Sovyetler Birliği'nde bir dönem bakanlık görevinde de bulunan Aleksandra Kollontay'ın (kitabın kapağında Kollontai, iç kapağında Kollantai diye yazılmış olsa bile internet ansiklopedisi wikipedia'daki bilgiyi daha doğru bulduğum için Kollontay'ı kullanacağım) çeşitli tarih ve ortamlarda yaptığı konuşmalar / sunumlar / yazılardan oluşturulan bir derleme “Marksizm ve Cinsel Devrim”. Tüm Zamanlar Yayıncılık tarafından K. Yalım'ın Fransızca'dan çevirisiyle Nisan 1992'de ilk baskısını yapmış. 199 sayfalık kitap dört bölümden oluşuyor.
Aile bunalımı, yeni kadın, aşk ve ilk deneyler başlıklı bölümlerde sosyalizm pratiğinin ilk yıllarına kadar aile / kadın / cinsellik konularında Kollontay'ın görüşlerine yer veriliyor. Konuya teorik tartışma kadar uygulama pratikleri üzerinden de yaklaşılıyor. Hayat nasıl örgütlenecek, kadın nasıl özgürleşecek, miras hukuku, çekirdek aile ve soyun baba üzerinden devamı gibi konularda Marx ve Engels de kitaplar yazmış. Kollontay'ın çalışmasının ilk bölümlerinde bu kitapların izlerini görmek mümkün.
Hem çalışma hayatına katılıp hem toplumsal cinsiyetin yüklediği sorumlulukların ağırlığı Kollontay'ın kitabında irdeleniyor. Toplumsal üretimden ayrı kalmadan bu sorumlulukların nasıl taşınabileceği tartışılıyor. Bu noktada, erkeğin ev işlerinde kadınla eşit paylaşımlarda bulunmasının gerekli, ancak yetersiz olduğu görülüyor. Çocukların bakımında ortak yaşamın desteğinin arttırılmasının zorunluluğu vurgulanıyor.
Sovyetler Birliği'nin ilk dönemlerine dair ilginç bilgiler de var kitapta. Örneğin 18 ve 19 Aralık 1921'de yayınlanan kararnameler ile yasal ve yasal olmayan (evlilik dışı ilişkiden dünyaya gelmiş) çocuklar arasında, yasal haklar bakımından bir fark olmadığı açıklanmış. Kitapta bu gelişmeyi Kollontay şöyle yorumluyor:
"Burjuva toplumunda evlilik bir sözleşme, kadın
erkek arasındaki karşılıklı bir anlaşma idi; bu anlaşmayı tanıklar imzalar,
tanrısal damga vurulduğu için de sağlam ve yıkılmazlığı sağlanırdı. Erkek,
kadının yükümlüğünü üstüne alır, onu beslemeye ve bakmaya söz verirdi;
karşılığında kadın da erkeğin mallarını korumayı ve arttırıp saklamayı, ona ve
geleceğin mirasçıları olan döllerine (ister kendi başına, ister ücretli
hizmetçilerle ev ekonomisini düzenleyerek) hizmet etmeyi taahhüt ederdi.
Kocasını, başka bir erkeğin çocuğuna bakmak zorunda bırakmamak için, kusursuz
bir bağlılık gösterirdi.
Kadının eşini aldatması, özel aile ekonomisinin dengesini bozduğu için
burjuvazi, kocasına, yasal besleyicisine 'ihanet' eden kadını acımasızca
kovuştururdu. Kocasının ihanetine gelince, burjuvazi ortaya pek çıkarmazdı
bunu; çünkü erkeğin böyle bir davranışı, rastlantıymış gibi, aile ekonomisinin
çıkarlarından hiçbirisine dokunmazdı. Öyleyse, burjuva toplumu niye bu noktada
kız annelere böylesine eziyet ediyordu? Nedeni şuydu: Kayıtlı bir aşk ilişkisi
yoksa, yani açıkça evlilik söz konusu değilse, kim 'besleyecek', kim bakacaktı
çocuğa? Bütün açıklığıyla iki şık vardı: Ya çocuk, genç kızın 'yanıltılmış'
ailesine yük olacaktı, ki babaya değin özel aile ekonomisine asla yararı yoktu
bunun; ya da çocuğun bakımı özel kurumların ya da devletin üstüne yüklenecekti,
ki bu da, sosyal güvenlik görevlerini yüklenmeyi hiç sevmeyen burjuva
toplumunca arzulanan bir şey olmayacaktı." s.188-189
Özgür Coşar