Kabak Hafız’dan Bülent Arınç’a “el gördü”lük din

Bülent Arınç, Sultanahmet’te, halı müzesi açarken sözü Ayasofya’ya getiriyor. “Ayasofya, bize bir şeyler söylüyor”muş.  Altıncı yüzyılda yapılmış, dünyanın en eski ve en görkemli yapılarından birini kendince konuşturan Bülent Arınç’ın dilinin altında olanlar çok açık. Yılda üç buçuk milyona yakın insanın ziyaret ettiği bir müzeyi, 1935 yılında Cumhuriyetin müzeye dönüştürerek insanlığın ziyaretine açtığı bu anıtı, yeniden camiye çevirmek istiyorlar. Aynı adı taşıyan İznik ve Trabzon’daki iki müzeyi, çoktan cami yaptılar zaten.

Eğer bizim yeni Türkiye’miz, Haziran Ayaklanması’nda kendini meydana çıkaran yeni Türkiye, iktidara gelmekte gecikirse, İstanbul Ayasofya’yı da, ötekiler gibi, müzelikten çıkarmaları yakındır. Geçenlerde MHP’li bir milletvekili bunun için Meclis’e bir önerge de sunmuş bulunuyor.

Orhan Kemal’in üç büyük romanı

Peki, neden; beş yüz metre ötede, görkemlilikte onunla yarışan koca Sultanahmet Camii varken Ayasofya’yı cami yapmanın akılcı bir gerekçesi olabilir mi? Amaç, ibadet etmek için bir mekân oluşturmaksa, yanında yöresinde onlarcası var. Nedir asıl amaçları? Bu sorunun yanıtını, Arınç’gillere çok uzakta, edebiyat tarihimizin büyük romanlarında buluyorum. Orhan Kemal’in üç büyük romanında yer alan bir tipin ortaya koyduğu din felsefesinde sırrına eriyorum. Kabak Hafız ve onun, Orhan Kemal’ce açığa çıkartılan felsefesine “el gördülük din” diyebiliriz, tam da bu sırrı açığa çıkarıyor. Daha güzel bir söyleyişle, “gösteriş için din” de diyebiliriz; politik, ticari çok yönlü “getiri”leri var.

Orhan Kemal’in, 1935-1955 Türkiye’sini, Adana çevresinde ele alan romanları, AKP Türkiye’sinde, yeni okumaları davet ediyor. Böyle bir okuma, Kabak Hafız ve etkinliğiyle, din-sermaye sınıfı ilişkisindeki ince bağları, Orhan Kemal’in, büyük romancı kavrayışıyla yıllar önceden bize haber verdiğini gösteriyor.

Kabak Hafız tipi, ilkin “Vukut Var”da (1958) karşımıza çıkar. Asım Bezirci’nin “Orhan Kemal” (Tekin Yayınevi, 1984, İstanbul) kitabından öğrendiğimize göre, roman Dünya gazetesinde tefrika edilirken, Adana’da tepkilere neden olmuş ve tartışmalara yol açmıştır. Gerçekçi roman, gerçekliği sarsmıştır. Fabrikada işçi Güllü, Arap uşağı işçi Kemal’e âşıktır. Babası ırgat simsarı, elci Cemşir ve berber Reşit, para uğruna, Güllü’nün sevgisini umursamadan, Çukurova’nın zengin toprak sahiplerinden Muzaffer’in yeğeni Ramazan’la evlendirmeye çalışırlar. Romanda, 1946-1950 yılları arasındaki bölge gerçeğinden çarpıcı tipler çizilir. Bu tiplerin en önemlilerinden biri de, “el gördülük din” felsefesinin mucidi Kabak Hafız’dır. Ancak “Vukuat Var”da, daha bu felsefenin adı konmamıştır. Denebilir ki, felsefe vardır, eylem halinde, Kabak Hafız’ın yaşamı ve dindarlığı çerçevesinde gösterilmiştir ama kavrama dökülmesi için, “Kanlı Topraklar” romanının yazılması beklenecektir. Orhan Kemal, gazetede tefrika edildikten sonra 1958’de kitaplaşan “Vukuat Var”ın devamı niteliğinde “Hanımın Çiftliği’ni (1961) yazdıktan sonra, 1963’te “Kanlı Topraklar”ı yazacaktır. “Kanlı Topraklar”, kendinden önceki iki romanın ele aldığı 1946-1956 zaman kesitinden on yıl önceki dönemi, 1934 sonrasını konu alır. Bu romanda Kabak Hafız, pek sahnede görünmez ama yetiştirmesi, Topal Nuri, onun derslerini sık sık anımsayarak, fabrika kâtipliğinden, toprak ağalığına ve fabrikatörlüğe giden yolda bu felsefeden alabildiğine yararlanacaktır.

“Kanlı Topraklar”, adının da çağrıştırdığı biçimde, Marx’ın Kapital’de “ilk birikim süreci” dediği, sermayenin “el koyarak”, şiddet ve zulümle büyüdüğü dönemi, Adana çevresi somutunda sergiler. Kapitalist sömürü mekanizması henüz hukuki yasallıklar kazanmamıştır. Savaşlar, sürgünler sonucu mülkler el değiştirir, gücü gücü yetene düzeni hüküm sürer. Mülkiyet “kanla ve ateşle” ele geçirilir.

Sömürüyü meşrulaştıran ideoloji olarak din

Böyle bir dönemde, “kalpsiz dünyanın kalbi” dine çok ihtiyaç vardır. Kaybedenler açısından ve kazananlar cephesinden dinin ikili bir işlevi vardır. Ezilenler dine, kaderciliğe sığınarak teselli ararken, egemen sınıf açısından ise vurgunlarını maskelemek için dinde büyük olanaklar vardır. “El gördülük din”i, dindar insanları kandırmak için, koyu dindar geçinmek olarak tanımlayabiliriz. Dini, temel tutunacak dal olarak gören halkı etkilemek ve yönlendirmek için beş vakit namaz kılıp besmelesiz adım atmayarak, gösterişle hareket ederken, gerçekte ise, dinin hiçbir kuralını umursamadan yaşamak. Ele dindar görünürken, dinin yasakladığı her şeyi yapmak. “Vukuat Var”da Kabak Hafız’ın bütün davranışları bunu ortaya koyar. Roman 1958 yılında, dinci DP iktidarı döneminde yazıldığına göre, Kabak Hafız tipi bu dönemin içyüzünü sergileyen bir karakter olarak romanda ağırlıklı bir yer tutar.

Orhan Kemal, dinin, sömürü ilişkilerini meşrulaştıran bir ideoloji olduğunu romanın birçok sahnesinde sergiler. Muzaffer Bey’in kâhyası “Yasin Ağa için iki çeşit kul vardı. Biri, Cenab-ı Allahın sevgili kulları… bunlar malın, mülkün sahipleri, hatırlı soylulardı. İş görmek için değil gördürmek için yaratılmışlardı. Yaptıkları her şey doğru, olması gerekendi.”

“Ötekilerse, Allahın sevmediği kullardı ki, Allahın sevgili kullarının işlerini görmek, azar işitmek, eza çekmek için yaratılmışlardı. Haşarattı bunlar. Her türlü kötülük, pislik, iffetsizlik bunlardaydı. Bunlara acımak, kurtarmaya çalışmak boştu. Böyle şeyler düşünmek Allah’a şirk koşmak olurdu. Zülcelâl mademki böyle yaratmıştı onları, böyle kalmalıydılar.” (Orhan Kemal, Vukuat Var, s. 66-67, Epsilon Yayınevi, 2005, İstanbul) Toplumdaki temel sınıf ayrımını böyle görmek sermayedarlar için çok rahatlatıcıydı. 1946’dan sonra imam hatiplerin açılması ve dinin politikanın en önemli araçlarından biri olması bununla ilgiliydi.

Sermayedar için dinin ne kadar işlevsel bir araç olduğunu gösteriyor Orhan Kemal; ırgatları daha erken işe başlatmak için Kabak Hafız’la anlaşıp sabah ezanını bir saat erken okutuyorlar. Orhan Kemal, Kabak Hafız’ı şöyle tanıtır: “Vaazlarında dehşet kesilmesine, Allah, öte dünya, azâbı elim, azabı şedit konularında şakası olmamasına karşın, su gibi yumuşaktı. Girdiği kabın biçimini alıverir, mescid dışında güler söyler, köylüyle şakalaşırdı. Hatta vaazlardan hemen sonra, ağzı sıkı Müslüman kardeşleriyle şarap testisinin başına oturmaktan da çekinmezdi. Köyün azgın dullarından zengin Naciye’ye uçkur çözdüğü de ileri sürülürdü.” (Vukuat Var, s.69) Kabak Hafız’ın haklı haksız terazisi de Kâhya Yasin’le aynı cinstendi. “Köylü arasında hır çıktı mı, çözümlemede son derece pratik bir yol tutmuştu: Hır güre düşenlerin hangisi ötekinden zenginse, elbette o haklıydı. Çünkü şeriatın kestiği parmak acımazdı. Yetinilmiyorsa, mahkemelerin yolu kapalı değildi ya!” (s. 69) Kabak Hafız’la romanda ilk karşılaştığımız sahnede, bir gece yarısı, bir gölge gibi, dul Naciye’nin evinden çıkarken görürüz. Onu yakalayan Ramazan’a, “zina”yı “tefsire” bağlı olarak meşru göstermeyi becerir. Sonra da şunu ekler: “Bu dolambaçlı izahlar, hilei şeriyye için kullanılır, öğren!” (s.76) Kabak Hafız, çıkarı için her türlü dolambacı çevirirken, dine göre bir açıklama bulmayı bilir. Bugün, modelini ondan almışa benzeyen, her gün televizyonlarda vaaza çıkan ne kadar hacı hoca vardır.

Körlerin arasında badem gözlü şaşı

“Kanlı Topraklar”da, Kabak Hafız’ı, romanın ana karakteri Topal Nuri’nin dünya görüşünü ve din anlayışını belirleyen kişi olarak görürüz. Kabak Hafız’ın kendi söylediği şeylere inanmadığını gören Nuri ona sormuştur: “Peki, madem böyle, neden imamlık yapıyor, inanmadığına başkalarını inandırmaya çalışıyorsun?” (Orhan Kemal, Kanlı Topraklar, s. 17, Tekin yayınevi, 2002, İstanbul) Yanıtı çok açıktır: “Dünyada iyi ve rahat yaşamak için. Yani, başkalarının kuru kuruya inançlarından faydalanıp, geçineceğim. Bu suretle ekmeklerin en hası, en rahatına ulaşıyorum. Hem de hiç terlemeden. Sana da tavsiye ederim, insanları şuurlandırıp gözlerini açmaya kalkışma. Bunun sana hiç faydası olmaz. Tam tersi, zararı olur. Körlerin arasında şaşı, badem gözlüdür!” (s. 17) Topal Nuri, bu dersi hiç unutmaz, körlerin arasında şaşı gözlerinden alabildiğine yararlanacak, beş parasızlıktan gelip “el koyarak birikimle”, toprak ağası ve fabrikatör olacaktır. Sermaye sınıfının yakın dönem tarihi de, bu dersin pek benimsendiğinin tarihi değil midir? Köylüleri ortaçağ cehaletinden kurtarıp bilinçlendirecek Köy Enstitüsü hareketini beş altı yılda boğmayı becerdiler. Cumhuriyetin kuruluşuyla girişilen eğitim ve aydınlanma atılımını, tersine çevirecek adımları, 1946 yılında ilk imam hatipleri açarak attılar. Bugünlerde ise, Osmanlı’nın bile yer yer aştığı, kız-erkek ayrı okullarda eğitime geri dönmeyi dayatıyorlar.

Orhan Kemal’in romanındaki sermayedar tipi Muzaffer Bey de, egemen sınıfın, bu süreçte dine yönelik değişimini yansıtır. 1946’da Kabak Hafız’lara ve dine alan açan CHP’lilere karşıdır. Hatta mürtecilerin yeterince temizlenmediğini ve sinsi sinsi örgütlenerek uygun koşulları bulunca harekete geçtiğini düşünür. Ama çok geçmeden DP iktidarıyla birlikte, o da dinci politikanın nimetlerinden yararlanmayı öğrenecektir. Başlangıçta, Muzaffer’in el koyduğu topraklarını savunmak için DP’ye güvenen ve üye olan köylüler, kısa sürede Muzaffer’i de aynı partide, tepelerinde göreceklerdir.

Talkım-salkım meselesi

Nuri, hocasını anlatırken bu felsefenin kavramını, “el gördülük” nitelemesini bulacaktır. “Benim bir ahbabım vardı, Hafız, Kabak Hafız derlerdi, lâkin şeytanın amca çocuğu. Bilmediği yoktu. Onun dediği gibi, öte dünyaya gidip gelen yok. Cennet de, cehennem de bu dünyada. El gördülük, namazı niyazı sıkı tutacaksın, lâkin ardında bir çıkarın olmak şartıyla!” (s. 97) Topal Nuri, bu felsefeyi kendi deneyimleriyle geliştirerek uygulayacaktır. “Kabak Hafız’ın dediklerini bana kendi tecrübelerim doğruladı ki, bu dünya, talkımı verip salkımı yutan gözü açıklarla, salkımı kaptırıp talkına kulak veren enayilerle dolu.” (s. 98) Salkımı yutanlar elbette az, ama yuttukları, milyonları doyurmaya yetecek kadar çok.

Ne zaman dincilik politikası iktidara tırmandıysa, doymaz bir salkım-talkın sarmalında un ufak oldu toplumumuz. Orhan Kemal’in 50’lerin sonu, 60’ların başında yazdıkları bunu anlatıyor. 80’lerden sonraki tarihimizi ise, Kabak Hafız’ların köy imamlığından başkent imamlığına tırmanış öyküsü olarak okumak mümkün; bunu yazacak, Orhan Kemal türünden gerçekçi romancılarını arıyoruz.

B. Sadık Albayrak

 

Facebook
yorumlar ... ( 10 )
12-12-2013
12-12-2013 11:18 (1)
O. Kemal iyi romancı. Ama bizim daha farklı türden yaklaşımlara, romancılara, siyasete ihtiyacımız var sanıyorum. Türkiye sol aydınının bu klasik tavrı sürekli hezimet getirdi, bundan sonra da getireceği apaçık. Dini halktan uzak eleştirmek kolay. Türkiye aydını yoksulun halinden pek anlamadı. Buna sol aydınlar da dahil. Aydın konformizmini kim anlatacak? Balo yap, rakı iç ilerici ol, ne kolay, ezilen ne hali varsa görsün. O. K böyle yaptı demiyorum, eleştirisi biraz tek yanlı ve eski tip. Onu çok daha ileri boyuta götürmek şart. İlknur Arslanoğlu
12-12-2013 22:46 (2)
İlknur hocaya katılıyorum. Özellikle siyaseten farklı yaklaşımlara ihtiyaç var, kendimde dahil Türkiye okumuşları kendi mevzilerinde, İlknur Arslanoğlu'nun kendi alanında gösterdiği gayreti ve çabayı, örnek alırlarsa o zaman bir şeylerin değişeceğine inanıyorum. Söylemek kolay tabi de ama iş uygulamaktan geçiyor. Son olarak ta şunu belirtmek isterim, O. Kemal iyi bir edebiyatçı olabilir ama hayatın diğer alanlarındaki değerlendirmelerinde eksik ya da tek yanlı bakabilir. Ayrıca bu örneklem tüm aydın kesim içinde de sık olarak gözlenebilmekte. R.Kulaksız
12-12-2013 22:46 (3)
Pes vallahi İlknur, bir "kızlı-erkekli" eksik kalmış! Şerefe...Yağız
13-12-2013 10:31 (4)
Yağız bey eğer şaka yapmışsa bir şey değil. Ciddiyse pes vallahi onun yazının mesajını anlayışına. İlknur hoca rakı içmeyin demiyor, sadece ve sadece rakı içmekle, çağdaş falan giyinmekle, cumhuriyet şu bu edebiyatı yapmakla ilericilik, solculuk olmaz diyor. Halkın gönlünü nasıl kazanacak solcular, işte bütün mesele bu. Sol partilere oy verenler sağ partilere verenlerden daha zenginse orada durun, başka hiçbir şey konuşmayın. Bunu kabulleniyorsanız, hep birlikte şerefe! Zaten yapacak başka şey yok. A. Ö
13-12-2013 18:26 (5)
Köy çocuğuyum, altı yaşıma kadar şehir yüzü görmedim, 15 yaşıma kadar da keçi çobanlığı yaptım.Solun ne anlama geldiğini ancak lisede kavrayabildim. O yaşa gelinceye kadar imam, öğretmen, muhtar ve jandarmadan başka pek kimseyi görmedim Halkın yanında.Nasıl olur, ne zaman olur bilmiyorum ama Halkın içinde-yanında olan ve halkın dilinden konuşan Sol ve Solculara ihtiyaç var. Din konusu sol açısından yeterince sıkıntılı bir konu zaten, söylemi çoğunlukla halkın değerlerine saldırı olarak gösteriliyor. Yeni bir yaklaşım, yorum ve söylem geliştirilmeli... Fatih KISA
13-12-2013 21:36 (6)
Pek muhterem İlknur Hocama(?!) öncelikle konformizmin tanımını araştırmasını öneririm. zira konformizm rakı içerken ahkam kesmek değil "sorgulamadan uymak" anlamına gelir ki mevcut iktidarı değerlendirdiğimizde "dini değerleri de anlamalıyız, islamcılarara kulak vermedik" lafları konformizmin ta kendisidir. coğrafyaya egemen güçlerce biçilen "dinci" konjonktüre uyum sağlamaktır. Ezilen diye yüceltilmeye çalışan yoksul dindar kesimin şu anda iktidar olduğu düşünülürse hem gazetesel hem de siyaseten "Taraf" olmaktır. Okyanus ötesi hürmetlerimle Mustafa Öz.
13-12-2013 21:51 (7)
Sayın Mustafa Öz'ün yorumunu (?!) işaretine alınmadan okuyalım, yalnız saygı duymaya kendimi zorlasam da, "yoksul" kesimin iktidar olduğu sanrısına takılmadan edemeyeceğim. İlknur Arslanoğlu
13-12-2013 23:24 (8)
Hoca'nın korumasına cevap vermeyeceğim de müsaadenizle yazıya yaptığı yorumu yersiz, aydınlara balo+rakı yapıştırmasını da ucuz buldum. Tanımadığım insanlara "pes İlknur" deme huyum yoktur; demek ki belli bir rabıtamız var. Evet O. Kemal karakterlerinin ağzından kendi konuşup bir nevi itiraf ettirmiş; ama bu göstermelik dincilik hakkındaki o zamanın koşullarındaki saptamalarını değersizleştirmez. Başka "daha dinli" ülkelere gidenler ezan sesinin yüksekliği olsun, cami sayısı olsun bizde açık kapamasına dindar insanları dahi rahatsız edecek derecede bir abartı-görgüsüzlük olduğunu idrak eder.
13-12-2013 23:25 (9)
Dinin doğru uygulamasına da hiç kafa yoracak, iletişim yolu arayacak, buradan "halka inmeye" çalışacak değilim. Yeterince halkım kendim, babam da anam da öyledir. Rakı içeriz; balo olayımız yoktur. Ayrıca yazıyı kaleme alana da ayıp oluyor, son derece dingin bir yazı, kafamızın bu kadar karışık olmadığı zamanları hatırlattı; teşekkür ederim. Yahu arkadaşlar; bizim bir kolesterol yazısı vardı, hocadan mı geçemedik, ne oldu? Buradan mı tefrika edelim? Hürmetler, Yağız Hoca.
14-12-2013 09:08 (10)
pardon; Hoca (?!) olacak. burada yardımcı doçentten hareketle titr kullanmanın manasızlığı işlenmişti. MÖZ bunu kastediyor olsa gerek. Yağız
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211056
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.