Erendiz Atasü’nün son romanı olan “Dün ve Ferda”, Can Yayınları’ndan Kasım 2013’de okurlarla buluştu. Roman, son yıllarda hepimizin gündemine oturmuş olan sağlıkta özelleştirme teması çerçevesinde biçimlenen konusu ile Tıp Bu Değil serisinin bir yazarı olarak hemen ilgimi çekti. Romanın kahramanı olan eczacı Ferda’nın sosyalist siyaset içindeki değişen çizgisi, eczanelerin büyük yabancı sermaye gruplarının şemsiyesi altında bir zincire dönüştürülmesi girişimine karşı takındığı tutum bağlamında, Mustafa Suphi olayından Prag Baharı’na dek süren çizgi doğrultusunda anlatılıyor romanda. Bizim de Tıp Bu Değil dizisinde ele aldığımız temel sorun olan sağlık başlıca devlet tarafından sunulan bir hizmet mi olmalı, yoksa özelleştirme yoluyla insanlara daha iyi bir sağlık hizmeti vermek mümkün mü sorusu, çarpıcı bir kurgu ile ele alınmış. Atasü bu sorgulamayı yaparken bizi öyle bir dünya ile yüzleştiriyor ki, Nazi kamplarında insanların öldürülmesi için gaz üretenlerin torunları bu dünyada ilaç kartellerinin başına geçmiş ve ölüm gazları üreten fabrikalar da ilaç fabrikalarına dönüştürülmüş durumda. Bir sosyalist böyle bir yapılanmayla ilgili nasıl bir umut besleyebilir ve halk adına iyi bir şeyler ortaya konulabileceğini düşünebilir? Eskinin komünisti, yeninin neoliberali Ferda ile bir gazetecinin yaptığı ve özetleyerek aktardığım röportaj, romanın ilgi çekiciliğini gözler önüne serecektir sanırım:
-Sayın Hocam, sizler gibi ablalarımızın, ağabeylerimizin anlattıklarından şunu öğrendik, eski talepler, genel bir sağlık sosyalizasyonu çerçevesinin içindeydi. Şimdi neoliberalizmin kutsandığı bir ortamdayız, bu ortamda birtakım hekimlere, ‘Senin muayenehanen var, çek git devlet kurumundan’, demek nasıl bir çözüm üretebilir ki? Bağışlayın ama, geçmişinizi inkar mı ediyorsunuz?
-Hayır asla. Dün ideallerimizin gerçekleşmesi için sosyalist bir toplum tasarımının gerekli olduğunu düşünüyordum; bugünse idealleri gerçekleştirmenin somut yollarında ilerliyoruz.
-Bağışlayın, sayın Hocam, yani geçmişte dolduruşa mı gelmiştiniz?
-O günün koşullarında makul olan, sosyalizm beklentisiydi; bugünse konjonktür değişti, dünyanın gidişatına karşı duramazsınız.
-Yani, her şeyi, dünyanın gidişatı, dediğiniz şey mi belirliyor?
-Hayır ama gidişatı göz önünde bulundurarak kendinize bir yol haritası çizmezseniz, hüsrana uğrarsınız.
-Yani, sosyalizmi kuramadık, şimdi post-endüstriyel kapitalizmden ne koparsak kar, diye mi düşünüyorsunuz?
-Uluslararası büyük şirketlerin eczaneleri, her şeyi daha ucuza mal edebilecek, üstelik hastanın kimi sağlık sorunlarını gerçekten çözebilecek kapasiteye sahiptir. Halk açısından yararlı olan budur.
-Peki hocam, yaşamın tüm alanlarının büyük şirketlerin egemenliğine ve buyruğuna girmesi sizce sakıncalı ve ürkütücü değil mi?
-Hayır, korkarak yaşanmaz.
-Şimdiki iktidarın tamgün çalışmayı desteklemesi, bu koşulu kabul etmeyen hekimlerin devlet görevinden istifasında direnmesi, sağlık sektörünün iktidar yandaşlarınca ele geçirilmesi amacını gütmüyor mu? Sonuç böyle olmayacak mı?
Romanda siyasi savruluşların psikanalitik çözümlemesi ile ilgili ilginç saptamalar bulacaksınız. Üzerinde durulmaya değer bu saptamaları daha çok tartışmak gerekir diyerek, romanın sağcı kahramanı olan Kazım Beyazıt’ın sözleri ile bu tanıtım yazısını bitireyim:
Yıllarca “Komünistim” demeden komünistlik yapanları dinlemiştim. Ancak, Allah biliyor ya, “Komünistim” diyerek kapitalistlik yapanları görmek kısmet olmamıştı.
Mutluhan İzmir