Rosa Teyze, uzun öykü tadında, bir roman kişisi olarak çıkıyor karşımıza Sevgi Soysal’ın kaleminden. İlk öykü kitabının yayımlanmasından sonra (1962), öykü ile roman arasında salınan Tante Rosa 1968’de yayımlanıyor. Daha önce Sevgi Soysal’ın bütün kitapları Bilgi Yayınevi tarafından basılmışken, yeniden basımlarını bu kez İletişim Yayınları üstlenmiş. Bir ilk kitap olarak, yazarın “Boynunu vuracaklar, Tante Rosa’ya sahip çıkın” vasiyetinden yola çıkarak, İletişim Yayınevi dizinin ilk kitabı olarak tasarlamış Tante Rosa’yı. Bir yanıyla Tante Rosa’yı biz kadınlara emanet etmiş oluyor Sevgi Soysal, başına gelecekleri sezerek…
12 Mart döneminin öne çıkan kadın yazarı olarak biliyoruz Sevgi Soysal’ı. Yenişehir’de Öyle Vakti, Şafak, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu ilk akla gelen kitaplarından. Ancak Tante Rosa ile “sıradan” bir kadını, meydan okumalarıyla, engelleri ve eşikleri yok sayarak tüm cesurca çıkışlarıyla anlatıyor Sevgi Soysal. Köy romanından yavaş yavaş kentli romana, kent romanına geçiş sürecinde bulunduğu nesnellikten çok daha ileri bir noktadan, kadın sorununa dair izdüşümleri seziyor Soysal. Rosa “yabancı” olarak eleştiriliyor, öyle ya hem yabancı hem de kadın... Tante Rosa Almandır. Tante Rosa’nın yaşadığı dönem 2. Dünya Savaşı’nı da içine alır... Bundan dolayı yazıldığı dönemde “bizden” olmamakla eleştirilmiştir Tante Rosa.
Nasıl biridir Tante Rosa? Peki, kadın ataerkil erkek dilinde nasıl temsil edilir? Bir düşünelim, nedir ezberimizde olan? Erkek, kültürü, aklı, zihin süreçlerini temsil ederken; bu ezberde kadın, doğayı, duyguları, bedeni temsil eder. Kadın kontrol edilemez ve güvenilemezdir. Kadın çocuktur ve kendi karar süreçlerinde bir yönlendiriciye gereksinim duyar ve elbette korunup kollanması gerekmektedir. Dilimize giren, kadını tanımlayan pek çok atasözü ve deyimde bu cinsiyetçi algının izlerini bulmak mümkündür. Eksik etektir kadın ya da saçı uzun aklı kısadır. Tam da Sevgi Soysal tüm bu ataerkil kalıp yargıları Tante Rosa’nın kişiliğinde alabildiğine açık eder. Tersine çevirerek, baş aşağı tutar.
İşte bu noktada, her şeyden önce bırakmayı bilen bir kadındır Rosa. Her bırakış bir arayışın haberini verir. Tante Rosa neyi aradığının ayırdında olmayan, ancak yaşanılanın nasıl olmaması gerektiğini bilen biridir. Kadına dair kalıp yargıları yerle bir eder Tante Rosa, beklemez, tersine gider… Sözgelimi aşk ilişkisi çerçevesinde ataerkil işbölümüne baktığımızda “uzakta olmak” kadının erkeğe dair söylemidir. Kadın uzakta olanı bekler. Beklemek, kadına dair bir edimdir adeta. Kadının zamanı sarmal, adeta sürekli kendini tekrar eden bir zamanken, erkeğin zamanı ise düz çizgiseldir ve geriye bakmamak eylemi üzerine kurulmuştur ataerkil rol dağılımına göre. Beklemek ve bekletmek ilişkisini düşündüğümüzde ise bu ilişki biçiminin erkek ve kadın arasında bir iktidar üretme biçimi olduğunu da görmezden gelemeyiz. Erkeklerin bekletebilme ayrıcalığı her zaman bakidir ve kadın tıpkı Odysseus’un Penelopesi gibi dokuduğu halıları sökerek, günü güne ekleyerek korkunç bir döngüsellik içinde bekleyeni oynamaktadır. Ama Tante Rosa tam tersini yapar…
Bırakandır Tante Rosa ve beklenendir.. Beklemeyi, durağanlığı, evişlendirilmiş kadın olmayı reddeder. Tekrarları, döngüsel zaman sarmalını, bitmez tükenmez ev işlerini ve Hans’ı terk eder. Birbirini tekrar eden günler boğuntulu bir Pazar ayini gibidir; kilisede Pazar ayini, dönüşte nar gibi kaz kızartması, üstüne yenilen elma pastası ve Pazar öğleden sonrasında kocasını koynuna alması ve inci taneleri gibi dizilen üç çocuk... Bırakır Tante Rosa. Sıradan bir eş, anne, ev kadını kimliğini bırakır.
İçini öldürmeyi bilmez, reddeder Tante Rosa. Ama bunu bilincin ışıltılı özgürlüğünde değil, çocukça bir temizliğin korkusuzluğunda yapar. Önünde seçenekleri yoktur. Seçeneklerini yaratacak bilinci yoktur. Korkusuzdur, “Çirkinlikleri tekrarlamaktansa enayi başlangıçlara koşturmayı” bilir. “ Bir kadının bir kez yalancıktan inlemesi bile fazladır. Bir kez yalancıktan sokulması...”
İçinde yaşadığı toplumun bu cesur adımlara yanıtı ise onu aforoz etmek olacaktır.
İkinci eşi Rosa’ya yaşamı sevdiren biridir; bir kemancı ve felsefeci... Rosa, özelliklerini elinden kaçırmamayı bilecek denli kendiyle barışıktır. Gazete bayisi iken, kocasının kendine yardım etmediğini söyleyenlere şöyle der, “Akşamları dükkanı kapatıp yorgun argın eve gittiğimde, bana hayatı kim sevdirecek?” Burada verili kadın erkek rolünün tersine çevrildiğini görürüz. Bu tersinelik, içinde inceden bir alayı barındırır.
Savaş, yoksulluk, yalnızlık, yalnızlık, yalnızlık. Tante Rosa uzak bir konuk gibi gördüğü üçüncü eşinin savaştan dönüşüne katlanamaz. Yalnızlık Tante Rosa’ya göre değildir. Hayatına başkaları, zaten sevilmeyen üçüncü kocanın yokluğunda, konuk olmuştur. Üstelik ev kavramı da, kişiden ayrı yıkılabilir bir şeydir. Bir “şey” olmalıdır. Tante Rosa yaşar. Bırakarak yaşar. Zaten “Bırakmak, öncesi ve sonrasından bağımsız yoğun bir andır.”
Tante Rosa’nın yaşlılığı ve ölümü de güzeldir. Çünkü o ihtiyarlığın, “tekrar tekrar çirkinlikleri yaşamak” olduğunu, “bir insanın erken gelen yaşlılıktan sorumlu olduğunu” bilir. Yaşlılığında düşkünleşir mi Rosa? Bence hayır. Aksine, özelliklerini elinden kaçırmayan, dahası özelliklerinin altını daha kalınca çizen bir insan, bir kadın olarak okuyuculara “yeniden genç ve yeni yanlışlıkların başında olma” çağrısı yapar.
Bu anlamıyla “Tante Rosa hiçbir zaman acı çekmedi denebilir. Ama yaşamak zorunda olmak, sürdürmek, ısrar etmek. Bu Tante Rosa demektir.” Ne güzel... Yaşamakta ısrar etmek! Bu Tante Rosa demektir.
Sevgi Soysal yarattığı bilinçsiz, ne istediğini bilmeyen ancak kendinde çocukça bir naiflik ve kadınca duyarlılıklar barındıran Rosa karakterinin sınırlarını son derece gerçekçi bir biçimde çizer. “Şu ya da bu çemberin içine girmemiş, girememiş bir bireyin, gebermekten başka hakkı yoktur.” Tante Rosa bunu sonunda anlar. “Yüreğimi attım ortalığa, kimseler üstüne basmadan geçti” diyecek kadar yalnızdır. Ancak yalnızlığı özelliklerini törpülemez; aşınmasına izin vermez. Bununla birlikte “Hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için soyunulur, soyunulur. Tante Rosa daha bir kez olsun, bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunulabildiğini düşünmedi, görmedi, bilmedi. Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır.”
Bütün kadınca bilmeyişler... Bu masalsı, ironik ve yazıldığı dönem düşünüldüğünde yeni çağrışımlara ve tartışmalara çağıran, kadına dair ataerkil önyagıları yerle bir eden deneysel uzun öyküyü okuyun. Çevrenizde “bütün kadınca bilmeyişlerin” yazgısına daha yakından tanık olacaksınız. Ama Tante Rosa yaşamakta ısrar etmek, demektir... Yaşamaksa güzeldir.
Tante Rosa, İletişim Yayınları, 2002, 105 sayfa.
A. Şule Süzük Toker