Antik Çağ Anadolu Şiiri yazar ve şairlerimize sonsuz olanaklar sunuyor

Üzerinde yaşadığımız zenginliğe yabancı durdukça, emperyalist kültürün temsilcileri, bu toprakların gerçek sahipleri siz değilsiniz, siz bu topraklarda misafirsiniz "muamele"si yapıyor.

 

*

Güney Amerika'da olsa bu kültürel zenginlik üzerlerine ölü toprağı mı serper oralı yazar ve şairler? Yoksa kültürlerine sahip çıkarak, bu eşsiz zenginliği yeniden ve yeniden yaratarak tüm Dünyayı sarsarlar mı?

 

*

 

Dünyayı İstanbul sanan, kendi yaşamlarını bu merkeze oturtan, kendinden menkul bir dünyaya sahip edebiyatçılar topluluğundan ne beklenir?

 

Nereyi kazarsak Antikçağ'dan bir kalıtın topraktan fışkırdığını görüyoruz. Böyle bir coğrafyada, Kutsal Anadolu toprakları üzerinde yaşıyoruz. Ne var ki yaklaşık yedi uygarlığa analık etmiş, neredeyse tüm uygarlıkların beşiği Anadolu'ya, son dönem Türk yazar ve şairleri, gerekli ilgiyi göstermiyor.

 

Bir kimlik fetişizmi içinde ayrı yönlerimiz üzerine sondajla uğraşmaktan gerçekleri göremiyoruz: Hep "jeostratejik" konumuyla değerlendirilmeye çalışılan ülkemiz gerçekte müthiş bir kaynaşmayla oluşmuş kültür mirası üzerinde bulunuyor.

 

Bu durum ayrışmayı, farklılıkların fetişleştirmesini gerektirmiyor; farklılıkların nasıl da iç içe geçtiğini; nasıl da büyük bir zenginlik oluşturduğunu imliyor. Anadolu üzerindeki uygarlıkların yarattığı kültür değerlerine baktığımızda bugün bizde oluşan kişiliğin bu kültürlerin bir toplamı olduğunu sanat ve edebiyat yoluyla daha iyi anlayabiliyoruz.

 

Hititlerin nereye kaybolduğunu kim biliyor? Anadolunun her köyünde bir Hititlinin yaşadığı söylenir. Akadlar, İyonyalılar, Sümerler, Persler, Romalılar, Gürcüler, Ermeniler, Kafkas, Arap, Trakyalı kavimler Selçuklularda olduğu gibi 2013 yılında da yanyana yaşıyor; yanımızdaki masada oturan Türk/Arap/Fars ismi taşıyan Ahmet, Firdevs, Tolga vs. en çok sevdiğimiz arkadaşımız belki de bunlardan birinin torunudur; kim bilir? Irksal bir kültürden söz etmiyorum, yaşam biçimi, kişilik gibi öğelerin taşınmasından söz ediyorum.

 

ANADOLU KÜLTÜRLERİ BİZDE YAŞIYOR

Kişiliğimizi anlamak için geçmiş dönem yapıtlarına baktığımızda çok önemli deliller bulabiliriz. Ancak taşını toprağını, dağını ovasını geçelim, günümüz Anadolu insanının dertlerine, duygu ve düşüncelerine ilgisiz bir edebiyat topluluğunun Antikçağ edebiyatına ilgi göstermesini beklemek belki saçma gelebilir.

 

Antik dönem edebiyatlarında gördüğümüz kişilerin neredeyse tüm karakterini bugün bizlerin taşıdığını söylersem sakın şaşırmayın. Ekte verdiğimiz şiirlerin bugünün kişiliğiyle yakınlığını görünce bana hak vereceksiniz.

 

Türk edebiyatının bu ilgisizliği insanı üzüyor. Günümüz yazar ve şairleri Troya nerededir sanıyorlar? Afrika'da bir kent mi? Miletoslu şairler nerede yaşadı? Tanzanya'da mı? Ephesos nereye düşer acaba? Kilikya (Antakya), Halikarnasos (Bodrum), Magnesia (Manisa), Hebros (Meriç ırmağı), Knidos (Datça), Amisos (Samsun) Güney Amerika'da mı?

 

Oysa edebiyatımızın bu döneme ilgi duyduğu zamanlar oldu. Şiirimiz, bir dönem neredeyse Antikçağ şairleriyle iç içe yaşadı. Melih Cevdet Anday'ı anımsayalım. Halikarnas Balıkçısı'nın ömrünü bu işe verdiğini biliyoruz. (Kaçımız okuyor şimdi kitaplarını?)

 

Güney Amerika'da olsa bu kültürel zenginlik üzerlerine ölü toprağı mı serper oralı yazar ve şairler? Yoksa kültürlerine sahip çıkarak, bu eşsiz zenginliği yeniden ve yeniden yaratarak tüm Dünyayı sarsarlar mı?

 

Dünyayı İstanbul sanan, kendi yaşamlarını bu merkeze oturtan, kendinden menkul bir dünyaya sahip edebiyatçılar topluluğundan ne beklenir?

 

ANTİK ÇAĞ ANADOLU ŞİİRİ

Hep merak etmişimdir Antikçağ yazı ve şiirleri iki bin yıl öncesinden bize nasıl ulaştı, diye. Genç bir şair/çevirmen Erdal Alova, İngilizce'den çevirdiği Antikçağ Anadolu Şiiri Antolojisi'ni kazandırdı Türk okuruna. Alova bunu şiirsel bir dille açıklıyor önsözünde kitabın: "Bir avuç tozdur elinizdeki antoloji. İki bin yedi yüz yıl boyunca yangınlar, savaşlar, depremler, bağnazlıklar yüzünden yok olmuş nice şiirden arta kalan bir avuç toz. Şairlerden kalan parçalar: Örselenmiş papirüsler, yırtık ceylan derileri, kırık taşlar…"

 

Kitabın yolculuğu Rodos'dan başlayıp, Akdeniz'in doğu kıyısında bitiyor. "Rhodoslu Şairler", "Koslu Şairler", Miletoslu Şairler", "Samoslu Şairler", "Ephesoslu Şairler", "Kolophonlu Şairler", "Sardes'li Şairler…"gibi bölümlere ayrılmış. Kitabın son bölümünde anonim parçalar da var.

 

Çevirmen -ya da kitap yönetmeni (editörü değil!)- Yunanca adların İngilizce okunuşları yerine Türkçe okunuşlarını yazsaydı keşke; "İçindekiler" bölümünde de olsa.

 

Yer isimlerinin karşılarına -yukarıda yaptığım gibi parantez içinde de olsa- Türkçelerini de yazsaydı. Böylece okur daha da ısınırdı kitaba. Yazar ve şairlerimiz gibi yöre halkı da kendilerinden önceki kültürü özümseme/sahiplenmeye daha istekli olurdu.

 

*

 

Üzerinde yaşadığımız zenginliğe yabancı durdukça, emperyalist kültürün temsilcileri de, bu toprakların gerçek sahipleri siz değilsiniz, siz bu topraklarda misafirsiniz "muamele"si yapıyor. Sahiplenmeli, özümsemeli ve bizim/ biziz diyerek kabul etmeliyiz geçmiş kültür mirasını. Ancak böyle kök salabiliriz üzerinde yaşadığımız "Kutsal Anadolu"ya. Edebiyatın gücüyle yüzyıllar, bin yıllar sonrası kuşaklarına aktarabiliriz bu eşsiz kalıtı.

 

Güçlü kökleri olan, sökülüp alınamaz yerinden. 2500 yıl önce burada yaşayanların beslendiği gibi "incir" ve "asmalar"la besleniyor bugünün çocukları da! Örneğin, "Kara incir, kız kardeşi asmanın" diye ya da "Temizlemek kenti /ve incir dalı yağmuruna tutmak" diye yazan şair Efesli Hipponaks'ı okuyanlar, Kaz Dağları'nı altın arayıcı haramilere bırakır mı? Yaşadığı toprakların elinin altından çalınmasına, kirletilmesine izin verir mi?

 

*

 

Tarihin büyük yapıtlarına baktığımızda insanoğlunun trajedisinin yüz yıllar boyunca değişmediğini, hep aynı kaldığını anlıyoruz. Bu yapıtları okuyanlar, bu topraklarda geçmişte yaşayanlara da bugün yaşayanlara da düşmanlık duymaz; kimseye kin gütmez, kardeş kardeşe silah sıkmaz!

 

 

Örnek şiirler:

 

"Kara incir, kız kardeşi asmanın

Başımda bir çelenk, eriklerden, nanelerden

Temizlemek kenti

ve incir dalı yağmuruna tutmak

 

*

 

İki gün görür hayatında kadın:

Biri evlendiği, öbürü gömüldüğü gün"

 

(Efesli şair, Pipponaks, Antikçağ Anadolu Şiiri Antolojisi, s. 69)

 

*

 

2500 yıl önce Erinna'nın, kayınbabasının yakarak öldürdüğü "Gelin Baukis"in mezarı için yazdığı şiiri okusaydık bugünün Anadolu'sunda namus cinayeti de olmazdı inanın!

 

"Gelin Baukis'in mezarıyım.

Geçerken mezartaşımın yanından şöyle deyin:

Kıskançsın sen Hades. Güzelim harfler

taşın üstünde gördüğün, anlatacak sana

acımasız yazgısını Baukis'in;

nasıl yaktığını kayınbabasının,

ölünün yakıldığı odunları yakan aynı meşaleyle.

Düğün türküleri söylerken.

 

(Teoslu -İzmir Seferihisarlı- şair Erinna, s.90)

 

 

(Bu yazı daha önce Bağımsız dergisinde yayınlandı)

 

Ahmet Yıldız

Facebook
yorumlar ... ( 1 )
22-05-2013
23-05-2013 10:09 (1)
Antik çağın temel edebiyat eserlerinin çeviri çabaları ve derinlikli incelemeleri de ismet zeki eyüboğlu'nun virgilius ve ovidius, Azra Erhat'ın Homeros çevirilerinde kalmış,ilerletilememiştir.Dante'yi etkileyip Ilahi Komedya'yı yazdıran Troyalı Aeneas'ın destanı,Ovidius'un metamorphosis'i çevirilerini kitapçılarda kolay bulamayacağınız ilgi seviyesi düşük eserler. Bunları anlamadan kestirmeden rönesans reform yaşanmıyor haliyle.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211027
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.