1. Melek: Bay Karl, Lice’de iki kişi öldürüldü. Sahi, sizinkiler Kürt sorununda nasıllar?
Karl: İnadına en zayıf olduğum noktaları mı soruyorsunuz! Kemal beye sorun.
1. Melek: Ona da sorarız belki, şimdi size soruyorum.
Karl: Sosyalistler öyle bir diyalektik geliştirmiş ki, bu benim boyumu a priori aşıyor. Hiç kimse davrandığı gibi konuşmuyor. Bir tek tutarlı laf işitsem dişimi kıracağım. Ha, bakın, ulusalcılar en sağlamı. Liderleri gelinen noktanın farkındalar. Kafalarında bölmüşler ülkeyi, başkalarına bölücülük edebiyatı yapıyorlar. Tabanları da kanıyor buna. Hiç ödün vermeden Kürtleri silahla bastırmak. Çözümleri bu. Olursa…
Sosyalistleri sordunuz: Barış istiyorlar sözde, aslında istemiyorlar. Çünkü savaşan güçlerin anlaşmasından yana değiller. Savaş mı istiyorlar. O da müphem. Birileri ölünce “Katil AKP” diye sokağa fırlıyorlar, ama “çözüm süreci”ni baltalayan provokasyon Kürtlerden geldi mi “işte böyle” “diren Lice” vs. diyorlar. Halkı çoktan defterden silmişler, mantığı peynir ekmekle yemiş tabanlarına konuşuyorlar. Hesap kitap, çıkar, dolan, kafamın almadığı kuantum vesaire… Sonunda hep aynı klişeler…
1. Melek: Siz olsanız ne yapardınız?
Karl: Nasrettin Hoca’ya demişler: “Senin hanım çok gezenti.” Hoca omuz silkmiş, “İftira. O kadar gezenti olsa bizim eve de uğrardı.” Bizim sosyalistler de bir tek kendi evlerinin işini yapmıyorlar, herkese akıl öğretiyorlar. Ben önce işçileri kazanmaya çalışırdım. Hem Türk, hem Kürt. İki taraf savaşıyor mu, barış yapsınlar isterdim, bunu söylerdim, başka hiçbir şey söylemezdim. Susardım. Başkalarının bahçesinde, başkalarının kanıyla dönen siyasete karışmak niye? Hiçbir etkim yoksa, utanır susardım.
Savaşın diyorsun, aynı anda barış diyorsun, savaşta ölüm olursa bağırıyorsun, kimse ölmeyince uzlaştınız diye bağırıyorsun. Normal bir insan onları izlese çıldırır, bereket izlemiyorlar. Hem bir şey söyleyeyim mi, şu Gezi Direnişi var ya. “Barış süreci” olmasaydı Gezi’nin G’sini göremezdiniz. Benim görüşüm…
T. Fikri