Türkiye'de yazar olmak, Kemal Okuyan'ın hakkımdaki yazısı - Freudculuğun eleştirisi (3)

Freud'un bilinç-bilinçaltı fantezisi (toparlama)

Herhangi bir anda kenara çekilin, sakin bir yere oturun ve bilincinizi boşaltmayı, hiçbir şey düşünmemeyi deneyin. Başaramadığınızı göreceksiniz. Meditasyonda çok ileri düzeye yükselenler bile bunu uzun süre başaramaz, onun yerine imgelemi tek bir noktaya odaklamaya yönelirler. Bilincinizi bembeyaz, bomboş yapmaya çalıştığınızda büyük çoğunluğu rastgele, bir bölümü çevre uyaranlarca serpilen, içiçe geçmiş ve birbirini izleyen çok sayıda imge, anı, duygu, düşünce parçacığı, kümesi sahnede bir festivale başlarlar.

Ya da uykuda rüya gördüğünüzde. Bilinciniz görünüşte kapalıdır, ama gayet bilinçli konuşmalar, senaryolar içinde yaşamaya başlarsınız, mantıkla mantıksızlık, gerçekle gerçek dışı yoğrulmuş halde resmigeçittedirler.

Sakin sakin otururken ayağınızı bir sinek soksa aniden çekersiniz bacağınızı. Sinek soktuğunu ve bacağınızı çektiğinizi hareketi yaptıktan sonra ayırt edersiniz. Buna da refleks diyoruz.

Bir önceki bölümde görmüştük, aynı konuda birçok deney gerçekleştirilmişti. İstemli hareketleri yaptığımızda karar alan merkezden önce beynimizde başka bir merkezin çalışmaya başladığı gösterilmişti. Yani karar alan veya kararın farkında olan veya kararın alındığını bildiren beyin merkezleriyle gerçek karar alıcı merkez birbirinden farklı olabiliyordu.

Tüm bunlardan çıkarmamız gereken sonuç ne olmalı? Beynimizde veya beynin işlevselliğinde şunlar bilinçtir, bunlarsa bilinçdışıdır diye ayırabileceğimiz ayrı bölümler yok. Şu an bilinçli olan ertesi saniye bilinçsiz hale geçiyor. "Ben"im ve "bilinçliyim" diyen merkez de keza sürekli nöbet değiştiriyor, beyinde veya onun işlevselliğinde "ben"i veya bilinci yerleştirebileceğimiz kalıcı ve aynı nokta yok.

Ve belki daha önemlisi, bilinç ve bilinçaltı ayrımı gerçeğe uymadığından “bizi bilinç yönetiyor” veya “bizi esas yöneten, baskın olan bilinçaltıdır” demenin bilimsel bir anlamı da yok. Bunlar fantezi. İlla hangisi baskındır diye sorulsa (ki aynı nedenle kısmen anlamsız bir sorudur) elbette bir bütün insanlık durumu-kültürü için de, tek tek insanların bireysel gerçekliği için de “onu asıl belirleyen bilinçli halidir” diyebiliriz.

Peki, tüm bunlara karşın niye insanlar hala bilinçdışı kavramını kullanıyor? Birinci nedeni bunun gündelik dile, kolayca kullandığımız rahat kavramlar arasına girmesi. Bir dil alışkanlığı yerleşince bazen karşıdakine laf anlatmak için kolaycılıktan, bazen mecburiyetten, bazen de farkında olmaksızın o kavramı kullanıyorsunuz. Ben bile birçok kez "bilinçaltı" sözcüğünü kullanmışımdır. Düşünsel alışkanlıkları, kolaycı konuşma kalıplarını değiştirmek çok zor.

Örneğin Türk filmlerinde polis gelir ve kişiyi “tutuklar”. Oysa Türkiye'de polisin tutuklama yetkisi hiç olmamıştır. Polis gözaltına alır, yakalar vb.. Ama belki bin sefer uyarılmış olsalar da Türk filmi polisi “tutuklamaya” devam eder. Akıl bir kez tutuklanmıştır çünkü.

Buradaki yorumlarda da gördünüz. Bilinç-bilinçaltı ayrımının hiçbir bilimsel kanıta dayanmadığını, tersi yönde kanıtların ise dağ gibi yığıldığını söylesek de bazı okurlarımız görüş bildiriyorlar. "Ama aslında ben bilinçaltının daha güçlü olduğunu düşünüyorum!"

Başka bir temel neden ise bunun bir dünya görüşü, bir inanç sistemi olarak belli tipte kişiliklerin değişmez yeğlemesi keyfiyeti.

Şu otuz yıldır geliştirmeye çalıştığım temel tezlerimden biri: Heraklit'in ve başka birçok düşünürün vurguladığı "karakteri insanın kaderidir" görüşünün günümüz bilgi düzeyiyle güncellenmesi.

Kanımca (tezime göre) insan toplulukları belli temel kişilik grupları altında bölünürler. Çağlar boyu değişmez bir gerçektir bu. Kuramı burada anlatmayacağım. Kısaca şöyle özetleyeyim. Hemen her çağda, her toplumda belli tipte kişilik özellikleri fazla değişmeden sabit kalır. Örneğin bir şeylere körü körüne inanma eğilimi gösterenler, sorgulayıcılar. Düzene uyanlar, düzene isyan edenler. Dindarlar, dine inanmayanlar gibi...

Freudculuk da bir dogma veya inanç sistemi olarak onu sorgulamadan kabul eden belli kişiliklere bir şekilde çok uyan bir öğretidir ve bizim aksini kanıtlama çabalarımız, ne kadar sağlam kanıtlar ortaya koysak da pek çok vakada bir işe yaramayacaktır.

O halde niye bu kadar emek veriyoruz, çaba harcıyoruz? İlk neden kendimizi rahatlatmak için, “ben görevimi yaptım, tebliğimi yaptım” diyebilmek için vicdanımıza. İkincisi de tüm insanlar bir şeye inanmakta veya inanmamakta iki grup altında toplanmaz veya toplansa da bazıları o saflarda gevşek durur, bağımsız durur. İşte giriştiğiniz o ikna çabaları daha çok bu ortadaki, görece bağımsız, daha sorgulayıcı düşünebilen insanlarda işe yarayabilir, yaramaktadır.

Ahmet Öz ve Mutluhan İzmir dostlarımın bu görece bağımsız ve sorgulayıcı düşünenlerden olduklarını sanmıyorum, ama yine de deneyeceğiz.

Bir futbol takımının taraftarı olmak genellikle akıl dışı (bilinçdışı) motivasyonlardan kaynaklıdır zannedilir. Biraz doğruluk payı vardır bunda. Ne ki yapılan birçok çalışma akıl dışıyla açıklanamayacak birçok somut veri sunar bize. Estetik duygular, uyarılma ihtiyacı, eğlenme gereksinimi, kendine güven kazanma, aidiyet hissi kazanma, grup dinamiklerinden yararlanma, ekonomik getiri, kazanma duygusu, ortaya konan başlıca motivasyon kaynaklarıdır. Örneğin Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre başarma-kazanma duygusu (takımın başarısı) taraftar olmaya iten etkenler arasında beşinci sıradadır. Ama gariptir, takımı fanatik olarak tutmaya devam etmek için “başarı kazanma” gereği birinci sıraya geçer. İngiltere'de yapılan başka bir araştırma takımın başarısının taraftar olmak için çok daha geride yer aldığı anlaşılmıştır. (ABD -İngiltere arası kültür farkı, bizde herhalde başarı beklentisi daha ön sırada yer almaktadır.) (Wann, Melnick, Russell, Pease-Sport Fans)

Bunu niye anlattık. Bir kere takım taraftarı olduktan sonra o takımı bırakan kaç kişi gördünüz? Herhalde pek azdır. Bir dinin mensubu olarak yetiştikten sonra başka dine geçenler? Dinsiz olanları saymazsanız (o da ayrı bir karakterdir), daha da az. Başka deyişle belli kişilik ve çevre etmenleriyle insanlar bir aidiyete kapılırlar (her kişi için çevre-kişilik oranı, baskınlığı farklıdır) sonra da o aidiyetlerini kolay kolay terk etmezler.

Buna her şart altında çevre etkeni destekte bulunur. Türkiye'de Sünni İslam olmak her alanda başarı getirir, o yüzden Sünni İslam bir kişinin bunun toplumdaki en yaygın yorumundan uzaklaşması çok zordur. Freudculuk da Avrupa ve ABD entelektüel aleminde başarı getirir, en azından dışlanmayı önler. Bir kişinin Freudculuğu bırakması o yüzden de çok çok zordur.

Türkiye'de düşünür olmak

Burada yazılmakta olan Freud eleştirisi bugün dünyadaki Freud eleştirisinin en uç noktası. Tevazua gerek yok, bu böyle, siyaset psikolojisiyle bu kadar ilgili, pratiğin içinde, tıbbı, hem psikiyatriyi, hem psikolojiyi, evrimci psikolojiyi, hem de Marksizmi birlikte bilen, bu kadar lüzumsuz disiplinle aynı anda haşir neşir benim kadar gereksiz ikinci bir kişi yok.

Peki tepki? Bir potansiyel güç ancak tepkiyi karşılayacak bir maddi güç varsa kinetik güce dönüşür. Sanırım bendeki güç sanal bir güç, o yüzden herhangi bir maddi gerçeklikten yansımıyor, ciddi bir ideolojik tepki de bu yüzden almıyor, tartışma çıkmıyor. Zaten ABD odaklı psikiyatri, psikoloji çevreleri Freudculuğu zararsız hale getirmişler, o nedenle ona yüklenme gereği de duymuyorlar pek. Onu tarihsel bir zenginlik olarak kabul ediyorlar.

"Psikiyatri ve Psikoloji, Birleşik Devletler'de uzun süredir psikoanalize meftun durumdaydı. Ancak son yirmi yılda uygun yere konuldu, kesin biçimde ıskartaya çıkarılarak değil, ama artık kendi başına yeterli ve gerekli görülmeyerek. (Tüm iktisadın Marksizm içinde değerlendirildiğini düşünün, yakın zamana dek psikiyatri de psikoanalize bağımlıydı)" (Nassir Ghaemi - First Rate Madness)

Onlar onu uygun yere koyup bırakmışlar, ama biz bırakamayız. Çünkü onlar siyasetle, solla ilgilenmiyor pek fazla. Bizse burada sol içindeki ezici liberal baskıyla mücadele etmek için onun temel direklerinden biri olan Freudculukla baş etmek zorundayız. Nasıl olacak benimki gibi hayali güçlerle bu? Liberallikten kastım, sol içine sol olmayanı katan her türlü ideolojik etki. Geniş anlamda alıyorum bu kavramı. Böyle baktığınızda bizde milliyetçi, ulusalcı, jakoben görünümlü liberaller de çok.                 

Türkiye'de edebiyatçı olmak

İyi bir eser bu ülkede yazarın cezası. Yazar popülerse yazdığı vasat-vasat altı eser yayınevince yazılmadan kapılıyor; bay-bayan yazarımız daha son bölümü bitirmeden reklamı başlıyor. Sorun bu işte. Bu dönme dolapla hipnotize edilmiş vasat okur aynı devridaimi sürdürmek için ayrı bir baskı oluşturuyor. Yazar popüler değilse yayınevleri kapısında eziyet başlıyor. Önce yorgun-bezgin editörlerin önünde aylarca-yıllarca bekleyeceksiniz. Sonra oldu ya beğenildi eseriniz, acaba satar mı sınavını geçeceksiniz. Basıldı mı üçüncü aşama geliyor, kitabın duyurulması. Dördüncü aşama tekellere dönmüş kitapçılarda müessese müdürü ile iki ayda bir değişen satıcı çocukların merhametine kalma. Beşinci ve en korkunç darbede büyük çoğunluğu cidden alık okurun muhteşem beğenisinde sınanma.  

Genel için konuşuyorum, problem zaten genel olanda. Özel problemler çok daha kolay aşılır. Kendim için konuşmuyorum, bana ilk iki adım pek zor olmamıştır, sonraki adımları son on yıldır hiç mi hiç takmıyorum zaten.

Özel dedikte, o yolda söyleyeceklerim var elbet. Başlıkta Kemal Okuyan'ın adı geçiyor. Sevgili Kemal kusura bakmasın, seveni ve sevmeyeni çok bol, o yüzden ondan söz ettiğimiz yazılar özellikle reyting yapıyor, faydalanalım dedik. Bir de Freud Mreud, feriştahını yazsak, burada resmen ölümsüzlüğün sırrını açıklasak… Fazla ilgi uyandırmıyor. İlla da siyasi polemik olacak, kavga olacak. Freud okutmak için araya böyle parça koyuyoruz işte. Hem böylelikle ikide bir Kemal Okuyan’ı soran kimi yorumcularımızı birkaç aylığına tatmin ederiz belki.

Geçen yıl Ekim sonuydu, Kemal Okuyan aradı telefonla, yine çok uzun süredir görüşmemiştik. (Yerel seçimden önceydi, parti tek ve sağlamdı daha) “Kitabını çok beğendim, tebrik etmek için aradım” dedi. Kayıp Devrimin Öncesinde için konuşuyordu. Daha önce gazetede günlük çıkan tefrikanın bazı bölümlerini okuyabilmiş, kitap çıktıktan sonra topluca okumaya yeni fırsat bulabilmiş. Uçakta okudum çoğunu, kahkahalarımı tutamadım, dedi. Çok zekice yazılmış. Reenkarnasyon Kulübü'nü de beğenmiştim ama, bu başka… Bu gerçekten çok iyi. Tam istediğimiz bir tarz, dedi. Farkımızı çok renkli biçimde sergiliyor yollu bazı şeyler söyledi. “Bunu partide eğitim kitabı olarak önereceğim...”

Teşekkür ettim, sevindiğimi söyledim, gerçekten sevinmiştim, ama içimden de “umarım bu düşüncelerini bir yerde yazmaz” diyordum. Çünkü Reenkarnasyon Kulübü için de tebrik etmişti, yazacağını söylemişti ve yazmıştı: Aman Allah’ım, övüyor mu, sövüyor mu belli değildi. Partililer arasında okunması bıçak gibi kesilmişti.  

Kemal, Kayıp Devrimin Öncesinde için yazsaydı herhalde şöyle bir şey okurduk:

Kaan'ın yeni romanını bitirdim. Büyük bölümünü sonuna dek bir uçak yolculuğunda okudum. Mizahı çok iyiydi, öyle ki kendimi tutamadım, herkesin içinde defalarca kahkahayla güldüm. Eğer sorarsanız bu mizah çok değerli, bizim istediğimiz türde bir mizah mı, evet öyledir diyemem bütünüyle. Gereksiz birçok konuya girmiş, bazı espriler fena değil, ama sululuk ölçüsü yer yer fazla kaçmış. Bir de insan uçak yolculuğunda gergin oluyor ne de olsa, biraz da şarap falan içince, ne şaka yapılsa gülüyorsunuz.

Çok zekice yazılan bir roman olduğu kesin. Yine de her zeka gösterisi bizim parti çizgimize hizmet eder mi diye sorulsa iyi bir soru olur. Çok riskli. Böyle zekalar çok risklidir örgütlenme için.  Zekanın belli bir doğru hatta yönlendirilmesi şart. Reenkarnasyon Kulübü için yazmıştım, bu yazar bizim yoldaşımız, yoldaşlarımızın yapıtlarını değerlendirmemiz gerekli. Bu önceki romanı da güzeldi, fakat gereksiz eften püften sorunlara fazla girmişti, burada da lüzumsuz birçok sayfa var, ama bizi anlatmış, bir şekilde karşılık bulmalı. Kayıp Devrimin Öncesinde çok iyi. Romanda belli bir ilerleme sağladığı söylenebilir. Partiden, yoldaşlardan itiraz gelirse söylenmeye de bilir.

Bu tarz, bu mücadele romanı, bu partinin önem verdiği gündemleri günü gününe ele alış tam istediğimiz bir şey, ama tamamen istediğimiz bir yaratı ortaya koyabilmiş mi bakalım. Severseniz mesele yok, eleştiriler ağırlaşırsa kefil olmam. Bu arkadaşları desteklemek lazım, ama öteki yazarları da kıskandırmadan. Bu roman çok iyi ama, neye göre iyi? Bu kadar kalitesiz edebiyatçıların bulunduğu yerde Kaan gibiler doğal olarak Abdurrahman Çelebi.

Kitap parti içi eğitim çalışmalarında okutulmalı. Yoldaşlar siyasi çalışmaları aksatmayacak biçimde hiç değilse ayda bir-iki sayfa okuyabilirler. Odun değiliz ya, sanattan burjuva sınıfından daha iyi anladığımızı göstermeliyiz. Önümüzdeki on yıl içinde benim ve Aydemir’in kitaplarından sıra gelirse listeye koyduracağız.

Şu da var ki içimizden olanlara daha fazla arka çıkmalıyız, ancak bu edebiyat tayfasının egoları çok şişkin olur, fazla da yüz vermeye gelmez, sonra başımıza çıkıyorlar. Siyasi bir kavga içindeyiz. Gereksiz risklere girmenin hiç gereği yok.

Şimdi bunları niye yazdım? Az öncekilere ek olarak şunu da söyleyeyim. Biz Freud'u anlatamayacağız sosyalistlere, Marksizmi anlatamayacağız, estetik anlatamayacağız, felsefe anlatamayacağız… Ne anlatacağız? Gıy gıy gıy günlük ezber siyaset, AKP çok kötü, mücadele ediyoruz, devrim güçleri muazzam... Dön dolaş üç yüz kelime, aynı şeyler...

Bizim Freud'u anlatabilmemiz liberal etkiyi kırmak için çok önemli, ama liberal etki bizim bunu anlatmamıza engel oluyor, sürekli aynı kısır döngü.

Enver Aysever'in, Can Dündar'ın onun bunun el üstünde tutulduğu yerde biz sosyalistlere bir şey anlatamayız. Daha baştan sosyalistler sesimizi kestiği için vatandaşa da anlatamayız.

Enver Aysever, Can Dündar vb. gibileri hiç sevmediğim veya onlardan nefret ettiğim için yazmıyorum bunları. Onların bulunduğu yerde biz kovuluruz, eşyanın tabiatı bu, hakikat bu. Onların hüsnü kabul gördüğü yerde Kayıp Devrimin Öncesinde gömülür. Yoksa Ahmet Cemaller, E.Aler, C.Dlar, E. Tlar, o kesimin en iyileri, o yönlerine bir şey demeyiz.

Bunlar merkez medyanın sol görevlileri, sol sansürcüleri olarak çalıştı yıllarca. Oralardaki görevleri bitirilmese dışarıdaki solda gözleri olmazdı aslında.

Enver Aysever mesela, neredeyse sokaktaki kediyi köpeği bile çağırdı programına, örneğin TIP BU DEĞİL diye ortalığın yıkıldığı günlerde hiçbir arkadaşımızı çağırmadı. Niye? Adamın görevi bu. Sol filtrecilik. Bunlar seçim dönemleri geldi geçti geldi geçti TKP'den bir kez bile bahsetmediler. Ben şahsen zaten Taha Akyol'a Politik Psikiyatri kitabında Amerikancı dediğimden beri CNN'de kesiğim. Şimdi Enver kardeşim hangi yetkiyle, kara listeyi niye delsin? Daha sonra bir iki kere Kemal'i falan programa çıkardı, sosyalist kahraman oldu: Bizimkilerin şu ünlü şahıs, VİP budalalığı. O ünlüler yiyor bitiriyor sizin ününüzü…

Bizim sosyalist partilerimizin ara sıra bir eyleme katılmak ve yayın çıkarmak dışında ciddi bir siyasi çalışmaları, kitle faaliyetleri olsa gazetelerinde istedikleri kişiyi yazdırsınlar, çok sorun teşkil etmez. Ama on yıllardır bunlar zaten bir temsil duruşundan başka bir şey değiller, ideolojik duruştan ayrı bir ciddi maddi duruşları mevcut değil. Bu durumda siz her burjuva liberale yayınlarınızda mültefitçe payeler verirseniz sizin temsiliniz işte o olur. ÖDP, Birgün'ün yazarları demektir, TKP, soL’da yazan Enver Aysever demektir, bu budur.

Bu böyle olduğu sürece biz Orhan Kemal roman çizgisini de anlatamayız solculara, sağlıkta halkçı duruş çağrılarımız yankısız kalır, felsefeyi, evrimci psikolojiyi işlesek gençler "haa??" derler, bakarlar sadece.

Velhasıl kafaları burjuvalara teslim etmişsiniz, sosyalist olduğunuz halde ideolojik olarak en büyük korkunuz “aşırı sol”, bizim gibileri serbest radikal, meczup ilan etmişsiniz, biz de burada yırtınıyoruz, ama niye? Sanırım hakikate aşkımızdan. Var mıdır bir bilinçaltı bağı?

Türk aydını yamyamdır, birbirini yer. Türk aydını üretime, liyakata bakmaz; biat ve sansür yasaları işler kafasında.      

Freud’un Cinselliği

Freud insanın cinselliğini akıl-ruh yapısında baş yere koymuştur ve böylece bir devrim gerçekleştirmiştir, denir. Bir yere kadar doğru. Devrim biraz nasyonal sosyalist bir devrim olmuştur yalnız. Cinselliğe bakışı önemserken insanlığın cinsellik bilgisini de dumura uğratmıştır neredeyse yüz yıl.

Freud, “İnsanın ruhsal-akli işleyişinde, ruh sağlığında-sağlıksızlığında cinselliğin rolü çok önemlidir” deseydi ve bunun az çok mantıklı düzeneklerini ortaya koysaydı, amenna.

Freud’un insanlık cinselliği dediği şey, haza şahsının mesnetsiz sapıkça düşünceleridir. Hızla özetlersek şudur: Freud’a göre insanın cinsel arzusu doğumla birlikte başlar. Bu kast ettiği cinsellik, libido, simgesel veya metaforik anlamda değildir, basbayağı cinselliktir. Bebek önce annesinin memesini cinsel obje olarak algılar. Basbayağı cinsel obje, lamı cimi, metaforu yok. Sonra ondan ayrılmakla büyük bir cinsel, varoluşsal yoksunluğa girer. (Yalandan kim öldü.) Ama seks güdüsü bu kez kıçına yani anüsüne inmiştir. Basbayağı kaka yani bok ve onu tutma ve çıkarma hadiselerini bir cinsellik olarak algılar ve onunla halvet olur, ona bağımlı olur, meftun olur. (Allahtan kork, cinselliğin de bokunu çıkardın, tiksindirdin milleti). Ondan sonra asıl büyük şehvetli dönem gelir. Çocuk anasına aşık olur yeniden. Fakat babasını da rakip görmeye başlar. Üçlü takılırlar, ancak büyük bir tehdit altındadır. Anasına olan bu şehvetini fark etmekte olan babası her an onu hadım edebilir. Hadım ederse ne olur. Ne olur bu erkek çocuk? Anası gibi olur, öbür kızlar, kız kardeşleri gibi olur, yani pipisiz ve aşağılık bir yaratığa dönüşür! İşte insanın tüm yaşamına yön veren en esas takıntısı, insanın varoluşsal özü bu karmaşadır. Bu dönem fallik dönemdir, ortalama 3-6 yaş arası yaşandığı ileri sürülür. Bu büyük, bu en önemli karmaşanın adı da şudur: Oedipus kompleksiii. Annnannannanannnn!  

Şimdi burada bu kadar kaba şekilde ifade ettim diye, bu ne seviyesizlik diyenler çıkacaktır, bu adam kendini yazar, üstelik düşünür sanıyor… Ama aynen budur işte Freudculuk ve bu deli saçması diyeceğim (deliler çoğu zaman bu kadar saçmalamaz) , öküzlük diyeceğim (bir öküz asla bu kadar mantıksızlaşmaz) her neyse milyonlarca entelektüelce paylaşılan bir baş kuramdır dünyada. Lacan’ın dan Zizek’e,  Althusser’ine buna inanırlar.

Gerçi yeni doğanda bir hafta sonra (erkekte) cinsiyet hormonu hızla yükselir. Üç ay sonra ergenlik öncesi dönemdeki düzeyine düşer. Kızda ise daha değişik bir mekanizma vardır, bir cinsiyet hormonu birkaç yıl yüksek kalır, ardından ergenlik öncesi dönemindeki hale geriler. Buna “mini puberte” adı verilir. (Chris Hayward- Gender Differences at Puberty) Evet, böyle bir şey vardır, ama Freud’un takvimine hiç uymamaktadır. 

Freudcu cinsellik burada ve başka birçok yerde görüldüğü gibi basbayağı erkek bakışlı, (cinselliği adamakıllı baskılanmış her türlü çıkış arayan bir erkek) faşizan bir bakıştır üstelik. Bizde İslam’ı kadınların örtünmesi olarak algılayan ve öyle göstermeye çalışan çıkarcı mı çıkarcı, cahil mi cahil bir kalabalık çevre var biliyorsunuz. Bunların bazı kadınları, çarşafa türbana girmeyi bir haksızlık olarak değil, hak olarak görür ve bir de bu “hakkın” nümayişlerini yaparlar bilirsiniz. Freud düşüncesine inanan kadınlar da Freud kuramı ve pratiğinin kadın düşmanı yönü apaçık ortadayken adeta “Ulu elçi öyle emretmişse biz öyle hak ettiğimizdendir” demektedir. Akıl alır gibi değil. Tüm insanlık kurgusu, erkek çocuk, onun anaya aşkı ve babasının onu rakip görmesi üstüne oturtulur; kadınlar ise “biz ne oluyoruz burada, eşek başı mıyız” diye itiraz etmez. O kadınlar ki, zaten pipileri olmadığı için eksikli doğmuşlardır, onların hayatta bir kompleksi bile yoktur, sonra ağlamasınlar diye onlara da bir Elektra kompleksi uydurulur. Bu Elektra kompleksi aslında Oedipus kompleksini mantıken temelden götürür, öyle olması gerektir, ama kimde ne mantık arıyoruz?

Daha trajik olanı, bu kuram düşünce dünyasının yalıtılmış bir yerinde entel muhabbeti olarak durmaz. Bu sabuklamalarla insanlara tanı konur, bunlarla tedavi edilir… Ve bu arada daha sonrada örneklerini vereceğimiz yüz binlerce profesyonel kakavanlık yaşanır. Biri şudur örneğin:

Bir anne, çocuk koruma kurumuna başvurarak eski kocasının çocuk görme günlerinde dört yaşındaki kızını cinsel olarak suiistimal ettiğini söyler. Adam çağrılıp ifadesi alınır, müphem bilgiler elde edilir. Kadınsa psikolojik incelemeye gönderilir. Psikolog, uygulanan Rorschah testine dayanarak kadının, kendi kişisel sorunlarını çocuğunun sorunlarıymış gibi yansıttığını, depresif bir duygudurumla yorumladığından eski kocasına karşı iddialarının çarpıtmaya dayandığını belirtir. (Rorschah testi: Psikanalitik kaynaklı bir test, bu saçmalık psikanalitik yorumlarla birleştirildiğinde dadından yinmez) Bu yüzden kurum, annenin sonraki şikâyetlerini de incelemez. Bir yıl sonra çocuk kötü bir durumda acil servise kaldırılır. Çocuğa tecavüz edildiği anlaşılır ve rektumunda babaya ait spermler bulunur. (Tarafsız bir textbook’tan:  Psychology in Perspective, Carol Tavris - Carole Wade, Longman.)

 

Daha çok var bu bilgilerden, cinselliğin esas bölümü bir sonrakine… 

Kaan Arslanoğlu

Facebook
yorumlar ... ( 39 )
26-12-2014
26-12-2014 20:34 (1)
Makale her ne kadar kopuk kopuk gibi gelse de, çoğu şey yerli yerine oturuyor bence. Freud'u ismini ve özellikle de bilinçaltı ve cinselikle ilgili düşüncelerini az çok bilmekle birlikte, çokta analiz edecek kadar tanımıyorum. Şahsen, bir alanda otorite, yetkin olduğunu düşünülen ya da bir işin babası, anası gibi sıfatlarla nitelendirilenlere karşı nedense itiraz edesim geliyor. Bunu en iyi yapanlardan birinin de K.ARSLANOĞLU olduğunu düşünüyorum. Freud olmazda başka biri olur, gerçekten de hiçbir sapma göstermeden, sorgulayıcılığını her alandaki otorlara gösterebiliyor. Sayesinde de kimsenin eleştirelemez olamayacağı, günahlarıyla(gerçi daha çok günahlarını sergiliyor ya olsun, az uz işler değil) sevaplarıyla var olduğunu hatırlatıyor. içten teşekkkürler. saygılar. Recai kulaksız
26-12-2014 20:35 (2)
Bence itiraz noktanız esasen çok doğru. Ama yine bence yanlış puta saldırmaktasınız. Düşman kesilmemiz gereken asıl şeyi size özel yazışmada belirtirim. Buradan yayınlansa hukuki problem ve başağrısı doğar birsürü. Yine de çıtlatayım azıcık. Adama değil, klaniçi dayanışmaya bakmak gerek. Yoksa adam aslında dünyayı ve insanı biraz götünden anlamış, meczup mu, şarlatan mı olduğu tartışılacak bir figür. Asıl numara 20. yüzyılın düşünce ve sanatsal üretim yapısının "dejenerasyonundan" başsorumlu olan "ha pu pizdendur" tavrı. Replikaları ve hısımları bu ülkede de sebil! Ben de onların çok bir bok dermiş gibi olup da aslında sadece beyin iğfal etme stilleriyle problemliyim esasında. Cambaza baktırıp bizi ütme derdindeler sürekli. Ve bunu bilinçaltı değil ama subkortikal otomatizasyonla yapabiliyorlar. Cinslerine mahsus bir özellik. Das ist die Frage! Mağdur ayağına yatmıyorlar mı hele! Neyse, hürmetler. Belki bu kanaldan edepli tartışma çıkar. Bir de, anüsten haz normdur! Norman Bates değil
26-12-2014 22:06 (3)
Tefrika okumayı sevmem,dizileri de izlemem. KA bitirsin de hepsini bir defada okuyayım demiştim ama "teaser" tease etti. Çok başarılı, amacına ulaşmış :) Türkiye'de solcuları "manşetlerin" ötesinde bir siyasete çekebilmek çok zor. Orhan Kemal, felsefe, sağlık fark etmez. Önemli olan Tayyip'in ne dediğidir. Doğum kontrolü vatana ihanet mi demiş, haydi politika yapalım! Şu sağlığı solcuların gündemine sokmak için atmadığımız takla kalmadı. Sağlığın ideolojisini anlattık olmadı. Politik ekonomisi dedik ı-ıh. Kullanım değerinin dönüşüm değerine dönüşümü süreci ve müdahale? Bir rahmetli Ata Soyer sağlık politikaları diye biraz ilgi uyandırabilmişti, fakat o da sağlık bakanlığının uygulamalarının "eleştirisiyle" sınırlı kaldı. Neden pes etmiyoruzun yanıtı da KA'da: kendimizi rahatlatmak için, “ben görevimi yaptım, tebliğimi yaptım” diyebilmek için vicdanımıza. AA
26-12-2014 22:41 (4)
Ne dedik,''solda sevgisizlik egemen''Dışlayıcılık,dargörüşlülük.Halka yaklaşmada,halkı kazanmada başarısızlık,bu başarısızlığa karşın halinden memnun olma tavri.Kendini dev aynasında görme,burnundan kıl aldırmazlık,her şeyi ben bilirim ve ''doğru'' tek tiptir yaklaşımı...Kuramsal yetersizlik,entelektüel anlamda mevcutla yetinme.Kemal Okuyan'dan daha önce alıntıladığım bir paragraf bana göre çok önemlidir:Yol ayrımları olacak,bu yol ayrımlarında mücadele sertleşecek belki ama...O kadar.Komününistlerin birbirlerini yiyen hırslı hırslı siyasetçiler hafızalara kazınmasına,tarihe birbirlerinin celladı olarak geçmelerine kesinlikle izin vermeyecek titizlik ve siyaset tarzı gerekiyor.''Stalinizmi kesinkes mahkum etmeme karşın,Kemal'in hatırına TKP saygısına söz konusu çalışmayı olabildiğince nesnel biçimde okuyup yorumlamaya çalıştım.Sosyalist önderlerin veya siyasi liderlerin ne kadar doğru,haklı ve iyi de olsalar başarısızlık hakları yoktur.Başarısızlık siyaseten silinmeyi getirir. Devam
26-12-2014 22:41 (5)
Devam,Sosyalistler,durmadan sosyalizmden,devrimden bahsederler.Ama bu devrimi,sosyalizmi öküzler,koyunlar,eşekler veya ağaçlar mı gerçekleştirecek?İnsan gerçekleştirecektir.Elimizdeki insan malzemesi budur.Oysa insan malzemesi,eğer materyalistsek özne denilip hafifsenemez.Ekonomide de,siyasette de,devrimde de,sosyalizmde de temel maddi malzemedir.Kişilik farklılıklarını ve bunların belirleyici önemini kavrayamayan,o noktalarda esneklik ve yönetme,motive etme becerileri gösteremeyen sosyalist hareketlerin,sosyalist liderlerin başarıla olabileceğine inanmıyorum. Bu alıntıların tamamı Kaan Arslanoğlu'nun ''Evrim Açısından Devrim'' kitabından. Şöyle bir düşünüyorum da bir arpa boyu yol bile alınamamış ya da iki ileri bir geri gidilmiş denirse pek yanılmış olmayız galiba. Ne dersiniz Kaan bey?Caner
26-12-2014 23:05 (6)
Türk aydını yamyamdır, birbirini yer. Türk aydını üretime, liyakata bakmaz; biat ve sansür yasaları işler kafasında. çok doğru kaan bey.halk neyse aydını da o maalesef.tarih öğretmeniyim sol ya da sağ fark etmez, öğrendiğim ,yanlışta olsa dünyaya bir kuram armağan edememiş olmamız her hangi bir konuda.bence bütün sıkıntı bu.birde yetişkin olamamış bir birey sorunumuz var. ben, sizin edebiyatta,siyasette vs kalitesizlik teşhisinize katılıyorum.halkın eğitimi ortalama 14 yıl olsun geçmişte ve bugün bize yutturulan kalitesizlik çokta baş ağırtmaz.bence siz 50 yıl sonra anlaşılırsınız.üzülmeyiniz kavganın ortasında yanlız kalsanızda düşürmeyiniz direncinizi.sevgiyle kalın...ismail kaptan
27-12-2014 08:30 (7)
Yığın Bilinci (0-10 Yaş) Erişkin Kopya bilinç(X90) + istemli bilinç(x10)= Bilinç(X10) + Refleks bilinç (x90) Eğitilmiş Bilinç (0-10 Yaş) Erişkin Kopya Bilinç (x90) + İstemli Bilinç (x10) = Bilinç (70-90) + Refleks Bilinç (X10-30) ... yukarıdakiler şematik olarak nasıl görünür bilmiyorum. Bir fikir olarak uydurdum... Bilinç altı olarak adlandırılan anımsanmayan belleğin, açıklanabilir-bilinir bellek arasında yer değiştirebilir bir ilişkisi olduğunun önemi büyük olsa gerek.Ve bilinç dışının-bilinç altının bilince dahil olup-olmaması pedagojik yöntemler açısından çok önemli olmalı."Nöronlar" için belleğin-bilincin bir bütün oluşu fizyo-yapıya çok daha uygun. Sorun şu; burada bir bilgi yarışı var mı? bebeklik-çocukluk bilgi depolama süreci, onlu yaşlardan önce (veya 6'lı yaşlardan) sonraki sürece göre çok daha mı güçlü kalıcılığa sahip? İlk edinilen-kopyalanan bilgiler, "tabula rasa'da" "derinlik ve genişlik" olarak daha mı derin/büyük ki...
27-12-2014 08:31 (8)
o zamanlar bu durum "bilinç altı" sanıldı... Bilinç altının daha sonra edinilen bilinç ile "terbiye edilme" imkanının olup olmadığını göstermesi açısından bu yaklaşım önemli olmalı... Korkarım, bunu politikacılar biliyor ki, dinsel dogmaların erken yaşlarda edinilmesi için yırtınıyor... Erken varan kazanır... Bu bilinç altı denilen şey, ilk bilgilenmeye ait özgünlük-baskınlık hali olmalı...
27-12-2014 10:29 (9)
Türkçede bilinçaltı daha yaygın tercih edilse de aslında Unbewußte, bilinçli olmayan, bilinç-dışı anlamlarına geliyor. Kaan Arslanoğlu ve Taylan Kara da solda bilinç-dışına sıkıştırılmaya çalışılan yazarlar. Bu yazarlarımız bilinçdışını bilincin alanına taşımaya ve gerçeği ilk haliyle bilinç alanına taşımaya çalışırken, soldakiler iktidara karşı dururlarsa konumlarının sağladıklarını kaybetme korkusu ile (Oedipus kompleksinin benzeri olarak düşünülebilir) iktidara (babaya) karşı tehdit olabilecek herşeyi bilinçdışında tutmaya çabalıyorlar. Çünkü babaları kızıp ellerinde tutmalarına izin verdikleri kaynakları yerinden edip bu kişileri iktidarsız bırakabilir. OP gibiler ise Büyük Öteki'nin, yani toplumda gücü elinde tutan odağın kuralına uymaya özen gösterir, konumlarını onlara borçlu olduklarını düşünürler. Gerçek muhalif düşünceleri ve talepleri de bilinçdışına iterler.( Mutluhan bey daha uygun çözümlemeler yapabilir. Ben Freud'u, Lacan'ı anladığım haliyle yorumluyorum.) MB
27-12-2014 11:47 (10)
Meczup lafını ben kullanmıştım, Kaan bey alındı, ne demek istediğimizi anlamadı, o başlıkta uzun cevap yazacaktım bin tane yorum girdi araya, koptu gitti. "Kendini meczup durumuna getirerek lafını dinletemezsin, siyasi zeka lazım, bahsettiğiniz mevzularda itirazı olan da bunu hesaplayıp ölçerek yapıyor, siyasetin içindeki adam kendini dinletemeyecekse ortaya atılmaz, bu yüzden örgütlü adamlara laf etmek doğru değil" söylediğimin özeti buydu. Valla Kaan Bey aynı çizgide devam ediyor: Üslup dağılmış gitmiş, "Aydemir beni dinle" , "Metin abi sen de mi?" "Kemal'i aradım, haberler iyi", "Yeter artık yahu" türünden şeyler.
27-12-2014 11:48 (11)
Uzun yıllardır tıp içinde olan biri olarak Freud kuramını gerçek dünyayla bağını kurmakta hep zorlandım, çok farklı nitelikte birçok sorunu-hastalığı bilimsel temeli çok tartışmalı bir teoriyle açıklamaya çalışmak saçma gelirdi, hala da bana inandırıcı gelmiyor, sonuçta izlediğim çok sayıda hasta karşılaştığım çok sayıda olay tecrübesi var ve bu teori gerçekten açıklamakta yetersiz kalıyor, Ödipus kompleksini ise tıp fakültesi öğrencilği dönemimlerimden beri inandırıcı bulmadım, erkeksi bir bakış açısı olduğu kesin, yazıyı ilgiyle okudum, devamını merakla bekliyorum sevgili Kaan Bülent Kara
27-12-2014 12:27 (12)
Değerli 10 numara, meczup lafını ilk siz kullanmadınız. Daha önce dört (veya beş mi?) ayrı kişiden ve yerden duymuştum. Sizinki altıncısıydı :)) demek bir fikir birliği var, bu da güzel bir şey :)) Vallahi siz kimsiniz bilmiyorum, peşinden gidecek başka liderler bulun, genç olsunlar özellikle, ben de peşinize takılayım. Ama eleştirim varsa da hem genel kitleyi, hem isim vererek o liderleri eleştiririm yine. Överken isim veriyorum, yererken niye vermeyeyim, bu itirazı anlamadım. Metin, Kemal, Aydemir, Erkan, BHH, TKP, Sol Cephe vb vb... bunların hepsi isim. isimsiz dolaşsınlar ben de isim kullanmayayım. Ya da şöyle mi yapsak: Eski klanlardaki gibi bir şey başarsınlar, bir büyük işle kendilerini kanıtlasınlar, ismi ona göre ondan sonra verelim. :))) Kaan Ars.
27-12-2014 13:46 (13)
deli gaffar kim? a: fantom (ormanın 10 kaplan gücündeki efendisi - böyle zumzuğu godumuydu gurugafa çıkaran), b: süpermen (men ov sıtiğl - kriptonitten başkası bünyesine sirayet etmez), c: "en azından bi ömer çelakıl değil", d: derin devlet (polat değil de memati ayarı), e: michael sikkofield'ın bibisinin oğlu, f: öseyemezler. bizde f de var! "jdanovcu"ların köylüsü... merak ettim. soruyorum. mevzu fıroyd. frodo baggins değil. alteregoları bi döküversek şuraya. hürmetzzz
27-12-2014 14:13 (14)
Kaan Arslanoğlu meczup olmaya devam edin bence. Meczupluk içinde dahiliği barındırır. Sorgulamanın bir yanı meczupluksa bir yanı da dahiliktir. Sol ne zaman küçük burjuva aydını kimliğinden kurtulacak. Dün kış uykusunu izledim. Söz ettiğiniz kişiler Nihal ile Aydın karakteri arasında gidip gelmeler yaşıyorlar. Kendilerine göre çok büyük adımlar atıyorlar gerçeklikte yerel gazetedeki klişe yazarlar gibi kendilerini tekrar ediyorlar. ç.
27-12-2014 16:57 (15)
sevgili kaan...kutlarım...bu yetkinlikte bir yazıya sadece dostça bir selam...yer yer çok güldüm...meczuplar çoğalsın...umut onlarda...sen 78 kuşağının 68 kuşağına en güzel yanıtısın...can ertan
27-12-2014 18:05 (16)
12'ye cevap: Mesele isimle anmak değil. Böyle çırpınır gibi, "beni dinleyen yok, dinleyin beni" der gibi bir tarz izlemek. Neyse, ben umudu kestim, zaten bu saatten sonra değişmezsiniz. Bu arada ben Krakow Canavarı ismi yazmayı unutmuşum orda.
27-12-2014 18:06 (17)
Freud'daki cinselliği iktidar tutkusu, yükselme hırsı, kibir (tuttuğuna saldırma) olarak ele alırsak anlamlı oluyor aslında. Ödipus kompleksinin erkeksi olması Freud'un zamanı ile bağlantılı, halen ezen taraf erkek ama bunun yanlış olduğunu daha çok biliyoruz. Ödipus kompleksini, köle-efendi ilişkisi bağlamında ele alırsak Freud'da köken alan ama Lacan'a yakın bir yorum olur bence. Sitenin güncel tartışmasından örnek verirsek; OP gibiler, yükselmek ve iktidar istiyor ve anasına(iktidarın elindeki olanaklara) göz koyuyor ve iç geçiriyor. Ancak önünde önemli bir engel olarak iktidarı (babasını) fark ediyor. İktidarın OP'nin niyetini fark etmesinden korktuğu ve iğdiş edilirse bir daha hiçbir iktidarı ele geçiremeyeceğini düşünüyor ve kendini inkar ederek iktidarın(babasının) safına ve sözcülüğüne geçiyor. Böylece iğdiş edilmekten kurtuluyor ve kompleksi aşıyor. Ödipus kompleksinin kadın ya da erkek olmakla ilgisi olmayan bir yorumu da yapılabilir. MB
27-12-2014 18:15 (18)
Sayın 17 numara, benim için endişelenmeyin. Beni dinleyin diye çırpındığım yok, af edersiniz eşek gibi dinliyorlar, dinlemek zorundalar. Çoğu zaman tersini yapıyorlar, ama içleri huzursuz, kendilerinden hiç memnun değiller aslında, dışa rol yapıyorlar. Ben burada (tevazuya yine gerek yok), gerçeğin ve sessiz on binlerin sesi oluyorum. O gerçeğin sesi gerçeğe uygun davranmayanlara her gün tokadı basıyor. Hiç şüpheniz olmasın her zaman haklı galip gelmez, ama gerçek galip gelir. Benim için kaygılanmanıza üzüldüm, teşekkür ederim., asıl siz bu isimler için daha fazla kaygılanın. Saygılar. Kaan A.
27-12-2014 19:31 (19)
"İyi bir eser bu ülkede yazarın cezası" yorumu doğru değil sayın Arslanoğlu. Ayrıca bu tür ifadeler genç yazar adaylarının moralini bozabilir. Yayınevi yöneticileri enayi değiller herhalde. Nitelikli bir eser geldiğinde elbette onu değerlendirmek isteyeceklerdir. Kaliteli bir roman dosyasıyla İletişim'e veya Ayrıntı'ya gittiğinizde basmayacaklar mı? Bilakis hemen üzerine atlarlar. Ayrıca bu ülkede nitelikli eserin hakkını veren ciddi bir okur kitlesi de var. Bunu küçümsemeyin. Hasan Ali Toptaş'ın Heba'sını elli bin basıyor İletişim. Eseriniz kaliteliyse en fazla üç sene beş sene görmezden gelinirsiniz, sonra muhakkak patlama yaparsınız.
27-12-2014 19:37 (20)
Sayın 19, Liberal, postmodern özentili, Türkiye'nin alık vasatlarına seslenirseniz zaten sorun yok, ben bunu demedim. İletişim ve Ayrıntıdan ve diğerlerinden ara sıra iyi kitaplar çıkmıyor değil, okuduklarımızı burada da övüyoruz elden geldiğince. Fakat örneğiniz çok faul. Hasan Ali Toptaş teknik olarak iyidir, paçavra değildir, Hamdi Koç'la falan kıyas kabul etmez, tamam da, Tam da bizim karşı olduğumuz edebiyattır. Yani ideolojik anlamda, tarz anlamında Semih Gümüş'e layık bir kötü sanattır. Bunlar elbet elli bin basar, ortalık kapitalizme meftun okumuş kaynıyor, burada bile seslerini yükseltiyorlar. Velhasıl Toptaş çok kötü örnek oldu :)) Kaan Ars.
27-12-2014 21:17 (21)
"Bazı saldırılar karşısında siteye artık göz atacağımı bile sanmıyorum" demiştim ama göz atacak pek nitelikli yer de yok maalesef. Fakat ben bir şeyi merak ediyorum. Özellikle uzmanlık alanını da göz önünde tutarsak sayın K.A.'nın iyi bir cevap vermesini beklerim. Bir holding sahibinin oğlu, ne okursa okusun kalkıp sosyalist olur mu mesela? Mümkün mü, ya da oransal olarak ne kadar mümkün? Öte yandan, bir ara Metin Akpınar "okuyun da ne okursanız okuyun" diye nasihat etmişti gençlere. Ben kesinlikle yanlış buluyorum. Okuyacaklarınızın sizi nerelere sürükleyeceği hiç belli olmaz. Son bir nokta, bu ülkede dinsel söylemler ve gericilik egemen olurken, Cüppeli tipler dikkate alınıp lafı dinlenen kimseler olurken, bugüne kadar yazılıp okunanlar ne işe yaramıştır acaba? Nuray Mert, ya da Cengiz Çandar'ın çok okumadığını söyleyebilir misiniz? Hayır. O halde okuyanın kim olduğu, okuduklarını nasıl okuduğu daha önemli değil mi?
27-12-2014 21:28 (22)
Son yazdığım şeye bir ekleme daha yapayım: Eğer tek başına "okumak" dediğimiz eylem önemli olsa idi, bugün dünyada milyonlarca üniversite öğrencisi içinden on binlerce Einstein çıkması gerekirdi. Binlerce felsefe öğretim üyesi ve öğrencisi içinden yüzlerce filozof çıkması gerekirdi. Ama açık ki bu mümkün olamıyor. Kapitalizmin yarattığı yaşam koşulları ve kültür de iyice egemen olunca, bir tek filozof bile çıkamıyor. Hatta, mesela bir felsefe öğretim üyesinin, "falanca filmi önce Alcancı, sonra da Freudçu açıdan seyrettim" gibi aptalca zevzevkliklerine maruz kalabiliyoruz. En vahimi ise, içeriği, tanımı ve doğası gereği felsefenin bir meslek olması mümkün değilken, felsefenin de gelir kapısı bir meslek haline getirilmiş, bir açıdan kapitalizme monte edilmiş olmasıdır. Oysa dünyada her bir insanı sağlıktan bile fazla ilgilendiren bir şey var ise, o da felsefedir. Felsefe kapitalizm marifetiyle halktan kaçırılmıştır.
27-12-2014 21:30 (23)
21'e cevap: Elbette çok okumaktan daha ziyade iyi eserleri okumak önemli. İnsan günde 20 saat okusa yaşamı boyunca temel metinlerin yarısını bile okuyamaz. İyi eserlerin yüzde onuna ulaşamaz. Seçim çok önemli. Benim tezime göre burada insan karakteri belirleyicidir. Eğitim ve çevre koşulları yeterli düzeyde bir aydın olmak için ne diyeyim en çok yüzde 20-25 etkilidir. Bu bakımdan elbette bir holding sahibinin oğlu iyi bir devrimci olabilir, böyle çok örnek var. Bizim tüm bu yırtınmamız işte o %20-25 çevre etkisini olumlu yönde değiştirmek için. Yoksa yüzde 75 her şey, her kişi olacağına varır. Ama bazen, kritik noktalarda değil yüzde 25, yüzde bir bile değiştirici olabiliyor. O kişi için veya genel toplum için. Her şey olacağına varır diye oturamamamızın, yırtınmamızın nedeni bazen sadece o yüzde bir için. Belki iyi anlatamadım, ama bana göre böyle. Kaan Ars.
27-12-2014 22:21 (24)
Basitçe, artık, insanların büyük çoğunluğu, sağcı ve kapitalist bir ortama doğuyor, diyebiliriz... Kişilerin bundan sonra nereye yöneleceği/evrileceği ise biyolojik, genetik, sosyal, psikolojik, ekonomik, rastlantısal vb bir çok faktörün kombinasyonu ve birbiriyle etkileşimi ile belirleniyor...HM
27-12-2014 22:25 (25)
Sayın K.A. teşekkür ederim. Çok isabetli bir tespit yaptığınızı düşünüyorum. Çünkü olay bence üç şeyin kesişmesinde bitiyor: Karakte, zekâ ve doğru bilgiler. Ama anlaşılıyor ki bu üçü doğru şekilde kolay kolay yan yana gelmiyor.
27-12-2014 22:25 (26)
23 okumak iyidir ancak herşey değildir. Bir yoksul sofrasına oturmak o yüzde bir'lik değiştirici güç olabilir. Diğer yandan çeşmeden akan sudan elinizdeki tas nisbetinizde su alabilirsiniz. syglr. mh
27-12-2014 23:33 (27)
“Açı doyurduğumda, Hakareti affettiğimde, Düşmanımı sevdiğimde… Bunlar güzel erdemler evet... Fakat ya dilencilerin en fakirinin, Suçluların en gaddarının da kendi içimde olduğunu fark edersem Ya şefkatime en muhtaç kişinin, Sevilmeye en muhtaç düşmanımın kendim olduğunu fark edersem, O zaman ne olacak? Carl G. Jung
27-12-2014 23:33 (28)
26 no şunu yazmış : "Çeşmeden akan sudan elinizdeki tas nisbetinde su alabilirsiniz." Söyleyebileceğim tek şey: Mükemmel.Sanırım bir şey bu kadar iyi anlatılabilir. Tabii bir de, çeşmenin yanına bile yaklaşamayanlar, yaklaştırılmayanlar olduğunu da ilave etmek gerekir.
27-12-2014 23:45 (29)
Mesele, niye herkesin tasının farklı olduğu meselesi ama...HM
28-12-2014 01:04 (30)
hmmm... HM haklı. misal, benim şarap çanağım çok dardır. babamın da öyle olduğunu rivayet ederler.
28-12-2014 08:33 (31)
21 numaralı yorumcuya ne okuduğunuz yanında nasıl okuduğunuz da önemlidir. Sorgulamadan kabul ederek yapılmış okumalar insanı geliştirmez. Sonunda ya o sevdiğiniz yazara benzersiniz. Onun yaptığı hataların aynısını yaparsınız. O kişiyi bu sefer eleştirmeye başladığında tüm söyledikleri hatalıydı diye düşünmeye başlarsınız. Liberal birini okuyorsanız daha tehlikeli sorgulamadan okumak felakete götürür. Hadi o liberalin çıkarı var,sizin o da yok. Kaan Arslanoğlu'ndan farklı düşündüğüm noktaya geldik. Kaan Arslanoğlu'na göre genetik yapı daha belirleyiciyken bana göre sosyalleşme. Toplumsal yapı değiştikçe ona göre hayatımız da değişiyor.Genetiğin de belirleyiciliği var. Ama daha az etkili bana göre. Geneli görebilmek olasılıkların olduğunun farkında olmak. Bazı insanlar eğitimle siyah beyaz anlayışına sahip. Griler var siyahın da tonları var. Şimdikinden daha berbat durum olduğu gibi iyinin iyisi de var. ç.
28-12-2014 09:58 (32)
Gerçeğe duyulan saygının, gerçekle kurduğumuz ilişki biçiminin, okuma-anlama edimimizi ve diğerleriyle ilişkilerimizin niteliğini belirlediğini düşünüyorum... Bu ilişki, ne kadar has, dolaysız olursa ve ne kadar erken kurulursa o kadar sağlam temellere dayanmış olur... Bu bakımdan içine doğulan ailenin ve erken yakın çevrenin önemi büyük; ancak, ileriki dönemlerdeki yaşantılar da yadsınamayacak role sahip...HM
28-12-2014 12:29 (33)
9 ve 17 numaralı yorumları yapan sayın MB'ye içten teşekkürler, meramımızı çok net ve açık biçimde anlatmış. Kaan sana hangi Freud diye sormak lazım, erken dönem Freud'u geç dönem Freud olumsuzluyor zaten ve insanların bir toplum içinde iktidar odağına göre nasıl bukalemun gibi biçim değiştirdiklerini açıklayan haliyle kuramına son biçimini veriyor. Lacan da geç freud'u erken olanın karşısına koyar ve oldukça açıklayıcı bir biçimde ele alır Freud'u. Bilinç-bilinçdışı, sayın MB'nin değindiği gibi, iktidar odağının karşısında dururken ondan duyduğu korku nedeniyle onun istediği biçime girmeye çabalayan zavallı insanın korkunç yazgısıdır ve kaçınılmaz bir görünümdür, tartışmasız biçimde vardır. İşte bu nedenle insanlar sermayenin desteklediği yazarları "bilinçli biçimde' okuyorlar ama Kaan Arslanoğlu her zaman insanlığın bilinçdışında varlığını koruyacaktır. Mutluhan
28-12-2014 13:56 (34)
Okunmasını öneririm, güzel yazılar...HM http://www.evrimagaci.org/fotograf/73/6473 http://www.evrimagaci.org/makale/273 http://www.evrimagaci.org/fotograf/73/6918
31-12-2014 08:26 (35)
Hocam, Mutluhan hocam, erkeni geçi var mı ya, Freud'un erkenini, geçini, sonrasını, ardıllarını hepsini ele alıyorum, alacağım. Şimdilik bilinçdışı ve Ödip'ten başladım, kuramın esası bunlar zaten. Bundan vaz mı geçti, onu anlamadım, varsa böyle bir şey, haberim yoksa sevinirim, söyle bana. Bildiğim kadarıyla Lacan'da da var Ödip şeysi. Freud'un kendisi bukalemunun hası, onu da anlatacağım, bekleyiiiin. :))) La kanmayııın bunlara. Kaan A.
31-12-2014 09:42 (36)
Ele alıyorum, alacağım diye beklentiyi yükseltiyorsunuz okuyucuda, hayal kırıklığı oluyor sonra. Siz yapacaklarınızı söylemeyin bence. Naçizane tavsiye olarak şey ettim.
31-12-2014 12:15 (37)
Kaancım, herkes bir anadan doğuyor ve bu anne de ister istemez bir süre sonra başka kişilerle (çocuk bunu babanın gücü nedeniyle kendisinden uzaklaşma olarak okuyor) daha fazla ilgilenmeye başlıyor. Çocuk bu değişimi mutlaka zihninde biçimlendiriyor. Oidip yaşamımızın bir hakikati, ister babayla, ister başka güçlerle aramızda yaşansın, yerçekimi kadar gerçek. Bizi anne cennetinden mahrum eden gücü mutlaka bir yerlerde arayıp buluyoruz, o gücün öyle bir niyeti olamasa da biz ona atfediyoruz bu müdahaleyi. Geç Freud, Oidipal dönemin hiç kapanamadığı bir çağa girdiğimizi sonunda söylemiş, Lacan da bunun üzerine kuruyor olayı. Yani Narsisizmi aşmak artık bizler için mümkün değil artık. Sürekli bir Oidipus olarak, çatışmasını tamamlayamamış bireyler olarak kalmak durumundayız. Deleuzecüler sevinir mi bilemem ama p
31-12-2014 15:50 (38)
nabokov amca da çok fena yükleniyor freud amca'ya, "konuş, hafıza" adlı hatıratında. "freud'un bütünüyle kaba, pespaye, ortaçağ işi dünyası" vb. ne etti la freud size :=) selamlar... ali
09-01-2015 10:10 (39)
Feys sayfamıza gönderilen ilginç bir yazı var, güzel: http://kendipesinde.blogspot.com.tr/2014/03/freud-ve-ferdi.html?m=1 K.A.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210968
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.