Otto Fenichel şöyle yazar:
“Edilgen konumdan kurtulmaya çabalamak, korku ile başa çıkma yöntemlerinin en önemlilerindendir. Başkalarını yıldırmak, bu yöntemin sık görülen bir biçimini yansıtır. Eğer bir kimse etkin olarak başkalarını tehdit edebiliyorsa, kendisini tehdit edilme korkusundan kurtulmuş gibi varsayar. Kendilerinden aşağı durumda olanlara “patronsu” bir otorite rolü oynayabildikleri sürece “patronsu” otoritelere katlanabilen birçok kişinin psikolojisi de aynı niteliktedir. Klasik ataerkil ailelerde baba, çoğu kez tıpkı sosyal otoritelerin kendisini yıldırdığına benzer biçimde, evde çocuklarına gözdağı verir (436).
Gücün suçluluk duygularıyla savaşmanın bir aracı olması kolayca anlaşılabilir. Kişi ne denli güçlüyse, hareketlerini haklı göstermeye o denli az gereksinme duyar. Kendine güvenin artması, suçluluk duygularında bir azalmayı belirtir. “Saldırganla özdeşimin” korkuyla savaşmada büyük yardımı olması gibi, “kötü ve güçlü bir düşmanla özdeşim” aracılığıyla bireyler kendi yaşamlarını güvence altına almış gibi hissedebilirler (452).”
Saldırganların hâkim olduğu bir dünyada ilişkiler bu biçimde kurulur. Daha güçlü olana boyun eğip onunla özdeşim yapılır, kendinden güçsüz olana da saldırgan bir tavır sergilenir. Örneğin kendisine dayak atan bir babaya sahip olan çocuk, babasıyla özdeşim yaparak kendisinden güçsüz olan çocukları ezmeye çalışacak ve böylece, ben ezilen değilim, tam tersine ezenlerin safındayım diyerek kendisini güçlü hissedecektir. Güç yansıtma da denilen bu biçimdeki düzenek, ruhsal dünyamızın bir gerçeğidir ancak hastalıklı bir düzenektir ve her zaman altta yatan ciddi bir korkuyu örtmek için kullanılır. Yani burada zayıflık hissi, ezilme ve yok edilme korkusu, acizlik hissi, kendini sevememe gibi sorunlar aşılamamıştır ve birey gerçek kendiliğini, başkasından kopya olarak aldığı saldırgan bir maskenin altında gizler. Bu gibi durumlarda bireyi çok güçlü gibi gösteren maskenin altında çok korkan ve zayıf bir kendilik çekirdeği kolaylıkla görülebilmektedir. Bu nedenle aslında çevresine korku salan bu kişilerin, kendilerinden daha güçlü olan kişilerin karşısında kolaylıkla uysallaştıkları, sindikleri ve iradesiz bir görünüm sergiledikleri vakidir. Korkuları, iddialı biçimde ortalığa söyledikleri sözlerin arkasında durmalarını engeller ve kolaylıkla daha önce söylediklerinin tam zıddını savunur hale gelebilirler. Çünkü güç başkasından yansıtılmaktadır ve gücün kaynağını tutan merci, onları kolaylıkla yönlendirebilecektir.
Çocuklar animistik bir dünyada yaşarlar ve o dünyada düşüncelerin yaptırım gücü vardır; çocuğun düşündüğü şey gerçekleşir. Çocukların kendilerini döven, acı çektiren bir büyüğü yok etmek üzere kurmuş oldukları hayal dünyaları, şaşırtıcı derece canlı ve geniştir. Ancak bu hayal dünyası ne kadar genişse, çocuk büyüdükçe o kadar fazla suçluluk duygusuna yol açacaktır. Özellikle ataerkil toplumlar, baba katli fantezilerine karşı en ufak bir tolerans içermeyen ve bu fantezileri suç olarak dayatan bir kültürü sahiplenmişlerdir. Bu da çocuğun erişkinlik yaşamında sadistik ya da mazoşistik eğilimleri benimseyerek suçluluk duygusu ile baş etmeye çalışmasının yolunu açan en önemli etkendir.
Sado-mazoşistik ilişki karakteri de böyledir. Sadist, kendisini zamanında ezmiş olan kişinin gücünü yansıtarak kendisini güçlü hissederken, mazoşist, kendisini zamanında ezmiş olan kişiye karşı kurmuş olduğu yok edici fantezilerin yarattığı suçluluk duygusundan kurtulur. Çünkü mazoşistin kendisine yönelik olarak icra edilmesine izin verdiği kendisini ezen somut tavırlar, bir zamanlar yok etmeye can attığı sadistin aslında halen yaşıyor olduğunu kendisine hissettiren kurtarıcılardır ve mazoşisti atasını yok etmiş gibi olmanın suçluluğundan kurtarırlar. Sonuçta mazoşist, suçluluk duygularından kurtulabilmek için sürekli olarak kendisini ezen bir baba figürünün yılmaz bir arayıcısıdır ve bu figürün yerini tutacak her imgeye sıkı sıkıya yapışacaktır. Bireyleri giderek mazoşist bir yapı kazanmaya başlayan toplumlar, bu yapıya uyacak sadistleri de ustalıkla yaratacaklardır. Günümüzdeki toplumsal yapıların ve ekonomik düzenin, bireylerini saldırganla özdeşim yapmak ya da mazoşistik eğilimleri benimsemek gibi sağlıksız yollara sapmaktan korumakta başarılı olmadığı görülmektedir.
Fenichel, Otto. Nevrozların Psikoanalitik Teorisi. İzmir: Ege Üniversitesi Matbaası, Bornova, 1974
Mutluhan İzmir
Haber resmi Gırgır Dergisi'nden