok denecek ölçüde. Araştırma soruşturma sonucunda Hüseyin Rahmi’ye bir biçimde bulaşmış dört konuşmacı bulabildim. Toplantıya 24 saatten az bir süre kala, konuşmacılardan biri arıyor: “Belediyenin kültür programında adımız yanlış yazıldığı için, bu özensizliği protesto ediyor, toplantıya katılmayacağımızı bildiriyoruz.” Son bir dirençle, “Ama”, diyorum, “bunu önlemek elimizde değildi. Belediyenin Program yayınlama işini verdiği şirketin çalışanının bir dizgi hatası…” Küçük burjuvanın ekşimiş bilinci dinlemek istemiyor. “Adımızın yanlış yazıldığı bir özensizliği kabul edemeyiz.”

Şunları diyemeden telefon kapanıyor. Gelin, Hüseyin Rahmi’yi anlatın; adınıza ne kadar yakışıp yakışmadığınızı gözlerimizle görelim, kulaklarımızla duyalım. Adınız Ayşin yerine Ayşe yazılmışsa dünyanın sonu gelmedi ya… Madem hatamıza bu kadar bozuldunuz, gelip yanlışsız düşünüp yazmayı öğretin bize. Sizi üniversitelerde hoca yapmışız; ey ekşimiş küçük burjuva, biz emekçilerin ödediği vergilerle okuyup Prof. Dr. oldun, hiç olmazsa, birkaç saatini ayır bize.

Diyebilsem de alacağım cevap belli; koskoca bir ekşi hayır!

Küçük burjuvanın sirkesi yerine emekçinin şarabı

Küçük burjuvalar neden ekşiyor? Çünkü iki derede bir arada bir sınıftır da ondan. Sınıf bile sayılmıyor. Toplumun iki belirleyici sınıfı, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında, hep kaypak bir konumda, iktidara yakın olmaya, aşağıya düşmemeye çalışıyor. Bu gerilim sürekli endişeli, ekşi bir bilinç oluşturuyor.

Gözü hep burjuvazinin yerinde ama bugün iktidarda olan burjuvazi, her türlü insanlığın inkârı anlamına geliyor. Küçük burjuvazi, onun yerinde olmak istiyor istemesine, yoksa “yetmez ama evet” diye sokaklara dökülür müydü; “akil adam” olmak için can atar mıydı? Can atıyor ama aynı zamanda, insanlığın her anlamda inkârı anlamına gelen bir iktidarın ve sınıfın yerinde olmak istediğini kendine bile açıklamaktan korkuyor. Az da olsa, bozuk da olsa, insanlığın kimi yapıtları, müzelerde yatanlar ve konser salonlarında yükselenler, tortular halinde de olsa, küçük burjuvazinin parçalanmış bilincinde duruyor. Bu tortular ile olmak istediği hiçlik, insanlığın inkârı arasında sıkışmış bir bilinç ekşiyor. Ekşidikçe, patlayacak yer arıyor.

Oysa çıkış o kadar açık ki, insanlığın inkârı demek olanları, sermayecileri inkâr etmek. Bu yolda yürürken, emekçilerin yeryüzünde, ortaklaşa yaratılan bir hayatın demlenmiş şarabını içmek.

 

Facebook
yorumlar ... ( 26 )
14-03-2016
14-03-2016 00:46 (1)
Şimdi Bizim Sadık Albayrak, tanısanız anlarsınız, cidden iyi insandır, ama takıntılar, klişelerle konuşmak, yazmak alışkanlığından kurtulamıyor. Tamam, öyle olsun da, buraya yazılar göndermekten geri kalmıyor, aman kalmasın.. Göndersin. Ama burası bir internet ortamı. Yazıların altında yorum bölümü var. Ona eleştiriler getiriliyor, sorular soruluyor, o cevap vermiyor. Sadece yazı yazıyor ve gönderiyor. Geçende bir şeyler oldu, yorum yazdı, beni nesnel eleştiri yapmamakla suçladı. İşi gücü bıraktım, bayağı bir emek vererek onun istediği türde bir cevap içeren bir yazı dizisi yayınladık. Ona da cevap yok. Belki de cevap budur! Orada şu ünlü "küçük burjuva" suçlamasının bir zırva olduğunu, niye zırva olduğunu yazdım. Cevap yok. Belki de budur cevap! Ama ben tekrarlayayım: Neredeyse hepimiz küçük burjuvayız, ben küçük burjuvayım, ama Sadık daha da küçük burjuvadır. Ben hiç değilse yoksullar ve işçiler arasında çalışmanın esas alınmasını savunan bir küçük burjuvayım, ama Sadık'ta +++ KA
14-03-2016 00:46 (2)
Devam: bu da yok. Sadık böyle büyük laflarla aydınlar arasında bir şeyler söylemenin büyük politika olduğunu düşünüyor ve bizim ülkemizdeki birçok küçük burjuva gibi siyaseti bu zannediyor. İşçiler, yoksullar ayrı bir alemde, biz onlardan tamamen uzağız, bir yerlerde işçi direnişleri olur, gazeteden okuruz, ama biz proleteriz, güyaaa.. Onu bunu küçük burjuvalıkla suçlarız. Şunu söyleyeyim: HDP'ye sempati duyan herhangi bir kişi bu kimliğiyle Türkiye'de ancak Diyarbakır'da işçi siyaseti yapabilir. Diyarbakır'da da PKK izin vermezse yapamaz. Yani hiçbir yerde yapamaz. Sadece birbirini küçük burjuva bilmem ne diyerek suçlayabilir. Maksimum işçiliği ancak bu olur. Gelelim STALİN'e. Lisenko denen şerefsiz şarlatana hiç dokanmayayım, doğrudan Stalin'e geleyim. Bizim ülkemizdeki sözde sosyalist solcular halkla, işçiyle bütünleşmek gibi bir niyet asla taşımadıkları ve ciddi anlamda sosyalist devrim için bir şey yapmadıkları için, 60 yıl önce kapanması gereken bir mevzuda saf tutarlar +++ KA
14-03-2016 00:37 (3)
Devam +++ Halk içinde örgütlenme gibi bir ciddi niyet ve çabası olanlar için Stalin mevzusu ancak gündemin 322. maddesi olması gerekirken böyle şeyler has "küçük burjuvalar" için dandik bir sorun olarak daima ilk beşte yer alır. Stalin'i sevmeyenler sosyalist alemin baş sorunuymuş gibi Stalin'e küfrederken, onu sevenler sosyalizmi böyle adamların rezil ettiğini 60 yıl sonra bile görmezler. Çünkü hedef kitleleri son derece kısıtlı bir "aydın" "küçük burjuva" kesimidir. Onlar için böyle ittirikten meseleler çok önemlidir, çünkü hayatları perspektifleri budur. Asla Sadık'ı özel olarak hedef almıyorum, cidden kendisini severim, ama dünyaları böyle bir dünyadır. Stalin, Jdanov ve Lisenkoymuş küçük burjuvaların ana hedefi. Niye hiç düşündü mü? Sosyalizmi bunlardan önde rezil eden başka kişiler yoktur da ondan. Bunlar yumuşak karındır. Bu üçlüye Beria sapığını (Stalin'i de öldürmüştür onca cinayetten sonra ve kendisi de öldürülmüştür) niye eklememiş Sadık. Kare ası tamamlayalım. Saygılar.KA
14-03-2016 09:23 (4)
Stalin ve yöneticileri sosyalizmi ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapmışlar, Soljenitsin, Platonov, Grossmann gibi yazarlar "toplumsal gerçekçi" romanını yazmışlardır. Kundera'nın ilk romanı "Şaka" idare eder, sonraki romanları berbattır. 20. yüzyıl Stalin'in sosyalizme verdiği zararın tarihidir. Kaan A.'nun dediği gibi geride bırakıp birlik olmanın yolları bulunmalıdır. Ezel Parsa
14-03-2016 14:03 (5)
Modası geçmiş ütopik sınıfsal takıntılar. Geçen Alev Alatlı da bir televizyon programında "Sosyalizmin ortaya çıkması için işçi sınıfının ortaya çıkması, işçi sınıfının da ortaya çıkması için de buruvazinin ortaya çıkması lazımdır, dolayısıyla sosyalizm burjuvaziye muhtaçtır" dedi. E tamam o zaman devam edelim, burjuvazinin olması için aristokrasinin ve onun üzerinde de monarşi ve ruhban sınıfının olması gerekir ki o halde monarşi olmazsa sosyalizm de olmaz. Halbuki dünya üzerinde Kabil-Habil zamanından beri kan dökülüyor, insanlar köle olarak alınıp satılıyor, bugün bile herkes kendi kabile düzenini kurmaya ve yaşatmaya çalışıyor ve bunun için de en yakınları da dahil, insanlara her türlü zulmü yapıyor. Ayrıca işçiler de bir sınıf değil, lümpen sınıfın kişiliksiz bölümlerinden biri sadece. İktidar, asgari ücrete 300 lira zam yapıcam deyince işçiler üzerinden oy patlaması yaşıyor. Herkes borçlandırılarak köleleştirilmiş. Ama bakıyorsunuz hala klişeler, hala ütopya saplantıları. (B.Ö.)
14-03-2016 18:23 (6)
Marksist literatürde GÜNCELLEMENİN şart olduğu alanlardan birinin de "işçi sınıfına bilincin DIŞARIDAN gelmesi gereği" konusu olduğunu düşünüyorum (bir başkası ulusların kendi kaderini tayin hakkı). 19 ve 20. yüzyılın ilk yarısı için oldukça anlaşılır olan ve gündelik yaşamda karşılığı bulunan bu önermenin, geçen 50 yılda dünyanın BÜYÜK bölümü için anlamını ve önemini yitirdiğini düşünüyorum. Önermenin yapıldığı yıllarda dünya nüfusu içinde OKUR YAZAR oranı çok düşüktü. Mitka Gribçeva romanında Bulgar komünistlerin fabrikalarda önce okuma yazma öğreterek çalışmaya başladıklarını anlatır. Bugün dünyanın belli coğrafyaları hariç tutulursa işçi sınıfının eğitim düzeyi 20. yüzyılın ilk yarısından çok iyi durumda. GÜNÜMÜZDE işçi sınıfının DIŞARIDAN (yani küçük burjuvaziden) bilinç almaya gereksinimi olmadığını düşünüyorum. İşçiler yazılanı okuyabilecek, söyleneni anlayacak kadar eğitimli. KB'nın bu üstünlüğü bitti artık Sorun KB'larda değil hala KB'larla uğraşan komünistlerde Akif Akalın.
15-03-2016 12:13 (7)
Ankara saldırısını kınarken, safları ortak düşmana karşı sıklaştırmayı amaçlarken Tezel Özlü'ye "ağzının payını verme" gibi bir hayli güncel ve gerekli(!) bir detayı yakalama başarısını gösteren yazarları da ekşiyen küçük burjuvaziye eklemeli mi? http://haber.sol.org.tr/yazarlar/nevzat-evrim-onal/alismayacagiz-149194?fb_action_ids=832604520196297&fb_action_types=og.shares Onur Keşaplı
15-03-2016 17:30 (8)
sorması ayıp, tezel özlü kim? tezer'ini biliyodum da... bunu caponlar mı çıkarttı? a.y.a. meraksss
15-03-2016 22:36 (9)
Olası bir yazım hatası ve de İnsan Bu'nun "düzeltme" düğmesine sahip olmayışı neticesinde beliren bir yanlışa "sevimli" bir hırsla sarılmak... Ne demeli? Bu adresin klişe ama doğru tabiriyle "insan bu" işte! Onur Keşaplı
16-03-2016 08:17 (10)
Allahtan insanbu ekşisözlük değil. O düğmeler ekşi'nin ekşilikleri. Ekşiyen burcuvaziye kim kendini ekler bilemiyciğm. Bu NEO'ya bazan bakarım. İlginçtir, genelde kendisinden pek hazetmesem de tam bugünkü yazısını okurken insanbu'ya şu yorum (7) düştü. NEO'nun o dokundurması bence cuk oturmuştu sayın didrickson olmayan keşaplı. Allahın bunalım triballi beyazötesi alamankırmasıtürkü'nün banka yayınevince basılmış çevirilerinden aparılmış karamsarlık aforizmasına iyi geçirmiş adam. Zaten oldum olası kıl kaparım o depresyon abidesinden. Millet utanmadan sıçamadığını da yazıp "ne büyük eziyetti" diye edebiyat yapmaya kalkacak TÖ'ye özenip. Topraa bol, bunalımı da benden uzak olsun. İnsanı bilmem ama a.y.a. bu! a.y.a. olası bi yazım hatası olmaksızın tezer'den ve temsil ettiği gubur depresyonundan nefret etsss! Şimdi buna da viklerler ya. Olsun. Demıhrasi var bu ülkede. İstediğimden nefret edemiicek miyim? Nefret suçu böyle olmuyo, hatırlatiym de!..
16-03-2016 10:24 (11)
Devam et hücumuna adı olmayan sevimli ergen. Simülasyon diyarı senin suların benim değil. Bir gün gerçeklikte karşılaşırsak ben aynı cümleleri kurabileceğim sen kuramayacaksın. O yüzden hadi şimdi heyecanlanıp benim haddimi bildir bir kez daha türlü benzetmelerinle ve boşalmanın tadını çıkar. Anlaştık mı? Yetmez dersen Didrickson olan Keşaplı'nın facebook'taki eleştirisine göz atabilir, mevzuyu kişiselleştirerek, düşük nefretinle konunun özünü orada da bulamaca çevirebilirsin. Yineliyorum gerçeklikte bulamaca çevirme gücün olmayacak, senin türünün kapsamı bu sahalar yalnızca. Olur da karşılaşırsak kendini hatırlatırsan sevinirim zira sen beni ve Didrickson olan Keşaplı'yı tanıyorsun, bizim görüşümüzde ise sen var olamayansın, dolayısıyla nefret yok, suç hiç yok. Onur Keşaplı
16-03-2016 10:24 (12)
Yine de bir önizleme geçmek gerek olası gerçeklik için. Konu Tezer Özlü'nün edebiyatı değil. Aynı hatta ilerlersek mevzu, Tezer Özlü üzerinden bunalım pazarlayan ortalamacılar da değil. Özlü'yü sakız gibi çiğneyenlerin vasatlığını amaçlayan, kışkırtan Özlü'nün kendisi olmadığından, saldırıyı ona yöneltmek en hafif tabirle yanlıştır. Ama buradan hareketle bipolar bir insana hasta olduğu için saldırmak... Ankara saldırısına karşı tavır alırken otuz yıl önce bipoların tetiklemesi neticesinde hayatı sonlanmış birine karşı hücuma kalkmak... İşte bu eylemlerin nereye yerleştirilmesi gerektiğini tam kavrayamamışken, bu noktalara dikkat çeken bir yoruma getirilen simülasyon saldırı "insan olanı" umutsuzluğa sürüklüyor. Türümüz adına utanç verici. Kaan Arslanoğlu'nun okurlara sorularına buradan verdiğim yanıtlarda "insan" sözcüğünün aynı zamanda-hatta bundan böyle sıklıkla-bir sıfat olarak kullanılması gerektiğini belirtmiştim. Bunu yineleyince umut geri geliyor neyse ki. Onur Keşaplı
16-03-2016 13:16 (13)
güliym de boşa gitmesin. bi de "caaart, kaba kaat" vardı. daha ergen nası olurum yareppim diye didiniyorum zaten ben burda. şu edebiyat öğretmeni ya da samanyolutv-sırkapısı ekolünden "Bir gün gerçeklikte karşılaşırsak ben aynı cümleleri kurabileceğim sen kuramayacaksın" tiradı yok mu!!! hastasıyım. hadi ordan diyorum sana! ara not: ben bana durup dururken "sen" diye hitapetmeyen birine hiç ikinci tekile geçmem. no no no! kaldı ki ben bipolarlığını mı gündeme getirdim tö'nün? "...otuz yıl önce bipoların tetiklemesi neticesinde hayatı sonlanmış birine karşı hücuma kalkmak"... bu ne ya? cümle bozuk. gramer sıçık. bilgi tırt. kadın meme kanserinden öldü. resmi kayıt bu. sen bizim bilmediğimiz bilgilere mi vakıfsın? geç canımındışı! beni ergenlikle suçlayacağına kendi tapını nesnene birilerinin dokunmasından neden bu kadar rahatsız olduğunu bi daha düşün. imanlısın çünkü. hem de fazla. konunun özü tözü de yok. nevzat evrim önal (NEO) bi gönderme yapmıştı. abartan sensin. a.y.a. abartmasss
16-03-2016 13:17 (14)
bi de arkadaş benim adımın olmadığını sanıyo. benim yahu, ben! a.y.a. kaç tane var a.y.a.? arif yavuz aksoy. millet disleksiyi geçip retrograd amnezi fazına doğru iyi ilerleme kaydetmiş. inadına böyle yazdım; gıcığım ben. bilen-bilmeyen bipolar tripolar döşeniyo da kimsenin gıkı çıkmıyosa ben de böyle yazıcam sırf terslik olsun diye. vallahi bravo! neyle oluyo bu kafa? bi ben de bu kada unutkan olabilsem ah keşkem. a.y.a. vallahi bravosss
16-03-2016 13:55 (15)
gecikmiş ayar için herkesten özür dilerim. ama ayarları geciktirmemem gerektiği konusunda iyi bi ders oldu bu bana. ahandas! Give back to Caesar what is Caesar's and to God what is God's! ne bu? Mark incilinden 12. bab 17. ayet! ne demek oliy? sezar'ın hakkı sezar'a, tanrı'nın hakkı tanrı'ya! http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1911 --- site içinden bu linki niye verdim? bakın bakalım 132 numaralı yoruma. ne diyo sayın keşaplı? isa'nın hakkı falan... o zaman bi ayar çekiym diye içimden geçirmiştim. ama içimden kendime "hovvv, yavaş şampiyon" diye seslendimdi. ben insan değilmişim ya; keşaplı hazret öyle buyurmuş. o yüzden kendime hovvvlu bürsstlü konuşuyorum. neyse, şimdi düzeltmeyi yapayım öyleyse.o isa değil haşmetmeab keşaplı. tanrı! "ehehehe, sevindirik oldu zavallı ergen, minnacık bi kusurumu buldu da" diye içinizden geçirmekte serbestsiniz (mutmain olursunuz) ama disleksiden kurtulmaya yaramaz. a.y.a. size bol transandantal meditasyonlu arınmalar ve -sel-sal ekli günler diler
16-03-2016 14:05 (16)
Yüz yüze konuşsalar büyük olasılıkla iyi anlaşacak insanların burada yorum kutularında birbirlerine düşmanca laflar etmeleri ve buna bu gibi yapay ortamları hazırlayarak bizlerin ortam hazırlaması üzüntü verici. Bu sataşmayı gerçi AYA başlattı ama, sürdürülmesi yine üzücü. Bence AYA çok renkli, düşündüren ve güldüren yorumlarla buraya önemli katkı sağlıyor, ama ilk karşılaşanlarda da bir şok etkisi yaratıyor. Ben iki tarafa barış çubuğu öneriyorum, uzlaşmaz problem yok, internet ortamının yapaylığı var. AYA yorumlara yoğunlaşıyor, ne de olsa kısalar (gerçi toplamda çok uzunlar), onun yerine zaman zaman kısa da olsa kendi yazmaya yoğunlaşsa (ki bu temennimi epey yineledim) daha az problem çıkacak. Orhan Pamuk hakkında yazacaktı, ondan umut kestik; Ahmet Cemal Çobandede hakkında (özellikle son öyküsü) yazacaktı. Galiba o da olmayacak. Her beraber barış çubuğu içssss. Kaan Arslanoğlu
16-03-2016 14:47 (17)
hayır. ikisi de hazır. ama tıraşlamaya elim gitmiyo. biri 17 sayfa. ötekisi 19 sayfa. acaip konsantre yazdım onları. sorun şu, konsantre ben oluyorum. ama millet okurken şakul kaydırabilir. sonra validemle ilgili temennileri tinnitusa neden olmasın deyu kasıyorum. ve harbi kasıyorum. isterseniz size göndereyim. siz tıraşlayın. geçen sefer kabaları almış, kırıkları düzeltmiştiniz. ama boyna boyna editöre zahmet vermek istemem. buradaki soruna gelirsek... ben sataşmadım. gerçekten de teze-l- özlü diye biri olabilir mi acaba diye merak ettimdi. söylediklerimden o kadar altmetin çıkmaz, biliyosunuz. meraksss demişim. daha ne diyeydim?! ama sonra gereksiz bi "ergen"leme törenine maruz kaldım. buna cevap verdim. nevzat evrim önal'ı da bayıla bayıla okumuyorum. arada bi bakıyorum. dün çok da saçmalamamıştı adam. o göndermesi de bence makuldü. ve evet, tezer özlü'nün edebiyattaki beyazötesitürk çetesi tarafından fazla parlatılmış bi loser olduğunu düşünüyorum. yasak mıydı? kutsala dokunmak ++
16-03-2016 14:48 (18)
Barış çubuğu için savaş gerekir Sayın Arslanoğlu. Ortada vasat ötesi bir sataşma var ama sorun değil. Şok olunacak bir durum da yok. Her gün denk gelebildiğim, gelebileceğim seviyeler. Sizin araya girme ihtiyacı duymanız bence can sıkıcı olan, kendi adıma özür dilerim bomboş bir akışa yol açıldığı için. Yorum yapmak ve yorum okumak yalnızca bu adreste, o da zaman zaman, yaptığım eylemler. Üretmeye yeteri kadar zaman ayıramadığımı hissediyorken yorumlarla uğraşmanın ne denli yersiz olduğunu hatırlattı bana bu etkileşim. O yüzden, karşı karşıya gelsek bana karşı asla ve asla bu tonda ve sözcüklerle konuşamayacağını benzer tecrübelerime dayanarak hatırlatmak istediğim aya'ya teşekkür ediyorum. Herkese iyi çalışmalar ve iyi uğraşlar dilerim. Onur Keşaplı
16-03-2016 14:49 (19)
++ konusunda hiç pısırık davranamadığımı herhalde herkes öğrenmiştir. stilim bu. tabanla girerim. ama bu herkese karşı otomatikman düşmanca tavır gösteren bi yaradılışım olduğundan değil. insan emosyonunu tam anlayamıyorum. o yüzden de emoji bile kullanamadım 15 yıl. mesele de bu. ben nasıl düşünürler diye değil, o an içimden nasıl geliyosa, yani cartdadanak (dümdüz deyiverin ona siz) söylüyorum düşüncelerimi. kıtım bu konuda. naapiym? yoksa tabii ki de onur keşaplı ile hiçbi problemim yok. olamaz da... ayrıca barış çıbıına her daim yes orrayt! a.y.a. barış çıbıı içsss (yerli malı haftası mı başganım? iyi çarptı; hem acıktırmadı da)
16-03-2016 16:38 (20)
ovvv... fena. hem de çok fena! sayın arslanoğlu, anadolu'da güzel bi söz vardır: adam sandım uzunkulaklıyı, deydi alnıma testikülü diye. biz yazarken, alttan alırken catchup'lı bize delikanlılık raconu kesmeye kalkmış. o olmamış. hemi de hiç olmamış. buradan ben de kendisine sesleneyim öyleyse. CANIMINDIŞI, SEN KİMLERE KARŞI HANGİ TONDA VE HANGİ SÖZCÜKLERLE KONUŞABİLECEĞİMİ ETÜD ETMEK İSTERSEN BENİ Bİ BULUVER. O HARBİ BİRAZ SIKAR YALNIZ. BEN DİYEYİM DE... TANIDIK ÇENE CERRAHI VE PLASTİKÇİ ÇOK GERÇİ. BANA ÖYLE KURUSIKI TEHDİT SALLAMA, EMİ? a.y.a. sana küçük dünyanda mutluluklar diler. lahavlevelaguvvetiillabillahilaliyülaziğmsss
16-03-2016 16:38 (21)
Barış çıbıı...Güldüm. "Demlenmiş şarap içmek". Şimdilik kan akıyor. Bık bık bık üzüntü, üzüldük vb...Sıra bize de gelecek; gelsin. Biz kim miyiz? Dört duvar kölesi. Acaba insanlığı bu demirden heykel başlarını eritmek mi kurtaracak? (İşte ironi budur)Saygılarımla; Miyase Aytaç Yılmaz
16-03-2016 16:42 (22)
Enerjinizi sanal ortamlarda kışkırmış duygulara harcamayın derim ben arkadaşlar. Ayıp oluyor, bir de cidden enerjiyi sakınmak lazım. Bu arada kıymetli Aya ve kıymetli Onur Keşaplı'dan bunu uzatmamayı saygıyla istirham ederim. (İstihza yok) Ayrıca kıymetli AYA'dan acilen şu iki yazıyı mail yoluyla reca edeyim. Kısalıp kısalmayacağına birlikte karar veririz. Uzun olmasının da mahsuru yok öte yandan. Saygılar. Kaan Ars.
16-03-2016 17:33 (23)
Elbette uzatılmayacak Sayın Arslanoğlu. Ben konuşmaktan söz ediyorken benim ağzımı burnumu kırmaktan bahseden biri var karşımda. Hele de bu kişi, 11 yaşımdan sonra ilk kez soy adımla eğlenen biri ise sözünün eridir, gerçek bir ergen olabilir ve beni dövecektir. Bu riski elbette almayacağım. "Kıymetli aya"dan özür diliyorum.
16-03-2016 17:33 (24)
tamam. ben sustum. akşam eve gidiym de size gönderiym şunları. a.y.a. ekşi bi surat ifadesiyle disseksiyonlarını akşama gözden geçirsss ve göndersss
16-03-2016 23:19 (25)
Ana yazının hiçbir önemi yok gayet boş mantıksız şeyler,yazıdan tek anladığım yazar ben kesinlikle küçük burjuva değilim öyle göründüğüme aldanmayın diyor.Ama ilgi çekici kısımlara gelirsek yine yazının kendisinde değil ortaya çıkan yorumlarda,çok kısaca merak ettiğim beria sapığı hakkında bilgi alabileceğimiz bir kaynak varsa yardımcı olabilirseniz sevinirim kaan bey,ytam olarak ne olduğunu anlayamadım.Akif beyin yorumuna gelirsek şu an ki çağımızın en kritik noktasına değinmiş bence,o da işçi sınıfının artık dışarıya ihtiyaç duymadığıdır,ve bir devrimcinin bugün türkiyede anlaması gereken ilk şartın bu olduğunu düşünüyorum.Ve bu fikre varmanın zekadan ziyade cesaret gerektirdiğini düşünüyorum.Davut RESNELİ
17-03-2016 13:36 (26)
Hep aynı teraneler be sevgili yazarımız.Alınmaca yok!Elinize adeta bir replik tutuşturmuşlar,ha babam aynı şeyleri yineleyip duruyorsunuz.Bunu yaparken de göz çıkarıyorsunuz,farkında dahi değilsiniz.Lisenko'yu bilmiyorum demişsiniz,ama Stalin'i de,koca bir Sovyet tarihini de ne kadar bildiğiniz çok şüpheli.İlaveten,toplumsal sınıflar,ara katmanlar,geçişkenlikler gibi konulara hakimiyetiniz de belli ki hayli sınırlı.Davut bey Beria ile ilgili bir kaynak sormuş.Geçen yıl yayınlanan epey hacimli bir kitap olan-Sudoplatov/Özel görevler(Sovyet istihbarat şef1inin anıları)-belki ilginizi çekebilir.Çeviri kötü,ama yine de bir dönemi hayli iyi anlatmış denebilir.Troçki suikastı,nazilerle savaş, batı'daki casus şebekeleri ve ilk Sovyet atom bombasının yapımını içeren bir dönem anlatılan.Beria bu kitapta epey detaylı olarak yer almakta.Hele bir Troçki suikasti kısmı var ki,müthiş.Zamanında Beria'ya bağlı ve etkin görevler yürüten üst rütbeli bir istihbarat subayının anıları.Selamlar.Caner Ercan
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210140
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.